Gelişmiş Arama
Ziyaret
7521
Güncellenme Tarihi: 2009/06/17
Soru Özeti
Mercilerin (fetvalarına mürcat edilen kimseler) fetvalarında var olan ihtilaf, acaba Nehc’ül- Belağa'nın 18. Hütbesinde yasaklanmış ihtilafların örneklerinden sayılmaz mı?
Soru
Mercilerin fetvalarında var olan ihtilaf Hz. Ali’nin (a), Nehc’ül-Belağasında 18. Hütbesinde yasaklamış olduğu ihtilafların reel örneklerinden sayılmaz mı?
Kısa Cevap

Bazı araştırmacıların akidesine göre Nehc’ül-Belağa’nın 28. Hutbesi, 17. Hutbenin bir bölümüdür. Ancak Seyit Razi’nin (r.a) toplamasında birbirinden ayrılarak müstakil hütbeler şekline girmiştir. Hutbenin içeriği de buna şahitlik etmektedir. Zira 17. hutbede cahil ve salih olmayan kadılardan (yargıç) söz edilmektedir. Bu kadılar vermiş oldukları kendi yanlış yargılarıyla halkın can ve malının güvencesini tehlikeye atıyor ve toplumda çeşitli bozuklukların kaynağı oluyorlardı.

18. hutbede de, kendi "şahsi görüş" (re'y), "istihsan" ve kıyas gibi temelsiz ve gevşek delillere dayanarak, halk arasında yargılarda bulunup, bu yargıları Allah’ın hükmü olarak ilan eden kadılardan söz edilmektedir. Daha sonra Hz. Ali (a.s.) kadıların bu ihtilaflarına neden olan birçok ihtimali açıklayarak "tasvip teorisi"[i]nin iptaline temasla, bu teoriyi çok dakik bir tahlile tabi tutarak batıl olduğunu, deliller ve mantıksal kurallarla beyan ediyor.

Hz. Ali (a) Hütbenin sonunda, hakka kavuşma yolu olarak Kuran’ı tanıtıyor ve konuyla ilgili (bazı) meselelere değiniyor. Dolayısıyla bu hutbe ve ihtiva ettiği derin ve dakik konuları, ictihad kaynaklarından birisinin Kuran’ı Kerim olan Şia fakihlerinin yapmış olduğu içtihatla yakından ve uzaktan bir ilgisi söz yoktur. Bilakis bu hutbe (Şia ulemasının takip etmiş olduğu) yöntemi teyid ediyor.



[i] Tasvip: yani kadıların vermiş oldukları fetvaların birbirinden farklı olmasına rağmen, hepsini doğru ve ilahi hükümle uyum içinde kabul etmek.

Ayrıntılı Cevap

Bazı araştırmacılara göre Nehc’ül-Belağa’ın 18. hutbesi, 17. hutbenin bir bölümüdür. Ancak Seyit Razi’nin (r.a.) tedvin ve toplamasında bu ikisi birbirinden ayrılmıştır. Hütbenin içeriği ve muhtevası da bu konuyu teyid eder şekildedir. Zira 17. hutbede cahil ve salih olmayan kadılardan (yargıç) söz edilmektedir. Sözkonusu kadılerin vermiş oldukları yanlış hüküm ve yargıları, halkın mal, can ve namusunun emniyetini tehlikeye atıyor ve birçok toplumsal bozukluklara kaynaklık yapıyor.

18. Hutbede de Hz. Ali’nin (a) sözü, kiyas, istihsan ve şahsi görüş (re'y) gibi gevşek ve temelsiz delillere dayanarak, halk arasında yargıda bulunup yaptıkları yargılarını "Allah'ın hükmü" olarak bildiren kadılarla ilgilidir. Hz. Ali (a) kendi sözlerine şöyle başlıyor:

"Bazen ahkâmlardan bir hükümle ilgili bir dava konu ediliyor, kadı o konuyla ilgili kendi "şahsi görüş"üyle hüküm ediyor. Daha sonra aynı dava, başka bir kadının yanında konu ediliyor, ikinci kadı birinci kadının vermiş olduğu hükmün tam tersine bir hüküm veriyor. Daha sonra, bütün bu kadılar (tek bir konuyla ilgili farklı hükümlerde bulunmasına rağmen) kendilerini kadı olarak tayin eden rehberlerinin yanına gelip toplanıyorlar ve o da hepsinin görüşünü tasdik ve tasvip ediyor. Hepsinin fetvasını gerçekliklerle uyum içinde olduğunu bildiriyor".

Şayet birbiriyle tezat teşkil eden hükümlerin hepsinin de doğru, isabetli ve Allah'ın hükmü olarak kabul edilmesi, birçoğu için çok anormal ve şaşırtıcı olabilir. Lakin bu bir gerçektir ki, Ehlisünnetten bir grup, böyle bir inanca (tasvip anlayışına) sahiptir. Elbette onlar, kendilerini çok sıkıntı ve darlıklara soktukları için, bu anlayışı kabul etmek mecburiyetinde kaldılar. Hz. Ali (a), bu tefekkür ve anlayışı doğru bulmayıp reddetmiş ve şöyle buyurmuştur: "Bütün bu olan ve bitenler Allah, peygamber ve kitaplarının bir olmasına rağmen gerçekleşmiştir".

Kuşkusuz bir Allah'tan tek bir mesele hakkında ancak tek bir hüküm çıkar. Zira Allah bütün hakikatleri ve her şeyi eksiksiz bir şekilde bilir, hata etmez ve mukaddes zatında unutkanlık diye bir şey sözkonusu değildir. O ne pişman olur ne zamanın geçmesiyle mechul kalmış bir şey Kendisi için aşikâr olur. Dolayısıyla var olan bu ihtilaflar O'nun tarafından olamaz. Onların Peygamberleri birdir ve bütün şeyler de (vahyi almakta, vahyi ulaştırmakta ve ...) masumdur, Allahın hükmünü eksiksiz bir şekilde beyan etmiştir, dolaysısıyla bütün bunlar dikkate alınınca var olan ihtilafların, O'nun tarafından olması da düşünülemez. Kur'an da onların kanun ve program kitabıdır. Hiçbir değişikliğe ve tahrife uğramamıştır. Onun muhteva ve içeriğinde tezat diye birşey sözkonusu değildir. Zira o Allah tarafındandır. Dolayısıyla semavi bir Kitap olan Kuran’ın, ihtilaflara kaynaklık ettiği de söylenemez. Öyle ise, bu kadıların ayrılığa düşmeleri, doğru olmayan kendi fikirlerinden kaynaklanılıyor. Asıl itabariyle Hz. Ali (a), bu hutbede "tasvip inancını " (tezat ve çelişki teşkil eden gürüşleri hepsini aynı anda doğru kabul eden görüşü) doğru bulmayarak, tevhit inancından sapıp bir çeşit şirke yöneldiğini açıklıyor.

Hz. Ali hutbenin ikinci kısmında detaylı bir şekilde "tasvib teorisine" değiniyor ve (tasvip teorisinin kaynaklanabileceği) bazı ihtimalleri soru şeklinde ortaya atarak hepsini reddediyor. Şöyle buyuruyor:

“Birinci ihtimal: Allah'u Teâlâ kendilerine ihtilafa düşmelerini emr etmiş olması) bu ihtimal kesinlikle batildir. Zira tek ve bir olan Allah, sürekli vahdete ve birlikteliğe davet ediyor.

İkinci ihtimal: "Bütün noksanlıklardan beri olan Hak Teâlâ, onları ihtilaflara düşmekten sakındırmış, ancak onlar biz itaatsizlik yaptık demeleri? Bu ihtimal de doğru değildir. Zira bütün Kadılar (yargıç ve hakimler) Allah’ın emirlerine itaat ettiklerini iddia ediyorlar".

Üçüncü ihtimal: "Allahın dini eksik ve onu kâmilleştirmek için kendilerinden yardım talep edilmiş olması. Bu ihtimal de doğru değildir. Zira müslüman olan her kes, Allahın dininin kâmil olduğunu kabul ediyor".

Dördüncü ihtimal: "Acaba bunlar, Allah’ın ortakları unvanıyla kanun koyucular olarak telakki edilebilir mi? Bu ihtimal de kabul görümemektedir. Zira hiçbir müslüman Allaha ortak olan bir ortağı kabul etmiyor".

Beşinci ihtimal: "Allah'u Teâlâ dini kâmil bir şekilde inzal etmesine rağmen acaba Peygamber (s.a.a) onu tebliğ ve kendi görevini yerine getirmek noktasında kusur yapmış olması? Bu ihtimal de geçersizdir ve hiçbir müslüman Nebiyi Ekrem (s.a.a) hakkında böyle bir şeyi tasavvur edemez.

Sonuç itibariyle Hz. Ali (a) olabilecek bu beş ihtimali açıklayarak "tasvibe” giden yolu kapatıyor ve onun batıl olduğunu ilan ediyor. Hutbenin devamında Hz. Ali, Kuran’ı Kerim ve onun nurani ayetlerine muracaat etmeyi, hakikata giden yol olarak tanımlıyor. Zira bu Kitapta her şey beyan edilmiştir. Peygamber (s.a.) ve Masum İmamların rivayetlerinden yararlanarak Kuran’dan hükümlerin istinbat edilmesi gerekiyor.

Hz. Ali (a) hutbenin sonunda Kuran’ı Kerimi överek şöyle buyuruyor: "Kuran’ı Kerimin zahiri güzel ve düzenlidir, batını derin ve kapsamlıdır. İnsanları hayrette bırakacak ve onları şaşırtacak nükteleri bitecek değil, kendisinde saklı olan sır ve hikmetler de sona erecek değildir. Karanlıklar ve sapıklıkların bertaraf olunması, ancak onun aydınlatmasıyla mümkün olacaktır".

Hz. Ali’nin (a), bu hutbede Müslümanları "tasvip teorisi"ne inanmaktan nehyetmesinin sebebi budur. Onları Kuran’a müracaat edip, ahkâmları ondan istinbat (çıkarma) etmeye taşvik ediyor. Asıl itibariyle bu hutbe Müslümanları, Şia fakihleri arasında müstalah ve yaygın olan ictihada teşvik etme yönündedir.[1]

Zikre şayandir ki, fakihlerin kitap ve sünnet hakkındaki görüşleri iki çeşittir: a). Bir grup kitap ve sünneti yeterli görmeyip, dini meselelerin cevabını bulmak için başka kaynaklara yönelmişler ve sözkonusu kaynaklar noktasında ihtilafa düşmülerdir. Kimisi kiyası,[2] kimisi "mesalih-i mürsele"yi[3] kabul görmüş, kimsi de daha farklı şeylere yönelmiştir. b) Diğer bir grup da Kuran ve sünneti, dinin asıl kaynakları olarak kabul ederek bu metinleri[4] anlamak için çaba gösterirler. Elbette bu metinlerin anlaşılması, bütün insanlar için aynı derecede mümkün olmadığı için farklı görüşlerin ortaya çıkması da gayet doğaldır.[5]

Emir’ül Mümininin yukarıda söz konusu yaptığı kınama ve yermeleri doğal ve tabii bir bir ilmi çalışmaya yönelik olmadığı kesindir ve O'nun kınama sebeplerinden bir kaçını şöyle sıralamak mümkündür:

a)                   Nassa karşı kendi şahsi görüşüyle (re'y) amel edilmesi.

b)                   Kadının (yargıç), hükmü dakik bir şekilde anlamak için yeterli çabayı göstermemesi ve hükmün delillerini gerektiği gibi incelenmemesi.

c)                   Allah'ın kelamını anlamak için, gerekli metot ve kuralların kullanılmaması.

d)                   Dinin gerçek müfesirleri olan Ehli Beyt (s.a.) İmamlarının varlığına rağmen, başka kimselere müracat ederek, kendilerini Ehli Beyt İmamlarının ilim ve beyanlarından mahrum bırakmaları.

e)                   Allah'ın kitabına ve Peygamberin sünetine müracat etmeyi bırakıp kiyas, istihsan ve... gibi yöntemlerden yararlanılması.

Dikkat edilmesi gereken şudur ki, Şia fakihlerinin ahkâmdaki ihtilafları ise yukarıda sayılan nedenlerden dolayı değildir.

Sonuç itibariyle: Fakihlerin şer'i hükümler bağlamındaki farklılıkları çok azdır; zira islamın zaruriyatlarından (gereklilik) sayılan namaz, oruç, haç vb. gibi öğretilerin aslında ihtilaf bulunmamaktadır. Zaruriyatlar dışında kalan öğretilerde ise, her ne kadar fetva ve görüşlerde ihtilafların varlığı mümkün ise de, ama bu ihtilaflar doğal ve tabii olması yüzünde yerilecek bir şey de değildir.[6]



[1] Daha fazla bilgi edinmek için “Peyam-i İmam, şerh-u nehcü-l balaga”, Ayetullah Mekarım-ı Şirazi, c 1, s 608 den itibaren.

[2] Fıkhtaki "kıyas" mantıkdaki "temsil/analoji"nin aynısıdır. Hiçbir şekilde yakini sağlayamıyor. En fazla zann ve sanıyı doğurabilir.

[3] İslam hukukundaki maslahat türlerinden olan mesâlih-i mürsele tam karşılığına gönderilmiş maslahat denilebilir. Mesâlih-i mürsele, 'aslî deliller'den (Kur'an, Sünnet, icmâ ve kıyas) lehinde veya aleyhinde delil bulunmayan maslahatlara verilen isimdir. (fıkıh usulu, Fahretin Atar).

[4] Dini metinleri doğru bir şekilde anlamak için, metodolojik ve yöntemli olmak gerekir. Bu bağlamda bir konunun doğru bir şekilde anlaşılması münkün olabilmesi için konuyla irtibatlı tüm konulara muracat etmek gerekir. Bu metodu izlemekle birlikte müteber ve şer'i delillere dayanarak Allah’ın hükümlerini anlamak için çalışan bir kimse bazen bu yolda hatalar yapsa da kınanma ve ayıplanma bir yana Allah'ın hükümlerini anlamak için gerekli yolda göstermiş olduğu çabadan ötürü mükâfatı hak etmiştir. Bizim rivayi mecmualarımızda Masum imamlardan (a) şöyle nakl edilmiştir: “Kendi çaba ve gayretleriyle Allahın hükmünü doğru bir şekilde anlamak doğrultusunda çaba ve gayret sarf etmiş bir müctehid için, Allah'ın gerçek hükmüne varmış ise iki ecir ve mükâfat (birisi onun göstermiş olduğu gayret ve çabalar karşılığı diğeri doğru olan hükme varabildiği için), Allah'ın hükmüne varamamış tatbik etme noktasında hata etmiş ise, onun için bir mükâfat vardır. Bu mükâfat onun Allah'ın hükmünü anlamak doğrultusunda göstermiş olduğu çaba ve geyretler karşılığıdır. Aslında bu bağlamda iki tür hatanın var olduğunu söyleyebiliriz. a) yöntem ve metodolojik hata: yani gerekli ve meşru olmayan yollar ve yöntemlerle Allahın hükmünü istinbat etmeye kalkışıp neticede Allahın hükmünü anlamak noktasında yapılan hata. b) normal ve insanın ihtiyarı haricinde olup masum olmayan kimselerin çok mübtela oldukları hata. Ayıplanma ve kınanma sürekli insanın ihtiyarı dahilinde gerçekleşen hatalara yöneliktir, ihtiyarı dahilinde olmayanlara değil.

[5] Bir taraftan istinbat kaynağı olan kaynak kitaplarda, çelişkili ve uyum içinde olmayan rivayetlerin var oluşu, diğer taraftan fakihlerin bu bağlamda kabul gördükleri farklı usuli mebnaların ve... var oluşu, ulemanın vereceği fetvalarında da farklılığın var bulunmasını çok tabii ve doğal gösterir. Örneğin bir fakih bir rivayeti sahih diğeri ayni rivayeti sahih görmeyebilir ve...

[6] Sahih ictihdın ihtiyaç duyduğu diğer ilimler hakkında daha geniş bilgi edinmek için 1. Mebani Kelam-i İctihad, (ictihdın kelamsal ilkeleri), ustad Hadevi Tahrani, 2. Konu: Kuran ve İctihat. 66. Soruya müracat ediniz.

Diğer Dillerde Soru Tercümesi
Yorumlar
yorum Sayısı 0
Lütfen soruyu doğru giriniz
örnek : Yourname@YourDomain.com
Lütfen soruyu doğru giriniz
Lütfen soruyu doğru giriniz

Konusal Sınıflandırma

Rastgele Sorular

  • Göğe ne kadar çok çıkılsa oksijenin o oranda azaldığı bilimsel bir gerçektir. Kur’an’da bu gerçeğe işaret eden bir ayet var mı?
    13874 Tefsir 2010/12/28
    ‘Kur’an’ın kapsamlılığı’ hakkında görüş bildiren alim ve müfessirler, Kur’an’ın, pozitif bilimlerin bütün mesele ve ayrıntılarını ele alıp almadığı konusunda aralarında görüş birliği yoktur.Kimileri Kur’an’ın -bir ansiklopedi gibi- bilimsel konuların bütün detaylarını içerdiğini söylemekte, kimileri Kur’an, hiç bir bilimsel konuya değinmemiştir demekte, ...
  • Hazreti Muhammed’in (s.a.a) dokuz yaşında eşimi vardı?
    3807 پیامبر اکرم ص 2018/11/14
    İslam peygamberinin hayatını, eşlerinin özeliklerini ve peygamberin onlar ile olan ilişkilerini incelemek şu noktayı açığa çıkarır: Eğer Peygamber müteaddit eş edinmiş ise bu eylemin çeşitli hikmetleri bulunmaktadır. Burada onlardan bazılarına işaret edeceğiz. Öncelikle Peygamberin Ayşe ile olan evliliğinde şunu bilmemiz gerekir ki bu evlilik Ayşe’nin ...
  • Acaba din bir tane midir yoksa çeşitli midir?
    7115 Yeni Kelam İlmi 2010/01/02
    Dinden kasıt, Allah tarafından gönderilen ve Peygamberler (a.s.)'ın vasıtasıyla tebliğ edilen akaid, ahlak, kanunlar topluluğu ise bu durumda din tektir. Dinler arasında ki fark sadece hükümler arasında ki küçük ayrıntılardır ki, bireysel ...
  • Yüksek düzeyde kârla muzarebe yapmak doğru mudur?
    5646 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2010/12/29
    Bu sorunun kısa cevabı yoktur. Ayrıntılı cevap seçeneğini tıklayınız. ...
  • Peygamberin buyruğuna göre Kur’an’ın batın ve tefsirini açıklayan kimdir?
    9396 Eski Kelam İlmi 2011/08/17
    Bu içerik değişik tabirlerle imamlar (a.s) hakkında zikredilmiştir. Oların imanın temsilcileri, Kur’an’ın gerçek müfessirleri, konuşan Kur’an ve Kur’an’ın emirlerini aşikâr kılanlar oldukları ve başlarında da İmam Ali’nin (a.s) yer aldığı belirtilmiştir. Elbette bu hususun İslam inançlarında kanıtsal bir desteği de mevcuttur. Buna örnek teşkil edecek rivayetler vardır. Bu cümleden ...
  • Ehl-i kitap, meadın cismani olduğuna inanıyor mu? Lütfen bu alanda bir kaç kitap tanıtır mısınız?
    7999 Tefsir 2010/12/28
    Cevabın daha iyi anlaşılabilmesi için birkaç noktaya dikkat çekmek gerekiyor:1-Ehl-i kitabın (ister Yahudi olsun, ister Hıristiyan, ister Zerdüşt) öğretilerinde cismani mead adı altında bir konudan özel olarak bahsedilmemiştir. Bu yüzden bu konuda söyleyeceğimiz şeyler Ehl-i kitabın dini kitaplarından mead inancı hakkında anladıklarımızdır.
  • Berzah âleminde ilmî tekâmül gerçekleşebilmektedir, ama amelî tekâmül mümkün değildir. Bu konu felsefî açıdan ispat edilebilir mİ?
    11767 İslam Felsefesi 2012/01/23
    Kur’an ve rivayet açısından berzah eksenli tekâmül kabul edilmiş bir konudur. Felsefe de buna değinmiş ve onun hakkında değişik bahisler dile getirilmiştir. İnsanın berzah âleminde farzları yerine getirerek ve haramlardan sakınarak daha yüksek bir tekâmüle ulaşması anlamında olan ilmî tekâmülün mümkün olmadığını ilkönce hatırlatmak gerekir; çünkü berzah âlemi yükümlülük ...
  • Şia’daki adaletin Mutezile ile farkı nedir?
    10518 Eski Kelam İlmi 2012/01/23
    Şia ve Mutezile’den ibaret her iki okul da adaleti kendi mezhep usullerinden biri olarak ilan etmekte ve her ikisi de aklî iyi ve çirkine inanmaktadır; yani bir takım konular hakkında hatta mukaddes şeriat tarafından bir hüküm belirtilmemişse dahi, insan aklı yalnız başına onların iyi veya kötü olduğunu ...
  • Ölümden sonra ruhun, dünyanın işleri ve olaylarından haberi olabilir mi?
    39809 Eski Kelam İlmi 2010/06/12
    Kur’an-ı Kerim’den ve Masum İmamların (a.s) rivayetlerinden, öldükten sonra ruhların dünyaya gelebildikleri, yakınlarının, eş ve dostlarının vs. durumlarından haberdar oldukları anlaşılmaktadır. Meleklerinde bu işteki rolü reddedilmediği gibi buna açıkca değinilmiştirde.Rivayetlerde bu konuda şöyle buyurulmaktadır:1- ‘Şüphe yok ...
  • İkinci Halife, Hz. Ali (a.s)’ın damadı mıydı?
    12708 تاريخ بزرگان 2010/01/16
    İkinci halifenin Hz. Ali (a.s)’ın kızı Ümmü Kulsümle evlendiği konusu hem Şii, hem de Sünni rivayetlerde gelmiştir. Ama bu olayı anlatan rivayetler aynı olmayıp, birbirlerinden farklıdırlar. Sünni ve Şii rivayetlerde ortak olan nokta ikinci halifenin Ümmü Kulsüm’ü istediği, ama ...

En Çok Okunanlar