Gelişmiş Arama
Ziyaret
20182
Güncellenme Tarihi: 2007/11/24
Soru Özeti
Hacetleri reva eden ve istekleri verenin Allah olduğunu dikkate alarak Peygamber (s.a.a) ve Ehl-i Beyt İmamları gibi büyük insanlardan hacet istemek şirk değil mi?
Soru
Hacetleri reva eden ve istekleri verenin Allah olduğunu dikkate alarak Peygamber (s.a.a) ve Ehl-i Beyt İmamları gibi büyük insanlardan hacet istemek şirk değil mi?
Kısa Cevap

Mümin bir kişi Allah katında değerli olan Peygamber (s.a.a) ve Ehl-i Beyt gibi zatlara tevessül ederek bunlardan bir şey isterken bunların bağımsız ve Allah’tan ayrı olarak kendi başlarına bir konuma sahip olduklarına inanmaz. Bilinçli insan bu zatların etki ve eserlerinin ancak Allah’ın verdiği güç ve irade doğrultusunda ve ona bağımlı olarak meydana geldiğine inanır. Bunlar da diğer yaratıklar gibi kendi varlıklarını sürdürebilme ve bir iş görebilmek için her yönden Allah’a muhtaçtırlar Onun feyiz ve lütfü dışında kendilerinden bir şeyleri yoktur. Buna göre o yüce yaratıkların hacetleri reva ettiklerine inanmak Allah’ın etki ve hacetleri reva etmesinden bağımsız olarak değil Ona bağımlı ve Onun emri doğrultusunda gerçekleştiğine inanmak olduğundan şirke sebep olmaz.

Tevessül etmenin hikmetiyle ilgili olarak kısaca şu noktaları zikredebiliriz:

1- Bu zatların ilahi irade gereği ilahi feyiz ve rahmetin araçları olmaları.

3- Bunların Allah’ın değerli kıldığı kullar oldukları için dualarının Allah katında reddedilmeyişi.

5. Onlar vesilesiyle insanın hacetlerinin reva olması onları tanıyıp onlara karşı kalbi bağ ve muhabbettin oluşmasına sebep oluşu. Bu tanıma ve muhabbet de kişinin hidayet ve kemaline yol açar.

Elbette bu değerli zatları Allah katında aracı kılanlar iyice bilirler ki bu aracılar asla o Yüce zatla denk bir makama sahip değillerdir ve Onun iradesi olmaksızın bir yetkileri yoktur.

Sözün özü şundan ibarettir ki gayb alemi ile ilişki kurmak, ilahi emirlere itaat, kendimizin tekamülü, dünya ve ahiret hacetlerimizin yerine gelmesi için bizim Allah’ın velilerini tanımaya, onlara tevessül etmeğe ihtiyacımız vardır. Onlara tevessül gerçekte Allah’ın sağlam ipine sarılmaktır. Onlar bütün varlık ve makamlarında Yüce Yaratıcıya bağlıdırlar ve hacetleri reva etmeleri, bir iş görebilmeleri her an Allah’ın denetiminde ve onun iradesine bağlıdır. İşte bu şekilde bir makama sahip olan veliye başvurmak asla şirk değildir.

Ayrıntılı Cevap

İnsan iki boyutlu bir yaratıktır. Yani Yüce âlemden olan ruhla maddi âlemden olan bedenin bileşimidir. İki saha ve açılımı olduğu için bu iki sahanın ihtiyaçları aşırılık ve ihmalkârlıktan uzak olarak dengeli olarak karşılanmalıdır. Böylece bekasını sürdürerek yücelme ve ilerleme yolunda ilerleyip gerçek saadet zirvesine ulaşmalıdır. (İlahi hilafet makamı)

Hikmet sahibi ve bilgin Allah da insanın yaratılışında belli bir hedefi takip etmede ve onun varlığının bütün boyutlarından haberdardır. Onun yaratılışıyla birlikte hatta onu yaratmadan bütün gereksinimlerini gidermek için gerekli şartları ve zemini hazırlamıştır. Allah’ın iradesi, insanın kendi ihtiyarı ile hazırlanan araçlardan yararlanıp doğal bir süreç içinde ruhi ve cismi sağlık ve saadetini elde etmesi doğrultusundadır. Yoksa Allah ilk baştan insanı cismi ve ruhi yönden tekâmüle bir ihtiyacı kalmayacak şekilde kâmil olarak yaratabilirdi. Nitekim göklerin ve yerin yaratılışı maddi yönden işte böyledir. İbadet ve itaat olarak onu melekler gibi en mükemmel şekilde yaratabilirdi. Ancak insanın diğer yaratıklara göre seçkinlik ve özelliği onun ruh ve cisim olarak birçok ihtiyaçları bulunan bir varlık olmanın yanı sıra meleklerden daha üstün bir mertebeye ulaşabilecek şekilde yaratılmasıdır. Kendi iradesini yürürlüğe geçirebilen yani muhayyer olan insan maddi ihtiyaçlarını gidermek için yerde ve göklerde olan Allah’ın her türlü nimetlerle dolu sofrasından en iyi şekilde yararlanmalı ve böylece kendi sağlığını ve korumalı ve diğer yandan da manevi ihtiyaçlarını gidermek için şeriat sofrasının nimetlerinden yararlanmalı ve böylece yüceler âleminden olan ruhunun yüce erdemlere kavuşmasını sağlamalıdır.

Nesnel amillerin insanın cisim ihtiyaçlarını karşıladığında ve gece gündüz bu yaygın sofradan yararlanmanın gerekli olduğunda hiçbir şüphe yoktur. Çünkü insan dünyaya geldiğinden beri buna alışkındır. Dindar insanlarda da genel de maddi ihtiyaçların giderilmesi için bu araçlardan yararlanmanın Allah’a ortak koşma veya onun mülkünde yersiz tasarruf etme sayılacağına dair bir şüphe oluşmaz.

Hikmet sahibi Allah insanın ruhi ihtiyaçlarını karşılasın diye din ve şeriat olarak bilinen bir yaygın sofra sermiştir. Bu sofrada insanların kendilerinden olan bazı kişiler (Peygamberler) vasıtasıyla inanç, ahlak ve eğitimle ilgili en sağlam en güzel gıdaları sunmuştur. Bu yüzden de bu kişilere teşrii (yasama) feyzinin aracıları denilmektedir. Bu feyiz aracılarının kendileri de bu hükümleri gözetmek ve onlara tam olarak uymakla yükümlüdürler. Ancak bu hüküm ve kurallara uymakla insanlar kendi ruhi ihtiyaçlarını karşılayıp duyu ve görülme sahasından uzak olan yüce maneviyat ve gayb âlemiyle irtibat kurabilir. Bu emirler çerçevesinde en azından her kişinin günlük ibadetler vasıtasıyla kısa bir süre için olsa bile o âlemle ilişkiye geçmesi gerekli bilinmiştir. İnsanlardan bazıları Allah’ın teşrii sofrasında yararlanmada diğer insanları geride bırakıp daha sürat, daha güçlü bir şekilde o âleme bağlanmayı başarmışlardır. Sanki bunlar maddi âlemden tamamen kopmuş ve melekût âlemine karışmışlardır. Yine bunların içerisinde de bazıları arkadaşlarını geride bırakıp ilahi hilafet makamına erişmişler ve Allah’ın velileri olmuşlardır. Bunlar tekamül kafilesinden geride kalmış kimselerle o yüce âlem arasında tekvini feyizlerin aracısı olmuşlardır. Kafileden geri kalmış kimseler bu aracılar vasıtasıyla mana âleminden yararlanmaya ve ihtiyaçlarını gidermeye çalışırlar.

Burada şöyle bir soru ile karşılaşabiliriz: O da bu büyük zatlara tevessül etmenin, bunları Allah katından aracı kılmanın ve hacetlerini istemenin tevhid-i efaili (her işin yaratıcısı Allah olduğuna inanmakla) çelişip çelişmediği konusudur.

Ancak bu şüphenin cevabı şudur ki: Her kesin bildiği üzere Maddi imkânlardan yararlanarak maddi ihtiyaçları karşılamak şirk değildir Çünkü Allah bu nimetleri yaratmış ve insanın yararına sunmuştur ve insana bunlardan doğru yol üzere yararlanma iznini de vermiştir.[1] Muvahhit bir insan iyice biliyor ki bütün bu nimetler onun yaratıklarıdır ve o yüce varlığa yanı Allah’a bağlıdır. Kendi başlarına bağımsız değildir. İşte bunun gibi manevi hacetleri de bu büyük şahsiyetlerden istemenin onlara sarılıp tevessül etmenin tevhit ilkesi ile Rablığın O’na özgü olmasıyla ve hacetleri asıl yerine getirenin O olmasıyla bir çelişkisi yoktur.

Çünkü bu değerli zatlara tevessül ederek bunlardan hacet isterken bunların bağımsız ve Allah’ın yanı sıra kendi başlarına bir konuma sahip olduklarına inanılmamaktadır. Bilinçli insan bunların etki ve eserlerinin ancak Allah’ın verdiği güç ve irade doğrultusunda ve ona bağımlı olarak meydana geldiğine inanmaktadır. Bunların varlıkları da diğer yaratıklar gibi Allah’a her yönden muhtaçtırlar Onun feyiz ve lütfü dışında kendilerinden bir şeyleri yoktur. Buna göre o değerli yaratıkların etkinliğine ve hacetleri reva ettiklerine inanmak Allah’ın etki ve hacetleri reva etmesinin yanında ve ondan bağımsız olarak değil tam manasıyla Onun iradesi dâhilinde ve Ona bağımlı olarak gerçekleşir bu yüzden böyle bir şeyi kabul etmek asla şirke sebep olmaz.[2]

Ama Allah niçin bizleri bu değerli zatlara yönlendirmiştir? Niçin biz maneviyat ve melekut âleminden yararlanmak için bu aracılara muhtacız. Bunun birkaç sebebi vardır:

1- Bu kişiler ilahi irade gereği diğer yaratıklara göre ilahi feyiz ve rahmetin araçları durumundadırlar. Eğer bu mukaddes varlıklar olmasaydı Allah varlıkları yaratmazdı. Nitekim yaratılışla ilgili bir takım kutsi hadislerde bu gerçek dile getirilmiş ve Peygamber’e hitaben “Sen olmasaydın yaratıkları yaratmazdım” denildiği ifade edilmiştir. Bu yüzden ilahi feyizlerden yararlanmak için bu ilahi mecra ve kanala başvurmamız gerekir. Bu yüzden Camia Ziyaret duasında şöyle okuyoruz: “Allah siz Ehl-i Beyt’in hürmetine yaratıkları başlattı ve sizin hürmetinize de bitirecektir, sizin hürmetinize yağmuru indirmekte, sizin hürmetinize darlıkları giderir ve zorluk ve sıkıntıları dağıtır.”[3]

2- Bu zatlar Allah’a kullukta en yüksek merhaleye vardıkları için bunlara teveccüh etmek gerçekte Allah’a yönelişe sebep olur. Hatta sıkıntıları giderilmesi konusunda vesile olmaları için bunlara gelmek insanın kalbinin Allah’a bağlanmasına ve ilahi ayetleri anmasına yol açar. Bu yüzden Camia ziyaretinde şöyle okumaktayız: “Kim Allah’a kavuşmak istese sizin kapınıza gelmeli kim Onu kastetse size teveccüh emelidir.”

3- Onlar Allah’ın değerli kıldığı kulları oldukları ve ona yakınlaştırılmış seçkinler oldukları için duaları reddedilmez. Kendileri de kerem ve bağış sahibi olduklarından ihtiyaç sahiplerinin ihtiyaçlarını reddetmezler ve kişinin maslahatına olduğu takdirde onun hakkında dua ederler.[4]

4. Kemal yönünden bir takım merhaleleri kat etmemiş insanlar bazen gayb âlemine yönelmede zorluk çekmekteler. Bu tür insanları gayb alemine yönlendirecek insanların kendilerinden olan vasıtalara ihtiyaç olur. Nitekim Yüce Allah buyurmuştur ki: “Ey iman edenler Allah’tan korkun ve Ona kavuşmak için vesile arayın.”[5] Birçok hadislerde de Ehl-i Beyt’in bu ilahi vesile oldukları açıklanmıştır.[6] Nitekim Nudbe duasında şöyle okumaktayız. “Yerle göğü birbirine bağlayan o vasıta nerdedir?”

5. Bu değerli zatlara başvurmak onları tanımaya sebep olur ve onlar vesilesiyle insanın hacetlerinin reva olması da onlara karşı kalbi bağ ve muhabbettin oluşmasına yol açar. Bu tanıma ve muhabbet de kişinin hidayet ve kemalini kolaylaştırır. Elbette o zatlar kişilerin kendilerine başvurmalarına muhtaç değillerdir. Çünkü onlar ilahi lütuf gereği maksada ulaşmış kişilerdir.

6. İnsanların Allah’ın velilerine başvurmaya emredilmeleri bu zatların Allah yolunda çektikleri zahmetler için bir ilahi karşılık sayılır. Nitekim Kur’an-i Kerim Peygamber’e hitaben şöyle demektedir: “Gecenin bir bölümünü nafile ibadet için uyan; umulur ki beğenilen bir makama erişesin.” (Bu makam Peygamber (s.a.a)’ın dünya ve ahretteki şefaat ve aracılık makamıdır.)[7]

7. Halkın bu mukaddes zatlara başvurmaya teşvik edilmeleri bir yandan onların yollarını kat etmelerine teşvik sayıldığı gibi diğer yandan zahitlerin, abitlerin ve diğer Allah yolunda çaba gösterenlerin gurur ve böbürlenmeğe duçar olmalarını önler. Böylece bu mukaddes zatlara yani Peygamber (s.a.a.) ve Ehl-i Beyt’e yönelmek insanların ruhlarının arınmasına vesile olduğu gibi riyacılar ve düzencilerin halkı çeşitli adlarla kendilerine çekmelerine engel olur.

8. Kamil insan’ın makamı meleklerden mutlaka yüksektir. Çünkü:

a. Dünya ve ahrette melekler salih kula hizmet ederler,

b. Meleklerin ibadet ve çabaları insandaki gibi ihtiyarı değildir.

d. Mirac olayında Resulullah (s.a.a) Hz. Cebrail’in bile ulaşamadığı daha ileri makamlara doğru ilerlediler.

Bu noktaları dikkate alarak şöyle deriz: Melekler Allah’ın izni ile bir takım işlerin düzenleyicileri oldukları kesindir; niçin kemale ermiş insanlar böyle olmasınlar?[8]

9. Bilge insanların tavırlarında görüldüğü, akıl ve hikmetin de onayladığı gibi sürekli büyükler bir takım işleri bazı kimseler vasıtasıyla görmeği tercih ederler, böylece hem o kişilerin özel şekilde eğitilmelerini sağlarlar hem de onların geçmiş zahmetlerini takdir etmiş sayılırlar ve diğer yandan da diğerlerine onların üstünlük ve makamlarını göstermek isterler. Böylece halk onların makamlarını anlayıp onlarla daha yakın bir ilişki ve kaynaşma içerisine girerler.

Elbette bu vasıtalara müracaat edenler iyice bilirler ki bu aracılar asla o büyükle denk bir makama sahip değillerdir ve onun iradesi olmaksızın bir yetki ve iş de yapamazlar.

Sözün özü şundan ibarettir ki gayb alemi ile ilişki kurmak, ilahi emirlere itaat, kendimizin tekamülü, dünya ve ahiret hacetlerimizin yerine gelmesi için bizim Allah’ın velilerini tanımaya, onlara tevessül etmeğe ihtiyacımız vardır. Onlara tevessül gerçekte Allah’ın sağlam ipine sarılmaktır. Onlar bütün varlık ve makamlarında Yüce Yaratıcıya bağlıdırlar ve hacetleri reva etmeleri, bir iş görebilmeleri her an Allah’ın denetiminde ve onun iradesine bağlıdır. İşte bu şekilde bir makama sahip olan veliye başvurmak asla şirk değildir. Çünkü evrende bir başkasına bağımlı olmayan tek yaratıcı ve hacetleri veren Allah’tan başka kimse değildir.

Daha fazla araştırmak için şu kaynaklara bakınız: Seyyid Muhammed Taki, Mikyalu’l-Mekarim c. 1. ve 2

Misbah Yezdi, Akaid Öğretimi,

Misbah Yezdi, Kur’an Öğretileri

Şirvani Ali, Mearif-i İslami der Asar-i Şehid Mutahhari s. 250-252; 90- 110



[1] Casiye Suresi: 12, 13; Lokman Suresi: 20

[2] İlahi irade ve insanın istekleri insanın muhayyerliği başlıklı konulara bakınız.

[3] Sömei Serai, Mehdi, Şeb Kadr Çest, Neşr Kevser- Gadir, c. 2 s. 79-81

[4] Camai ziyareti

[5] Maide Suresi: 35; Al-I İmran Suresi, 103; İsra suresi: 57.

[6] Bkz. Hairi, Seyid Mehdi, Tercüme-I Mikyalu’l-Mekarim c. 1. s. 625-639 ve yukarıdaki ayetlerle ilgili tefsir kitaplarındaki açıklamalara bakınız.

[7] İsra Suresi: 79

[8] Naziat Suresi: 5.

Diğer Dillerde Soru Tercümesi
Yorumlar
yorum Sayısı 0
Lütfen soruyu doğru giriniz
örnek : Yourname@YourDomain.com
Lütfen soruyu doğru giriniz
Lütfen soruyu doğru giriniz

Rastgele Sorular

  • Ahmet ismi İncil’in neresinde gelmiştir?
    24646 Eski Kelam İlmi 2011/11/12
    Bu konuda dikkat edilmesi gereken önemli nokta şudur: Kur’an, İncil’de İslam Peygamber’inin (s.a.a) müjdeleyici olduğunu söylüyorsa, tahrif edilmiş İncil’i değil, Hz. İsa’nın (a.s) getirdiği incili kastetmektedir. Elbette tahrif edilmiş hali hazırdaki İncil’de de, bu meseleye işaret edilmesi dikkate değer bir konudur.Hz. Mesih (a.s), “Farkilit”ın geleceği müjdesini vermişti. Bu kelime ...
  • Rivayetlerde işlerin sağ el ile yapılması üzerinde durulmasının sırrı nedir?
    11588 Hukuk ve Şer’I Hükümler Felsefesi 2012/03/10
    Uygun bir neticeye ulaşmak için cevabı üç merhalede sunacağız. Bir. Amelleri sağ el veya sağ ayakla yerine getirmek ve onun önemi (dünya ile alakalıdır) İki. Ashab-ı yemin (Sağcılar) ve amel defterinin sağ ele verilmesi (ahiretle alakalıdır) Üç. Acaba bu şeyler itibari ...
  • İslamı tanımak için nereden başlamak gerekir? Dindarların onca riyakarlık ve yanlışlıklarını görünce kendi dindarlığımın akıbetinden korkuyorum.
    19137 Eski Kelam İlmi 2011/04/28
    İslam ve dini öğretileri öğrenmek diğer benzer konular gibi birbirine bağlı dalları olup, tam olarak hangisinden başlayacağınızı söylemek zordur. Eş zamanlı ve çaba göstererek bütün dallarda bilgi sahibi olmanız gerekir. Ancak Allah’ı tanımak dindarlığın en önemli merhalesi olduğu için ilk adımda araştırmaya oradan başlamalısınız. Fakat unutmayın ki, yeni ...
  • Mülk sahibi, mülkünün yarısını bir hayır kuruluşuyla sulh ediyor (anlaşıyor) ve orada veya ona bedeli olacak mekanda okul yapılmasını şart koşuyor. Bu kuruluş orada medresenin dışında bir şey yapabilir mi?
    5332 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2012/05/30
    Bu meselede üç nokta göz önüne alınmalıdır: 1. Akitteki söz konusu şarta aykırı davranmak caiz değildir. Yani o mekan veya bedel mekan okulun dışında bir şey için kullanılamaz. Ayetullah el-Uzma Hamanei’nin Bürosu: Şart, lazım akdin içindeyse ona amel etmek gereklidir ve aykırı davranmak caiz değildir.
  • Baba ve anne çocuğun yanında hangi yaştan itibaren cinsel konulara riayet etmelidir?
    93886 Pratik Ahlak 2011/09/21
    Terbiye sözlükte geliştirmek ve yetiştirmek anlamındadır ve ıstılahta ise derunî kabiliyetleri geliştirmek manasındadır. İslam, çocuğun hem bedensel ve hem de ruhsal ve manevî terbiyesine önem vermiştir; ancak ruh insanın gerçek kimliğini teşkil etmesi nedeniyle, ruhsal terbiyeye özel bir ihtimam göstermiştir. Çocuğun cinsel terbiyesi, terbiyenin en önemli ve kritik alanlarındandır; ...
  • İnsanların cennet ve cehennemde yaşları ne kadar olacaktır?
    7806 Tefsir 2012/02/22
    İnsanların yaşlarına göre bedende görülen değişiklikler bu dünyaya ait olan konulardandır. Ama ahirette özellikle cennette böyle şeyler söz konusu değildir. Yani öteki dünyada çocuk, orta yaş, yaşlı olmak diye bir şey yoktur. Hatta ahiretin maddi olduğuna inansak bile bugün bizim düşündüğümüz şekliyle yaş meselesi cennetlikler için olmayacaktır. ...
  • Hazreti İbrahim (a.s)’in yaşamının önemli bölümlerini Kur’an ve rivayetler esasınca açıklar mısınız?
    13242 تاريخ بزرگان 2012/02/14
    Hazreti İbrahim (a.s)’in yaşamı üç belirgin aşamada söz konusu edilebilir: 1. Nübüvvetten önceki dönem. 2. Nübüvvet ve putperest Babil kavmiyle mücadele dönemi. 3. Babil’den hicret edip Mısır, Filistin ve Mekke topraklarında faaliyet gösterdiği dönem.1. İbrahim (a.s)’in doğduğu yer ve çocukluğuİbrahim (a.s), “Babil” topraklarında dünyaya geldi. İbrahim (a.s)’in doğumundan ...
  • erkek ve kızların gelecekteki evlilikleriyle ilişkin konuları onlara nasıl öğretebiliriz?
    6420 Pratik Ahlak 2011/04/13
    Çocuklar tarafından bağımsız ve yeni bir yaşam yuvasının kurulmasıyla ilişkin meseleler, duygusal, sosyal ve cinsel meseleler ile irtibatlı olmak üzere iki bölümden oluşmaktadır, dolaysıyla bu bağlamda var olan meseleler iki bölümde ele alınmalı ve tahkik edilmelidir. Ailenin başarılı veya ta sorunlara kadar varan vücuda gelen ...
  • Şefaatin kıyametteki yeri ve önemi nedir?
    8891 Eski Kelam İlmi 2009/06/17
    Şefaat, zayıf birini güçlendirmek, takviye etmek demektir. Şefi' (şefaat edici) ise ihtiyacı olana yardım eden ve onu mutedil bir duruma getirip ihtiyacını gideren kimsedir. Kıyamette şefaat etmek Allah'a mahsustur. Elbette Yüce Allah bazılarına da başkalarına şefaat etmeleri için izin vermiştir. Bu konu hakkında gelen birçok rivayetten kıyamette şefi'lerin çok olacağı ...
  • İmam Ali (a.s) zamanında kimler humus toplamakla görevliydi?
    10035 تاريخ بزرگان 2011/11/13
    Müslümanların tamamı, humusun ilahi farzlardan bir tanesi olduğuna inanmış ve bunu herkesin zorunlu olarak kabul etmeleri gerektiğini söylemişlerdir. Bu hükmün, Bedir savaşından sonra bir kanun haline gelerek sürekli uygulanmıştır. Hz. Ali (a.s)’de bu ilahi farzın uygulanmasında Peygamber (s.a.a)’in yanında yer alıp Peygamberle (s.a.a) gerekli işbirliği içinde olan ve Peygamber (s.a.a)’in ...

En Çok Okunanlar