Gelişmiş Arama
Ziyaret
7220
Güncellenme Tarihi: 2009/08/25
Soru Özeti
Peygamberler ve Masumlar tüm kemallere sahip miydiler, yoksa kemalin bazı mertebelerini bu dünyada mı elde ediyorlar?
Soru
Acaba Peygamberler (a.s) ve Masum İmamlar (a.s) özellikle Resul-ü Ekrem (s.a.a) mümkün olan tüm kemal mertebelerine sahip miydiler yoksa onlar da bazı mertebelere bu dünyada mı ulaşabiliyorlardı?
Kısa Cevap

Kur'an-ı Kerim’de de açıkça belirtildiği gibi peygamberler (a.s) ve İmamlar (a.s) bir takım kemalleri sonradan elde etmek yönünden diğer insanlar gibidirler.

 

Dolayısıyla masumlar mümkün olan tüm kemallere sahip olarak dünyaya gelmezler. Bazı kemalleri bu dünyada iken ilahi imtihanları, fikri ve bedensel ibadetleri, riyazet, seyr-u sülük ve Allah'a yakınlaşmayı yerine getirerek kazanırlar.

 

Ancak bunun yanı sıra masumların günah ve hatalardan korunmalarını sağlayan özel donanımla yaratıldıklarına inanıyoruz. İşte bu yönden onlar diğer insanlardan seçkindirler. Yine masumlar daha doğarken bazı kemallere sahip olarak doğuyorlar; baba, ecdat ve annelerinden miras aldıkları faziletler, nutfelerinin geliştiği pak rahimler, yetiştikleri temiz ve sağlıklı ortamların hepsi ruh ve kalbin salim kalması ve kemalin zirvesine ulaşmalarında etkilidir. Manevi ilerleme ve tezkiyelerinde, özellikle zamanın geçmesi ve layık olduklarını gösterdikten sonra ilahi lütufların yanı sıra kemal yolu kendilerine hep gösterilmiş, onlarda gösterilen o yolda hızla yürümüşlerdir.

 

Burada şöyle bir soru veya şüphe akla gelebilir: Yani “Eğer peygamberler bu dünyada tekamüle eriyorlarsa, zamanın geçmesi ve olayların gelişmesiyle şahsiyetleri kamil oluyorsa dinleri de onlardan kaynaklandığına göre bu dinler de zamanla tekamüle erer. Dolayısıyla eğer peygamberler daha fazla yaşasaydılar veya olaylar daha değişik şekilde gelişseydi dinde daha değişik bir hal alırdı ya da daha kamil olurdu. Bu yüzden şimdi de peygamberlerin tekamül yolunu devam ettirmeli ve onların varlığıyla yetinmememiz gerekir.” Diye bir şüphe ortaya atılabilir.

 

Bu soru ve şüphenin cevabı şudur: Peygamberlere gelen vahiy ve din, insanların nefsi arındırmak ve çabaları sonucu elde ettikleri ilim ve ilhamdan farklıdır. Zira din ve şeriatın yasaları aziz ve hâkim olan Allah tarafından hatasız ve eksiksiz olarak gönderilmiştir.

 

İlahi dinlerin tekamül seyri tarih boyunca şu şekilde idi: Peygamberler, son peygamber olan en üstün peygamberin vesilesiyle Allah'ın en kamil dinine zemin hazırlamak için peş peşe geldiler. Son Peygamber gelince artık din en kamil şekilde Allah’in emriyle insanlara açıklandı ve Kur’an vasıtasıyla beyan edildi. Kur'an dinin ikmale erdiğini bildirmiştir. Öyleyse dinin kamil olmadığı iddiası doğru değildir.

Evet, peygamberlerin yolunu sürdüren, onların vasisi olan on iki İmam vardır. Bu imamlar masumdurlar onlar Peygamberin buyruklarını ve Kur'an'ın ayetlerini açıklayıp tefsir edenlerdir.[i] Onlardan (a.s) sonra ise takvalı ve İslamı gerçek manada tanıyan alimler din ve ilahi ayetleri her asrın kültür ve gereklerine uygun şekilde beyan etmekle yükümlüdürler.



[i] -Hatırlatmak gerekir ki, masum imamın görevi yalnızca zikredilenler değildir; yönetim, liderlik ve hüküm vermek gibi görevleri de vardır. Daha fazla bilgi için bkz: Hadevi Tahrani, Teemmulat der ilm-i usul-u fıkh, s.22-46

Ayrıntılı Cevap

Kur'an-ı Kerim, Resul-ü Ekrem (s.a.a)'inde bir insan olduğunu hatırlatıyor ve 'De ki: Şüphe yok ki ben de sizin gibi bir insanım, ancak (şu var ki) bana ilahınız yanlızca bir ilah olduğu vahyolunuyor.' [1] diye buyuruyor

 

Enbiya ve masumlar da insandır, gerçeği onların da dünyaya geldiklerinde mümkün olan bütün kemallere sahip oldukları zan ve inancını ortadan kaldırmaktadır. Zira bilinen bir gerçek var ki, insanlar dünyaya geldiklerinde ya bütün kemallere sahip değillerdir.

 

Kur'an-ı Kerim bu konuda şöyle buyuruyor:

 

'Allah sizi analarınızın karnından çıkardı, hiçbir şey bilmezdiniz ve siz şükredesiniz diye kulak verdi, gözler verdi, gönüller verdi.' [2]

 

Belirtmek gerekir ki, insan canı daha doğduğunda bile idrak kudretinden yoksun değildir. Bir çok iyilik ve kötülüğü yaşamının ilk yıllarında anlayabiliyor. Nitekim Kur'an-ı Kerim şöyle buyuruyor:

 

'Andolsun cana ve azasını düzüp koşana. Derken ona kötülüğünü de çekinmesini de ilham etmiştir. Andolsun ki kim özünü iyice temizlemişse kurtulmuştur, muradına ermiştir. Ve andolsun ki, kim özünü kirletmiş, kötülüğe gömmüşse ziyana girmiştir.' [3]

 

Demek ki bütün insanlar bazı kemalleri ilm-i husuli gibi öğrenerek değil de ilm-i huzuri gibi kendiliğinden kazanırlar. Ama bu kemaller insana göre değişebilir; kimin de fazladır, kimin de az. Ve kimileri bu kemallerden istifade edip onları daha üst kemallere ulaşmak için kullanırlar, kimileri de bu kemalleri ayaklar altına alıp onu yok ederler.

 

Bazı insanların kemallerinin fazla olmasının nedeni doğmadan önceki döneme ve verasate dayanabilir. Temiz bir sülbden temiz bir rahime giden, nutfesinde en küçük pislik olmayan ve pak bir ailede dünyaya gelen, annesinin temiz şefkatli kucağında büyüyen kimsenin kemallerin zirvesine ulaşmak için daha fazla imkanı vardır; ama haram lokma, haram yol, kötü ortamda yetişen ve kötü bir eğitimden geçen bir nutfenin kemal yolunda ilerlemesi de çok az olur.

 

Masumlar da bu ilk kemaller mevcuttur; yani nutfeleri temiz sülplerden gelmiş, annelerinin temiz rahimlerinde yerleşmiş, doğum ve gelişmeleri çok yüce manevi ortamlarda olmuştur. İlk kemallere sahip olan böyle kimselerin doğal olarak daha üst kemal mertebelerine ulaşmaları içinde hazırlıklı olmaları gerekir. Yaş ve bedensel ilerleme, düşünce, ruhsal ve bedensel faaliyetler bir çok hakikat ve gerçeklere ulaşıncaya kadar yükselmektedir. Evet Allah'ın lütuf ve inayeti bütün kullarına şamil olmaktadır, özellikle de bu lütuf ve inayete almaya layık olan için. Şu bir gerçektir ki, kul Allah'a doğru bir adım atarsa Allah'da on adım, yüz adım ona doğru gider. Nitekim Kur'an-ı Kerim şöyle buyuruyor:

 

'Bizim için savaşanları kendi yollarımıza sevk ederiz ve şüph yok ki Allah iyiylik edenlerle beraberdir.' [4]

 

Bir başka yerde şöyle buyuruyor:

 

'Ey inanlar! Eğer Allah'tan çekinirseniz O, size hakla batılı ayırma kabiliyetini verir.' [5]

 

Büyük ilmi ve ameli makamlara ulaştıklarında Allah'la aralarında özel bir irtibat olur ki ona da vahiy diyoruz.

 

Üstad Cevadi Amuli bu konuda şöyle diyor:

 

'Tam bir ihlas ve mücerret bir akıla ulaşmış insanın muallimi ilm-i mahz olan Allah'tır. O yüce dergahta unutkanlık yoktur. Bu yüzden şeytani ağlar, masum insanların aklani, şuhudi ve vicdani algılarına etki edemezler. Ameli masumiyete ulaşan kimse ne bilerek, ne de cehalet, dalgınlık ve unutkanlıkla hata yapmazlar. Bu makam ihlasın zirvesine çıkmış kimse içindir. Böyle biri cehennemlik şehvet ve gazap iç güdülerinden çok çok uzaktadır. Çünkü bütün ameli ve tahriki iç güdüler ameli aklın yönlendirmesiyle dengelenmektedir.'[6]

 

Özet olarak diyebiliriz ki, Peygamberler (a.s) ve Masum İmamlar (a.s) peygamberlik ya da imamet makamına geldiklerinde gerekli kemal, ismet, taharet ve ilme ulaşmışlardır. Ama bu makam kemallerin en üst seviyesi değildir. Zamanın geçmesi, fikri, ruhi ve ameli faaliyetleri ve Allah tarafından vahyi almalarıyla kemal yoluna devam ediyor, her gün daha üst makam ve mertebelere nail oluyorlar. Demek ki, masumların sahip olduğu kemallerin bazısı miktar ve mertebeleri ırsi ve Allah vergisi olup bazısını da kendileri kazanarak yüce mertebelere ulaşırlar. Ondan sonra da ölünceye kadar daima yeni kemal ve mertebeleri kazanırlar.[7] Elbette bunun yanı sıra masumların günah ve hatalardan korunmalarını sağlayan özel donanımla yaratıldıklarına inanıyoruz. İşte bu yönden onlar diğer insanlardan seçkindirler. Bu donanım masumluk başka bir ifade ile ismet makamıdır.

 

Burada insanın aklına şöyle bir şüphe gelebilir: Eğer İslam Peygamberi daima kemale doğru gidiyor idiyse o zaman daha çok yaşasaydı şahsiyeti ve dini şimdikinden daha kamil olurdu. Öyleyse bu din ikmale ermiş diyemeyiz ve onun tekmili için çaba ve ciddiyet sarfetmek lazımdır.

Vahiye bakışları maddi olan ve peygamberliği dini tecrübeyle aynı seviyede tutanlar yukarıda ki şüpheyi şu şekilde öne sürmektedirler: 'Peygamberlik bir çeşit mukaşefe ve şuhuddur.[8] Nerede tecrübeden söz edilse tecrübeninde tekamülünden sözetmek doğru olur. Nerede tecrübeli olmaktan söz edilse daha tecrübeli olmaktan da söz edilebilir... '[9]

 

Bu şüphenin cevabı şudur:

1-Böyle bir şüpheye kapılmanın nedeni vahiyle tecrübeyi aynı kategoride görmekten kaynaklanmaktadır. Halbu ki bu ikisi birbirinden farklı şeylerdir. Vahiy Allah tarafındandır ve vahiy meleği vasıtasıyla gelmiştir. Peygamberler kendilerine birinin nazil olduğunu ve kendileriyle konuştuğunu çok iyi biliyorlar. Onların vazifesi bu kelime ve ayetleri almak, korumak ve tebliğ etmektir. Ama din tecrübesi tecrübe sahibinden kaynaklanmaktadır. Vahiy de hata, yanlışlık ve şeytanın telkini yoktur. Ama mukaşefe ve şuhudda bütün bunlar mümkündür. Vahiy, Allah'ın insanlara ve ümmete gönderdiği yasalar olarak telakki edilmektedir. Bu yüzden tam bir hücciyyeti vardır. Oysa mukaşefe ve şuhud en fazla onu görene hüccettir, başkaları için aynı değeri taşımaz.[10]

 

2-Bizzat Kur'an-ı Kerim Peygambere nazil olan düsturların ve dinin kamil olduğunu belirtiyor:

 

'Bugün dininizi ikmal ettim, size verdiğ‏im nimetimi tamamladım, size din olarak Müslümanlığı verdim de hoşnut oldum.' [11]

 

Dolayısıyla Peygamber (s.a.a)'in şahsiyeti ile İslam dininin tekamülünün seyri öyle bir şekilde idi ki, bu seyir aziz ve hâkim olan Allah tarafından peygamberlerin hatemi olan son peygamberin vasıtasıyla hatasız ve eksiksiz olarak din kemale erdi ve sonuçlandı. Onun için 'eğer Peygamber yaşasa idi din daha çok gelişecek ve daha kamil olacaktı; eğer daha çok savaş yapıp daha çok olay görseydi, eğer kendisinden daha çok soru sorulsaydı ve eğer olaylar başka bir yöne gitseydi Kur'an ve din başka bir hal alırdı' şüphesi yersizdir. Çünkü bu şüphe peygamberliğin bir nevi beşeri dini tecrübe düzeyine indirmektedir oysa din bu anlayışı redetmektedir.[12]

 

 

'Ancak Şia mektebine göre Masum İmamların, vazifesi Allah'ın ayet ve yasalarını, Peygamberin sünnet ve siretini açıklamak, dini kaynaklardan dinin hükümlerini çıkarmak ve her asır ve kültürde ortaya çıkan sorulara cevap vermektir. Öyle ki, hiç bir soru ve şüphe cevapsız kalmamalıdır. Bu yol masum imamlar hazır olmadıkları dönemde onların sözlerine vakıf olan Rabbani alimlerin ve gerçek din bilginleri tarfından yürütülür.'[13]

 

3-Bizim inancımıza göre Allah'ın kitabının yanında onu açıklayan, öğreten ve tefsir eden bir masum olması zaruridir. Ve bu zaruret Resul-u Ekrem (s.a.a)'in buyruğu olan 'Ben sizin aranızda iki ağır emanet bırakıyorum: Allah'ın kitabı ve Itratım Ehlibeyt'imi. Bu ikisine sarıldığınız sürece asla sapmazsınız.' Hadisinden de iyice anlaşılmaktadır.[14]

 

4-Biz peygamberliğin Peygamber Hz. Muhammed (s.a.a)'de son bulduğuna inanmakla birlikte dini tecrübelerin, ilhamların ve rüyaların Resul-u Ekrem (s.a.a) ve masum imamlarla sınırlı olduğuna inanmıyoruz. Bizim inandığımız şey nübüvvet ve peygamberliğin son bulduğudur. Ama mukaşefe ve ilham yolu ihlaslı kullara açıktır.



[1] -Kehf/110; Fussilet/6

[2] -Nahl/78

[3] -Şems/7-10

[4] -Ankebut/69

[5] -Enfal/29

[6] -Ayetullah Cevadi Amuli, Tefasir-i Mevzuu-i Kur'an-ı Kerim, Vahiy ve Nübüvvet Der Kur'an, c.3, s.200

[7] -a.g.e s.213

[8] -Abdulkerim Suruş, Best-i Tecrübe-i Nebevi, s.11

[9] -a.g.k. s.13

[10] -Cevadi Amuli, a.g.e s.82 ve 97; Ebulfazl Sacidi, Zeban-ı Din ve Kur'an, s.73 ve 266

[11] -Maide/3

[12] -Abdulkerim Suruş, Mecelle-i Aftab, No: 15, 'İslam, Vahiy ve Nübüvvet' makalesi

[13] -Murteza Mutahhari, Hatm-i Nübüvvet, s.37

[14] -Biharu'l Envar, c.23, s.108

Diğer Dillerde Soru Tercümesi
Yorumlar
yorum Sayısı 0
Lütfen soruyu doğru giriniz
örnek : Yourname@YourDomain.com
Lütfen soruyu doğru giriniz
Lütfen soruyu doğru giriniz

Konusal Sınıflandırma

Rastgele Sorular

  • Yemek yemek için ev sahibinden izin almak gerekir mi?
    6842 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2011/02/14
    İslami açıdan insanın yemeğinin helal ve pak olmasının yanı sıra mubah da olması gerekir yani o yemeğin sahibi de razı olmalıdır ve biz de onun razılığını bilmeliyiz. Başkalarını malını izinleri olmaksızın kullanmak haramdır. Ancak bir kimse başkasını yemek için evine davet etmiş yemek sofrasını açmış veya bir bağ sahibi ...
  • Bu asırda kızları köleliğe çekmek caiz midir?
    6938 Eski Kelam İlmi 2011/10/23
    Her şeyden önce köleliğin İslam dini tarafından temelleri atılan bir kurum olmadığını, bilakis bu fenomenin İslam’ın doğduğu çağda dünyanın tüm bölgelerinde yaygın olan bir realite olduğunu bilmeliyiz. İslam köle sahiplerine ciddi bir zarar vermeksizin ve mevcut toplumsal dengeyi ani ve hızlı bir girişimle ortadan kaldırmaksızın imkânların elverdiği ölçüde ve ...
  • Çocukken bir defa kız kardeşimin sütünü içmiş olan amcakızım ile evlenebilir miyim?
    7868 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2010/12/22
    Bu sorunun kısa cevabı yoktur. Ayrıntılı cevap seçeneğini tıklayınız. ...
  • Allah gerçekleşmeden önce insan amelini nasıl bilmektedir?
    6359 Eski Kelam İlmi 2011/08/21
    Bizim için böyle bir sorunun meydana gelmesinin sebebi, Allah ile zaman arasındaki bağı doğru anlamamamızdır. Allah ezeli, ebedi ve zaman üstüdür; yani Allah zamanı kuşatmıştır ve onunla sınırlı değildir. Esasen Allah geçmişte gelecek hakkında bilgi sahibidir diye bir şey söylememiz doğru değildir; çünkü Allah için geçmiş ve gelecek diye ...
  • Eğer birisi ramazan ayında tutmamış orucunu bir sonraki ramazan ayına kadar kaza etmezse hükmü nedir?
    6682 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2015/09/14
    sorunuzun üç sureti var: biz mercii taklitlerin görüşlerini dikkati nazarda tutarak sorununuzun her bir suretini ayrı ayrı cevaplandırırız. Bir: eğer hastalıktan ötürü orucunu tutmamış ve hastalığı bir sonraki ramazana kadar devam etmişse, tutmamış oruçlarının kazası farz değildir ve her gün yerine yaklaşık on sir (750 gram) denkliğinde ...
  • Eğer bir kız ve erkek evlenmeyi kararlaştırırlarsa ve aralarında ilişki olursa, ama erkek ahdine vefa göstermez ve kızı terk ederse günah işlemiş sayılır mı?
    9322 Pratik Ahlak 2011/08/21
    İslam ahit ve anlaşma dini olup ahde vefa göstermeyi müminlerin alamet ve sıfatlarından biri saymaktadır. Peygamber-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurmaktadır: Müminler şart ve taahhütlerine bağlıdır.[1] Maalesef bazı insanlar bu önemli hususa bağlı değildir ve menfaat, heves ve arzularının ...
  • Ben hastayım ve cep haclığımı da babamdan alıyorum. Bunun dışında param yoktur ki orucumun kefaretini verebileyim, Acaba yine orucumun kefaret üzerimde farz mıdır? Bu senenin kefaret miktarı kaç tümendir?
    6170 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2012/03/14
    Fukahanın (fıkıh âlimleri) fetvası esasınca orucunu kasten (amdi olarak) ve her hangi bir mazereti olmaksızın yiyen bir kimse üç çeşit kefaretten birisini seçmek arasında muhayyerdir. Birincisi: Bir köle azat etmek. Günümüz dünyasında köle konusu mevcut olmadığından dolayı bu şık kendiliğinden devre dışı kalıyor.
  • İmam Ca'fer Sadık'a göre Kur'an karisinin özellikleri
    12688 Kur’anî İlimler 2011/07/19
    İmam Cafer Sadık (a.s) Kur'an karisi için bir takım özellikler ve vasıflar zikretmiştir. Bu cümleden şu vasıfları zikredilebilir: Ehl-i Beyt'in velayetini bilmesi, Kur'an'ı doğru okuması, Kur'an'ı okurken ondan etkilenmesi, abdestli olması, doğru bir kimse olması ve yağcılıktan uzak durması, Kur'an'a karşı tevazu ve huşu göstermesi, ilim öğrenmek yolunda çaba göstermesi, ...
  • Hangi surede hay ve kayyum sıfatları yer almaktadır?
    17459 Tefsir 2010/11/08
    Hay ve kayyum Yüce Allah’ın iki zatî sıfatıdır. “Hay” “diri” manasında ve “kayyum” da “zatıyla kaim olan ve başkalarının kendisiyle kaim olduğu varlık” anlamındadır. Bu iki sıfat beraber bir şekilde Kur’an surelerinin üç ayetinde yer almaktadır:1. Bakara suresi 255. ayet: “
  • Dinin afetleri nelerdir?
    12217 Din Felsefesi 2010/08/22
    Din, kendisinde hata, yanlış, hasar ve afetin yer alamayacağı kutsî ve ilahî bir olgudur. Hata ve yanlış yapma beşerî hususlarla ilgilidir. Din ve dindarlığın hasarlarını bilme bahsindeki hasar ve afet, dinin hakikatiyle ilgili değildir. Bilakis insanların dine bakış tarzları, insanın dini anlama ve telaki etme şekli, ...

En Çok Okunanlar