Gelişmiş Arama
Ziyaret
7302
Güncellenme Tarihi: 2010/11/22
Soru Özeti
Mescidu'l-aksa Ömer'in zamanın da azat edildi ve daha sonra Sünni bir Rehber döneminde azat edildi, (bu kazanımları) dikkate alarak tarih boyunca Şia'nın kazanımları neler olmuştur?
Soru
Mescitü'l-aksa Ömer'in zamanın da azat edildi ve daha sonra Sünni mezhepli olan Selahattin-i Eyübi gibi bir Rehber döneminde azat edildi, (bunlar Sünnilerin İslam'a kazandıkları kazanımlardır). Şia'nın tarih boyunca İslam'a ne gibi kazanımları olmuştur?! Acaba bir karış toprak fetih edebilmişler mi? Acaba İslam ve Müslümanların düşmanlarından her hangi bir düşmanı geri çevirebilmişler mi?
Kısa Cevap
Bu sorunun kısa cevabı yoktur. Ayrıntılı cevap seçeneğini tıklayınız.
Ayrıntılı Cevap

Soru soran vatandaş iki kişiyi; birisi seleften yani Ömer ibni Hatab'ı, diğeri haleften yani Salahttin-Eyyübiyi tanıtmış. Cevabımız bu vatandaşın sorusuyla uyum içinde olsun diye bizde Şia'nın hem selef döneminde, hem de halef döneminde yapmış oldukları cihatları hatırlatmaya çalışırız.

Selef döneminde Şiaların yapmış oldukları cihatla alakalı olarak, peygamber döneminde hz. Ali'nin yapmış olduğu cihadı hatırlatıyoruz. Peygamber döneminde gerçekleştirilen cihatların en ağır yükü hz. Ali'nin (a.s.) omuzlarındaydı. "Genç ancak ve ancak Ali'dir, kılıç ancak ve ancak Zülfükkardır" şeklindeki söz Ali'nin hakkında işitilmiştir. Hendek savaşında peygamberin (s.a.a.) söylemiş olduğu şu söz; "bütün İslam veya bütün iman, bütün şirkin karşısında yer aldı"[1] yine Ali bini ebu Talip içindir.  Peygamber (s.a.a.) yukarıdaki sözü söylediği aynı günde (hendek savaşının gerçekleştiği günde), Ebu Talibin oğlu hz. Ali (a.s.), Arapların o meşhur cesuru olan Abdu vedd-i öldürmek ve İslami savunmak için göstermiş olduğu cesaret ve ihlâs nedeniyle Ali hakkında şöyle buyuruyor:  "Ali'nin Amru b. Abdu Vedd ile yaptığı savaş ve dövüş insin ve cinin (sakaleyn) yapmış oldukları ibadetten veya ümmetimin kıyamet gününe kadar yapacağı ibadetten daha hayırlıdır".[2] Gördüğün gibi Ali b. Ebu Talibin (a.s.) İslami savunmak noktasında gerçekleştirdiği tek bir eylem, kıyamet gününe kadar peygamberin (s.a.a.) ümmetinin yapacağı tüm amellerinden daha faziletlidir.   Halife ve halifelerin takipçilerinin gerçekleştikleri fetihler de kendi yerinde değerlidir.

Hayber savaşından peygamber (s.a.a.) onun hakkın da şöyle buyuruyor: "kerrarun gayru ferrar-un. Yani ard arda düşmana hamle edendir, savaş meydanını terk edip kaçan bir kimse değil". Peygamber (s.a.a.) bu sözü, ondan önce savaş için çıkıp savaş meydanını bırakıp kaçan iki kişiye karşı söylüyor.

Hz Ali müşriklerle savaşmanın yanı sıra üç grupla; ahitlerini bozanlar, zalimler ve itaatsizlik yaparak bozgunluk yapanlara karşı da savaştı.[3] Gerçekleştirilen bu savaşlar Şiaların imamlarına ait, ama Şiaların kendilerine ait olan savaşlar hakkında ise, şunu söylemek yeterlidir sanırım: fetih türünden olan savaşlara Ali'nin (a.s.) Şiaları kâmil bir şekilde katılmışlardı. Kende, Hemdan vd… bir çok kabilelerden oluşan Yemenlilerin bütünü Ali'nin (a.s.) Şiası idiler. Bunlardan bir kısmı İslam-i fetihlere katılmak için Yemden hicret edip Irak'a yerleştiler. Şam'ı, Diyarbakır'ı ve anadolu (Asya'yı sagir) bölgelerini fetih eden fatih, yani Peygambere (s.a.a.) ev sahiplik yapan Eba-Eyüp el-Ensari Ali'nin halis Şia siydi. Onun kabri hali hazırda İstanbul'da tolumun ziyaretgâhı durumundadır. Ruhsal ve düşünsel olarak Hz. Âlinin oğlu olan Muhammed b. Ebu Bekir Hz. Ali tarafından İslam'ın yayılması için Mısır'a gönderildi ve bu hedef doğrultusunda şahadete nail oludu. Ondan sonra Maliki Eşter aynı görevi devam ettirmek için Mısıra gönderildi ne yazık ki, yolun yarısında Muaviye tarafından yapılan desiseyle zehirlendi ve hali hazırda onun kabri de bir ziyaretgâhtır.

Halifeler döneminde Şia ile Sünniler arasında var olan fasıla, günümüzde olduğu denli fazla değildi. O dönemde var olan farklı görüşlere rağmen herkes fetihler doğuran savaşlara katılıyordu.

Anlatılanların hepsi selef ile alakalı idi. Ama halef ile alakalı olarak şunu bilmek yeterlidir ki; Müslümanların en önemli ve en büyük vazifesinden sayılan sınırları koruma görevidir. Bu görev, genellikle Şia devletleri vesilesiyle yerine getiriliyordu.

Hamdaniyan devleti Şamda, Fatimiler devleti Afrika kuzeyinde ve Aleviyan (aleviler) devleti de Taberistan, Deylem ve Geylan'da İslam'ın muhafızlarıydılar. Şia devletleri Hindistan'da putperestlik ve İslam devletini kurmak için yaptıkları mücadele kendi başına geniş bir serüvene sahiptir. Hindistan'da "ekber abad" bölgesi Şii devletlerinin merkezi idi. Şiilerin savaşsal cihadından haberdar olmak isteyen kimseler dr. Semire muhtar el-leysi bayanın "cihadu'ş-şia" adında yazmış ve darul ceyl tarafından baskıya alınmış kitaba müracaat edebilirler.

Sefevilerin İran'ın güneyinde Portekizlilerle ve İran'ın güney ve kuzeyinde Rus ve İngilterelilerle yaptığı savaşlar, Şia'nın kâfirlerle yapmış olduğu cihat, cihadın gümüşlü sayfalarındandır. Portekizliler "Bender Abbas" eyaletini işgal edip ismini değiştirip "bender-i gomberun" yaptıkları dönemde sefevi Padişahı Şah Abbas Şiilerin iman gücüyle geri alıp tekrar ismini "Bender-i Abbas" kodu. Nadır Şahın putperest olan Hintlilere karşı yaptığı cihat, İslami cihat tarihinin putperestlerle yaptığı cihadın en büyük sayfalarıdır.

Bu asırda (14.) İngilizler Irak'ı işgal ettiklerinde Şia mercii yani Ayetullah Muhammed Taki Şirazi yirminci kıyam (sevretu'l-işrin) adıyla bilinen ayaklanmayı gerçekleştirerek İslami bir ülke olan Irak'ı, miladi 1920. Senesinde sülük sıfatlı İngilizlerden temizledi ve bu ülkeyi tekrar bağımsızlığına kavuşturabildi.

Bu son senelerde en büyük darbeyi Lübnan Şiaları İsrail'e vurdular. Lübnan'ın İslami direnişi, Lübnan'ın başkentine kadar giden işgalci İsrail'i birkaç defa zelil düşürerek geri teptirdi ve onlara öyle bir göz dağı verdiler ki şimdiye kadar hiçbir Arap ülkesinden bunu görmemiştir. İran Şiileri de İran'da gerçekleştirdikleri İslam inkılâbıyla sömürgeci Batı ülkelerini bu ülkeden kovdular. Günümüzde İran ve İran milleti orta doğuda; belki bütün dünyada Batı sömürgecilere karşı Savaş bayrağını elinde tutmuş ve şimdiye kadar birçok ülke bu bağlamda İran'ı örnek almıştır. Lübnan, Filistin, Irak ve… Sudan milletleri bu Miletlerden bir kaçıdır.

Biz burada Şiaların ordusal cihadını, detaya girmeden çok kısa bir şekilde hatırlattık. Fakat gerçek şudur ki, bu soruları bir araya getiren kişi tek askeri savaşın söz konusu olduğunu sanmış ve ilimsel ve kültürel savaşlardan gaflet etmiştir. Kelem ile yapılan cihat olmamış olsaydı kesinlikle fedakâr ve canlarından geçmiş olan askerler savaş meydanlarında bu fedakârlıkları göstermezlerdi. Ehli Beyt imamları peygamberden (s.a.a.) şöyle nakil etmişlerdir: "perdeleri yırtıp Allaha ulaşan üç şey vardır;1- alimlerin kalemi, 2- mücahitlerin ayak sesleri, 3- eğirmenci kadınların eğirme sesi"[4]. Hakeza şöyle buyurmuş: "en büyük cihat, zalim Sultanın karşısında söylenen hak sözdür"[5] Şiilerin masum imamları eğer zalimlerin zulmüyle veya zalimlerin kılıcıyla şahadet şerbetini içmiş ve vefat etmişler ise, zalim sultanlara karşı hak sözü söylediklerinden dolayıdır. Oysa kale alınmayacak kadar az kişiler hariç diğer gruplar Emevi ve Abbasilerin halifeleriyle uzlaşmış ve onlarla bir şekilde analaşmışlardı. İnsan cihat meydanını askerlerin güzergâhı olduğunu sanıyor. Oysa tarih bunun tersine şahitlik ediyor. Şiilerin âlimleri ve düşünürleri, yaptıkları kültürel savaşları ve öz Muhammedi İslam-ı yaymak için yapmış oldukları cihat nedeniyle şehit edildiler. Bu şahadetler ya kılıçla ya zehirle ve bazen de âlimlerin bedenleri yakılarak gerçekleştiriliyordu.[6]

Şia ve Sünni âlimleri bunu itiraf etmektedirler ki; yaklaşık bütün İslami ilimler Şiilerin imamları ve takipçileri tarafından temeli atılmış ve ikinci asırdan beşinci asra kadar gerçekleşen İslam'ın büyük medeniyeti Şia imamları ve öğrencilerinin bu bağlamda sarf etmiş oldukları çabaların neticesi ve semeresidir.

Arapça grameri (nahiv ilmi) Ehli Beyt imamları (a.s.) tarafından meydana geldiğini, her iki ekolun âlimleri ittifakla kabul etmişlerdir. Müslüman toplumlar kuranı, peygamberin sünnetini ve diğer Arapça kitapları bu ilmin gölgesinde doğru bir şekilde mana edebilsinler diye Hz. Ali bu ilmi meydana getirdi. Hz. Ali bu ilimle ilgili füruların da onun güdümünde tedvin edilsin diye, bu ilmi kendi öğrencisi olan Ebu'l-Esved-i Düeyli'ye devretti. Ebu'l-Esved-i Düeyli de nahiv ilminin fürularını yazdı ve ondan sonra nahiv ilminden yararlanarak ilk defa kuranı kerimin kelimeleri üzerine alametler (irab) konuldu. Yani kuranı kerim irablandırıldı. Bir asırdan sonra Hz. Ali b. Ebu Talibin, Halil b. Ahmet Farahidi adındaki bir başka öğrencisi (ki, bazı İslami ilimleri meydana getirmiş)  kuranı kerimin irabını tamamladı. Şimdi elimizde bulunan kuranı kerim o dönemde bu haline sokulmuş kuranı kerimdir.

Buna binaen İslam'ın ilk döneminden günümüze kadar yapılan bu çalışmadan dolayı, kuranı doğru okuyabilen tüm Müslüman toplumlar Şii'siyle Sünni'siyle hepsi Hz Ali (a.s.) ve öğrencileri tarafından yapılan bu çalışma ve zahmetler vesilesiyledir ki hepsi yapılan bu zahmetlerin semeresidir.

Her halükarda Şialar yapmış oldukları kalemsel ve kültürel cihat neticesinde, kuranla denk olan Ehli Beyt öğretilerinde tecelli bulan öz Muhammedi İslam düşüncesini dünyaya tanıttıkları için iftihar ediyor.[7]

Bunun yanı sıra fertlerin değeri hâkim oldukları coğrafyanın genişliği oranında olursa, ilk iki halife peygamberden (s.a.a) de daha üstün olmaları gerekir. Zira peygamber (s.a.a.) döneminde İslam'ın sahip olduğu güç zikir edilen iki halife dönemine oranla çok daha azdı. Eğer gerçekten hâkim olunan coğrafyanın genişliği, değer ölçüsü olarak kabul görülürse, Harun-iReşid döneminde İslam güneşi her zamanınkinden daha fazla parlamıştı. Dolayısıyla Harun-i reşit herkes den; hatta peygamber (s.a.a.) ve halifelerden de daha üstün olmalıdır.

Kıldan daha ince olan nokta şudur; İslam alanının genişlemesi bu iki kişiye borçlu değil, bilakis İslam'ın can verici öğretilerine ki; kalpler onu kabul ediyorlardı ve toplumların kendi zalim olan hükümetlerinden artık yorulmuş olmalarına borçludur.

Lailaheillallah adalet ve eşitlik sesiyle birlikte insanlar arasında bir cazibeye sahipti ki, toplumların dikkatini İslam'a yöneltiyordu. Elbette bunun yanı sıra İslam'ın getirmiş olduğu cihat ve şahadet kültürünün İslam'ın yayılmasındaki etkisi de göz ardı edilmelidir.

İmam Ali'nin dönemindeki ikilik ve ihtilaflar daha önceki halifelerin özellikle üçüncü halifenin yapmış oldukları hükümet yönteminin neticesiydi. Adaletçi ve insan sever olma anlayışı bu dönemlerde servet edinme ve kabilecilik taassubuna dönüşmüştü. İmam Ali, dünyevileşmiş ve servet toplama anlayışını silip insanları tekrar peygamberin (s.a.a.) dönemine götürmek istedi. Ne yazık ki, dünyevileşmiş kimseler böyleli bir hükümete muhalefet ettiler ve daha önce toplamış oldukları servetlerle Ali ile savaşmak için bir ordu hazırlamışlardı. İmam Ali (a.s.) da peygamber ve kurandaki ayetlerin açık emirleriyle onlarla savaştı.[8]

Buna binaen Ali'nin dönemindeki ihtilaflar Ali'nin kurmuş olduğu hükümetin sonuçları değildi, bilakis daha önceki hükümetlerin yapmış oldukları yanlış eğitimin sonucuydu ki, bu eğitim insanları adalete dayalı hükümeti kabullenebilir duruma getirememişti.[9]



[1] "Keşfu'l-Gumme", c. 1, 205; "Yenabiu'l-Mevedde", s. 94-95; "Alamu'l-Veda", s 149; "Şerhu'l-Nehcu'l-Balaga", ibn. Ebu'l-Hadid, c. 13, s. 261, 285, c. 19, s. 61; "Macmeu'l-Beyan", Tabrisi, c. 8, s. 343.

[2] "Mustedreku'l-hakım", c. 3, s. 32; "menakıb-i Harezmi", s 59; "şerhu'l-mevakıf", c. 8, s. 371; "fevaidu'l-mestin", c. 1, s. 256; "tarih-i bagdad", c. 13, s. 19; "şevahidu't-tenzil" c. 2, s. 14; "tefsir-i kebir", Fahru Razi, c. 32, s. 31; "şerhu'l-Mekasıd" Taftazani, c. 5, s. 298;"mecmeu'l-beyan", c. 8, s 343.

[3] Cemel savaşını çıkaranlar, tarihte ahdine vefasızlık yapanlar, sıffın savaşını çıkaranlar, tarihte zalimler, hekem olayından sonra hz. Aliden ayrılıp kendisine karşı savaşanlar da, tarihte hariciler olarak bilinmektedirler.

[4] "Eş-şehab-u fi'l-hükm-i ve'l-adab" s. 22, Taberi'den alıntı: Muhammed, "pasuh-i cevan-i Şii", s. 134. (selasetun tehriku'l-hucube beyne yedeyillah; seriru eklamil'-ulema, ve veteu akdami'l-mücahdin, ve sevtu megazi'l-munsenat"

[5] "avali el-laii" c. 1, s. 432, h. no: 131, "kale Resullulah (s.a.a.) afzelu'l-cihad-i kelimetu'l-hakk-i inde Sultan'in cairi"

[6] Emini "Şuhedau'l-fezile" taberiden alıntı: Muhammed, "pasuh-i cevanan-i şii", s 135.

[7] Taberi, Muhammet, "pasuh-i cevan-i şii", s. 131-135.

[8] "Sahih ibn. Habban", c. 15, s. 285, h. no: 6937; "mustedrek-i hakim", c. 3. s. 122; "Müsned-i Ahmet", c. 17, s. 360, h. no 11258; taberiden alıntı: Muhammed, "pasuh-i cevan-i şii", s. 106-107.

[9] Muhammed, "pasuh-i cevan-i şii", s. 105-107.

Diğer Dillerde Soru Tercümesi
Yorumlar
yorum Sayısı 0
Lütfen soruyu doğru giriniz
örnek : Yourname@YourDomain.com
Lütfen soruyu doğru giriniz
Lütfen soruyu doğru giriniz

Konusal Sınıflandırma

Rastgele Sorular

  • Istakoz, deniz kabukları ve ahtapot yemek haram mıdır?
    59266 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2011/05/09
     Istakoz[1] ve deniz kabuklarını yemek haramdır. Dini kaynaklar uyarınca helal ve haram olan hayvanların birbirlerinden ayırt edilmesi için bir takım genel kurallar açıklanmıştır. Bu kurallar deniz ve kara hayvanları hakkında birbirinden farklıdır. Kuşların da kendilerine özgü hükümleri vardır…
  • Bir şahıstan veya bankalardan aldığımız borca ve her ay taksitini ödediğimiz paraya humus düşer mi?
    5865 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2011/04/11
    Dikkatinizi buna benzer bir soruya İmam Humeyni (r.a) ve Ayetullah Hamaney tarafından verilen cevaba çekiyoruz: 868. Soru: Birkaç yıl önce bir bankadan borç aldım ve onu bir yıllığına banka hesabıma aktardım. Bu borçtan faydalanamadım ve her ay ...
  • Kız ve oğlan elçilik ve nişanlılık aşamasından sonra ve nikahtan önceki ilişkileri nasıl olmalıdır?
    12259 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2010/03/07
    Hikmet sahibi Allah kadın ve erkeği birbiri için yaratmıştır. İslam’a göre kadın ve erkek birbirlerinin tamamlayıcısıdırlar; zira birbirlerine sükunet vermekte, cinsel, ruhsal ve duygusal ihtiyaçlarını gidermekteler. İslam, her iki tarafında ...
  • Hz. Ali'nin (a.s) dilenciye yüzüğünü vermesi haliyle, ayağından ok çekildiğinde bunu fark etmemesi hali arasında bir çelişki yok mudur?
    15833 Diraytü’l-Hadis (Hadis Etidü) 2009/04/18
    Sorunuza şu şekilde cevap verebiliriz: 1- İnsan, ilahi rızaya uygun ameller yaparak kemale erişebilme gücüne sahiptir. Yani insan-ı kâmil makamına ulaşarak bütün mükemmellikleri kendisinde toplayabilir. 2- İnsan-ı kâmil makamına ulaşmak demek, bu makama ulaşanların çeşitli halleri olmayacağı anlamına gelmez. Bize ve birçok Müslüman'a göre İmam Ali (a.s), Müslümanlar için mükemmel bir örnektir ve ...
  • Cude’nin Hz. Hasan’dan (a.s) olma bir evladı var mıydı?
    19559 تاريخ بزرگان 2011/08/17
    Cude, Eş’as b. Kays Kindi’nin kızıdır. Eşas, İslam’ın ilk yıllarındaki meşhur şahıslardan olup o dönemin tehlikeli münafıklarından sayılmaktaydı. Belazeri’nin yazdığına göre Cude babasının hilesiyle İmam Hasan Mücteba (a.s) ile evlenmiştir.[1] Bir rivayette İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: Eşas, Müminlerin ...
  • Sehl bin Sa’d Saidi kimdi?
    9033 تاريخ بزرگان 2011/04/13
    Sehl bin Sa’d Ensari Saidi, Resul-i Ekrem’in (s.a.a) tanınmış sahabelerinden olup Peygamberimiz vefat ettiği zaman 15 yaşındaydı. Onun asıl adı ‘Hazn’ idi, ama Peygamber (s.a.a) adını ‘Sehl’ diye değişti. Künyesi ‘Ebu’l Abbas’ idi. Uzun bir ömür sürdü. Medine’de ölen son sahabe olduğu söylenmektedir. Kimisi hicri 88 yılında, kimisi ...
  • Kuranı kerimde, kalpteki itminan ile iman ilişkisi nasıl konu edilmiş?
    12615 Tefsir 2010/12/18
    Lügatte imanın anlamı şöyle beyan edilmiştir: yalanlamanın karşıtı olup tasdik etmektir. Istılahta ise anlamı şöyledir. Dille ikrar ve itiraf etmektir, kalpte bir kararlılık ve sözleşmedir, organlarda da ameldir. "İtminan" ve tümenine ise lügatte kararsızlık ve ıstırabın ardından gerçekleşen (kalpsel veya zihinsel) rahatlık ve huzurdur.
  • Peygamberin (s.a.a.) Teşkil Etmiş Olduğu Hükümetin, Allah’ı Arayan Fıtrat ile İrtibatı nedir?
    8033 کلیات 2012/10/24
    Bize göre Resul-i Ekrem’in (s.a.a.) teşkil etmiş olduğu hükümet ilahi bir emir idi. Ama bu emri iktiza eden nokta, bu hükümetin insan yaşamının tüm alanlarında tesir etmesidir. İmam Bakırdan (a.s.) “…velayete davet edildiği kadar hiç bir şeye davet edilmedi”[i] şeklinde nakledilen tabir buna yöneliktir. ...
  • “Vebtelül yetama hatta iza beleğun nikahe” şeklinde olan ayetin anlamı nedir?
    8041 Tefsir 2012/05/12
    Allah u Teâlâ bu ayeti kerimede yetimlerden sorumlu olan kimselere düstur veriyor ki yetimlerin mallarına karşı dikkatli olmalarını istiyor. Yani onların sermayesini korusunlar, sorumlulukları döneminde buluğ ve rüşt çağına erinceye kadar onları denemeye tabi tutsunlar. Sorumlular, sorumluluklarının altında olan yetimlerin buluğ ve rüşt çağına erdiklerini fark ettiklerinde ...
  • Dört seçkin kadın ve babalarının ismi nedir?
    20774 تاريخ بزرگان 2010/05/19
    İnsanlık tarihi boyunca tevhid yolunda ve ilahi hedefler uğruna büyük fedakârlıklar gösteren Evliya ve Salihlerin içinde kadınlarda vardır. Onların namı insanlığın karanlık tarihinde parlamaktadır. İslami rivayet ve kaynaklarda büyüklük, fazilet ve yüce makamlarından ötürü en üstün kadınlar ve cennet kadınlarının en üstünleri olarak yad edilen, yücelikle övülen ...

En Çok Okunanlar