Gelişmiş Arama
Ziyaret
9544
Güncellenme Tarihi: 2009/11/01
Soru Özeti
Acaba İnsanın tekâmülü sadece özgür irade ve ihtiyari ameller ile mi mümkün?
Soru
Ayetler ve rivayetlerden istifade ediliyor ki insanın tekâmülü sadece özgür irade ve ihtiyari ameller ile mümkündür. Acaba bunun anlamı şu mudur ki insanın tekâmülü gerçekleşmesi özgür iradeye bağlı (zati itibar ve haddi zatinde) ve bu iradenin olmaksızın gerçekleşmesi imkânsızdır? Eğer böyle ise bunun felsefi delili nedir? Ve eğer Allah insanı diğer yaratıklar gibi ihtiyarı olmaksızın kemale ulaştırsa bunun işkâlı olabilir mı? Lütfen felsefi açıdan cevap veriniz.
Kısa Cevap

Felsefi açıdan en aşağı dereceden vücudun en üst mertebesine varıncaya kadar varlıkların seyri her zaman öyle bir şekildedir ki vücutsal olarak en alttaki derece daha üsteki mertebenin tenezzül etmiş mertebesidir. Daha üst ve kâmil mertebe de, kendisinin aşağısında olan mertebenin kemaline sahiptir. Bu silsilenin bir ucunda bütün kemalleri mutlak bir şekilde kendisinde bulundura mutlak bir vücut karar almıştır. Vücut silsilesinin bir ucunda bulunan bu mutlak varlığın sahip olduğu kemallerden birisi de irade ve ihtiyar sıfatıdır. Bu sıfat vücudun tüm mertebelerine, her mertebenin sahip olduğu kabiliyet oranında tenezzül etmiştir. Bu bakışla irade ve ihtiyarın farklı türleri muhtelif dereceleriyle bütün varlıklarda var olmuş ve ilahi meşiyet yaratıkların vücut mecrasından cari olunuyor.

Buna binaen “eğer Allah insanı diğer yaratıklar gibi onların ihtiyarı olmaksızın kemale ulaştırsa bunun işkâlı ne olabilir” şeklinde sorulan bu sorunun temeli, felsefi açıdan yanlış faraziyelere bina edilmiştir. Cebri tekâmülün muhal oluşu şunun içindir ki irade ve ihtiyar vücudun zatındandır. Bu nedenledir ki varlığın tekâmülü cebri şeklinde olduğunu tasavvur etmek şu anlamdadır ki varlık vücutsal olarak tekâmüle ulaştığı halde tekâmüle sahip değildir. Oysaki her ikisi tek bir şeydir. Yani bir diğerinin aynısıdır. İhtiyarın en üst mertebesine haiz ve bundan dolayı ilahi hilafet makamına mazhar olan insan hususunda da durum aynıdır. Aslında ihtiyar sıfatının kendisi ilahi hilafet makamının kendisidir. İşte sahip olduğu bu ihtiyar makamından dolayıdır ki kendisi bütün yaratıklardan daha faziletli kılınmıştır. Bunu insandan selbetmek aslında bu makamın kendisini ondan selbetmek anlamındadır. Bu da nakti garaz yani hedefe aykırı ve ters hareket etmektir.

Başka bir tabirle tekâmül sadece vücudun mertebelerinde gerçekleşiyor. Vücudun mertebelerindeki tekâmül ise ihtiyarın mertebelerindeki tekâmülün aynısıdır. İşte örfte bu tür tekâmüle aşk denilmektedir. Bu da ilahi bir emanet ve ihtiyarın zatı ve aslı sayılmaktadır. İnsanın en üst mertebedeki tekâmülü ilahi hilafette asıl itibariyle ilahi aşkta fani ve Allah ile bakı (fenaü fillah bekaü billah) kalmaktır. İşte bu mertebenin kendisi zati itibariyle zaten en üst mertebeyi gerekmektedir.        

Ayrıntılı Cevap

İnsanın tekamülünde ihtiyarın gerekliliği hakkında sorulan soru felsefi bir cevap gerektiren felsefi bir soru olmaktansa kelami ve kelami konuların etkisinde kalınarak ortaya atılan bir şüphedir.   Ama eğer felsefi görüşle bu konuya değinmek istesek tekâmül hakkında da vücut ve ilahi adalette ihtiyarın konumunu vücutsal bakımından değerlendirmeye tabi tutmak gerekmektedir. 

“Felsefe-i Mutalilye” ve “teorik İrfan” bu konular hakkında önümüze, birçok müphem ve sorun için cevap olabilecek bir yol haritasını sergileyebilir. Varlık âlemine yönelik olan bu bakış açısında derinleşmenin kendisi söz konusu şüphelerin kendiliğinden ortadan kaldırmasını sağlıyor.

Felsefe açısından tekamülde ihtiyar ve iradenin konumunu açıklamak için şu mukaddimenin beyanı lazım gelmektedir: Yükselişe doğru (kavsi sudi) şekillenen vücutsal hareket, madde merhalesinden başlamış ilahi makama varıncaya kadar devam ediyor ki ilahi hilafet varlık aleminin gayesi sayılmaktadır.

Vücudun her mertebesi ve tekâmülün her derecesi; en alt ve düşük mertebesinden en yüksek ve yüce mertebesine kadar “vücudi repti’n” (bağ konumunda olan vücut) bir derecesine sahiptir. Sahip olduğu bu vücut varlığının sahip olduğu mertebenin hak Teâlâ’dan yakınlık derecesini gösteren mizandır. Her mertebe kendisinden düşük olan kemal mertebesine sahip ve aşağıdaki mertebelerde kendilerinden üstün olan mertebelerin sahip olduğu kemale sahip, elbette kendilerinin bulundukları mertebeye münasip bir şekilde.

Böylece vücudun muhtelif kemalleri her mevcutta sahip olduğu vücutsal şiddet oranında yükseliyor ve bu kemalin aşağıdaki menzilelere tenezzül etmesi sahip olduğu kabiliyet oranında zahir oluyor. Vücutsal olan bu kemallerden birisi irade ve ihtiyar sıfatıdır. Her mertebede onun has bir miktarı zahir oluyor.

Arifler bütün yaratıklarda cari ve sâri olan bu genel ve kapsamlı kavrama aşk tabirinin yakıştırmışlardır. Kuranı kerimde de yaratıkların secdesi ve tesbihi şeklinde tabir edilmiştir. Bu bakış açısıyla hiçbir varlık ne cemadat ve nede bitkisel varlıklar bundan müstesna değildirler.

Nitekim Molla Hadi Sebzevari ihtiyarin mertebelerinin vücut âleminde cereyan ettiği konusu hakkında şöyle diyor: “Bütün eşyalar muhtar, irade, ihtiyar ve kudret sahibi olan varlığın (Allahın) mazharı olma gereğince bütün varlıklar ihtiyar sıfatına sahibidirler. Cemadatlar bile sahip oldukları kabiliyetlerince (zarfiyet) ihtiyar sahibidirler. Öyle ise insan ihtiyar ve kudret sahibi olan varlığın zuhurudur. Bu nedenle onda kudret ve ihtiyar vardır”.[1]

Buna binaen irade, belki ihtiyarı vücudun zatında ve onun tüm mertebelerinde var olduğunu ve onun zatından olduğunu kabul edersek (ki felsefi olarak kabul etmek gerekir) bunu göreceğiz ki felsefi açıdan ihtiyar ve iradesiz bir varlığın tekâmül bulacağını tasavvur etmek imkânsızdır. Bir varlığın cebri ve iradesiz bir şekilde tekâmüle vardığını tasavvur etmek şu anlamdadır ki vücutsal tekâmülün olduğu halde ihtiyardaki tekâmüle sahip değildir. Oysaki bu ikisi tek bir şey idi ve lazim melzum idiler. İhtiyarın en üstün mertebesine sahip olan insan hususunda da onun ilahi hilafet makamı yüce ihtiyar makamının aynısı ve onun bütün yaratıklardan daha faziletli olmasına neden olan unsurda işte bu niteliktir. İhtiyar sahibi olma niteliğini insandan selbetmek onun sahip olduğu bu makamı ondan selbetmek demektir. Bu da nakdigarez sayılmaktadır.

Başka bir beyanla vücudun her mertebesinde var olan ihtiyar ikincisel bir şey değildir. Bilakis her mertebenin zatından sayılıyor. Buna binaen ihtiyar niteliği vücudun zatından ayırt edilemez.

Böylece felsefi açıdan varlık âleminde ki onun bütün mertebelerinde şuur ve bilinç var olmaktadır cebir diye bir şey hâkim değildir ki insan ondan istisna edilmiş olsun. Bilakis tam tersine insan yalnız değil bütün varlık âlemindeki tüm yaratıklar tefviz olmaksızın ihtiyar sahibi olma kapsamındadır. Ama insanda, onu ilahi hilafet makamına layık kılacak derecede has bir irade var olmaktadır. Sahip olduğu has iradeye ilahi emanet de tabir edilmiştir. İnsanın asıl makamı olan makam işte bu makamdır. Evrenin tüm varlık ve yaratıklarından farklılaştıran ve daha değerli hale getiren makamda bu makamdır. Kuran kerimde bu bağlamda şöyle buyrulmaktadır: “Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler. Onu insan yüklendi. Çünkü o çok zalimdir, çok cahildir”.[2]

Bu nedenle insan bağlamında ihtiyar sahibi olmaksızın genel anlamıyla tekâmüle erişmek ve has anlamıyla ilahi hilafete ve velayete varmak akli olarak imkânsızdır. Bu bakımdandır ki Allahın iradesi ilk baştan beri yaratıklar bazında en üstün feyze taalluk etmiştir. Ama yaratıkların iktizaları zati olarak bunun kâmil bir şekilde zuhur etmesine mani olmuştur.

Her çı hest ez kamet-i na saz bi endam-i ma’st

Ver ne teşrif tu ber balayi kesi kutah nist

Yani ne varsa bizim endamsız ve uygun olmayışımızdandır Yoksa senin kimsenin üzerine teşrif buyurman hiçte zor değildir.

Yapılan açıklamalardan vücutsal tekâmül ihtiyarın tekâmülün aynısı ve onun en yüce ve yüksek mertebesi Allahın halifesi olmaktır. İrfan bakımından da ilahi hilafet zati itibariyle bu anlamdadır ki nihayet insan aşkta Allah’ta fani olup Onun la baki kalmaktır. Bu da aşkın en üstün derecesini gerektirir. Aşk da ihtiyarın kendisidir. Buna binaen insanın nihai tekâmülü ki Allahın meşiyet aynası olmaktır aşk denilen cevherin olmaksızın gerçekleşmesi zati itibariyle imkânsızdır. Aşk ile cebrin arası kesinlikle iyi değildir. Bilakis aşk ihtiyarın asıl tözüdür.[3]

 


[1] Kadrdan Karameliki, Muhammed Hüseyin, “Nigahi Sivum bı Cebr ve İhtiyar”, s. 159. (Molla Hadi Sebzevari, “Esraru’l-Hikem” adlı esierinden alıntı yapılmış, s. 113).

[2] Ahzap, 72.

[3] Bu konu bağlamda daha fazla bilgi edinmek için filozoflar perspektifinden  “emrun beynel ermen” konusuyla alakalı bahislere bakınız. Hakeza barzah alminde irade ve ihtiyar ve hakeza vücudun mertebeleri konusunda yazılan açıklamalara müracaat ediniz.

 

Diğer Dillerde Soru Tercümesi
Yorumlar
yorum Sayısı 0
Lütfen soruyu doğru giriniz
örnek : Yourname@YourDomain.com
Lütfen soruyu doğru giriniz
Lütfen soruyu doğru giriniz

Konusal Sınıflandırma

Rastgele Sorular

  • Berzahta veya kıyamette ezan okunacak mı?
    7481 Diraytü’l-Hadis (Hadis Etidü) 2012/04/03
    1- Berzah aleminde ezan okunması konusunda hadis kaynaklarında herhangi bir şey yoktur. 2- Bir rivayette İmam Bakır (a.s) şöyle buyuruyor: ‘Resul-i Ekrem (s.a.a) miraca gittiğinde geçmiş bütün Peygamberler Onun yanına geldiler. Cebrail, Allah’ın emriyle ezan okudu ve kamet getirdi.[1] 3- ...
  • Aşura günü oruç tutma hakkında Peygamberden (s.a.a) hadis var mı? Aşura günü oruç tutmak müstehap mıdır?
    10676 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2011/10/15
    Şianın muteber kaynaklarında Hz. Muhammed’den (s.a.a) aşura günü oruç tutmanın müstehap olduğunu gösteren herhangi bir hadise rastlanmamaktadır. Sadece O’nun (s.a.a) siretinde aşura günü oruç tuttuğunu gösteren hadisler vardır. Örneğin bir hadiste İmam Rıza (a.s) şöyle buyuruyor: ‘Resulullah (s.a.a) aşura günü oruç tutardı.’ Ama böyle rivayetleri esas alarak ...
  • acaba hem Allah-ı sevmek ve hem de ondan korkmak mümkün müdür?
    9244 Pratik Ahlak 2010/12/18
    Allah u Teâlâ'ya yönelik, ümit ile korkunun birlikte ve beraber oluşları, bazı yerlerde ve zamanlarda da mehabetin oluşu hiç de hayret verici bir durum değildir. Zira bu durum yaşamımızın her tarafını kapsamış, ancak biz bu durumdan, bu durumun şiddetli bir şekilde açık olduğundan dolayı gafiliz. ...
  • Hz Zehra’nın şehadetinin kesin tarihi nedir?
    10332 تاريخ بزرگان 2012/04/15
    Hz Zehra’nın (a.s) şehadet günü hakkında tarih kitaplarında birkaç görüş vardır. Bazı tarihçiler bunun Hz Peygamberin vefatından 40 gün sonra bazıları 6 ay sonra ve bir grup da 8 ay sonra gerçekleştiğini belirtmiştir. Aynı şekilde imamlarımızdan (a.s) nakledilen rivayetlerde iki tarih belirtilmiştir ve birçok Şia âlimi Hz ...
  • Arafat’ta durmanın sır, fazilet ve adabı nedir?
    10983 Pratik Ahlak 2011/08/17
    Arafat’ta durmanın sırrı hakkında birçok rivayet bulunmakta ve hepsi bu mübarek günün azamet ve faziletini göstermektedir. Arafat günü insanın kendisini tanıdığı ve de dua ve yakarış ile Allah’ın kerem ve ihsan sofrasında yer edinebilmek için arı bir niyet ile Allah’ın misafirliğine kabul olduğu gündür. Şeytan bu günde ...
  • Yaşamımda sürekli sorun ve buhranlarla karşı karşıyayım, benim için bir çözüm yolu var mıdır?
    7409 Eski Kelam İlmi 2011/04/11
    İnsanlar sürekli değişik yollarla Allah’ın sınamasına tabi tutulur ve başarılı şahıslar ancak bu sınamalardan yüz akıyla çıkanlardır. Bu esas uyarınca Allah’ın rahmetinden meyus olmayın ve Allah’a dua etmeyle, O’ndan rızık talebinde bulunmayla ve sorunları gidermeyi istemeyle birlikte mevcut durumunuzun iyilileşmesi için çalışın. Her halükarda ...
  • Neden Allah boşanmadan çok nefret etmektedir?
    9671 Hukuk ve Şer’I Hükümler Felsefesi 2012/03/12
    Boşanma ve evlilik arasında bir karşıtlık bulunduğundan, Allah’ın boşanmadan nefret etmesinin nedenini öğrenmek için, ilkönce evliliğin önemi açıklanmalıdır.[1] Yüce Allah Kur’an’da insanların çift yaratılmasını huzur ve sükûnet sağlayan ilahi ayet ve nişanelerden saymıştır.[2] Masumların (a.s) rivayetlerinde de evlilik büyük bir öneme ...
  • İslami düşüncenin kapsamlılığıyla ilgili dengeli bir proje sunmak mümkün müdür?
    8109 Eski Kelam İlmi 2007/08/23
    İslam, gönderilmiş olan son ve en mükemmel dindir. Bundan dolayı insan hayatını ilgilendiren bütün toplumsal ve ferdi alanlarda bu dinin yol gösterici olması beklentisi içerisindeyiz. “İslam’da sistematik düşünce teorisi “ İslam dininin kapsamlılığıyla ilgili dengeli bir teoridir. ...
  • Yezit İmam Hüseyin’i (a.s) neden öldürdü?
    14560 Eski Kelam İlmi 2011/08/03
    Birçok delil Yezit b.Muaviye’nin ahiret ve kıyamete hiçbir inancı olmadığını göstermektedir. O, üç yıllık yönetimi süresince İmam Hüseyin’i (a.s) şehit etmek, Medine’yi yağmalamak ve tahrip etmek, sahabelerden ve diğer kesimlerden[1] birçok ferdi öldürmek ve Allah’ın evini taşa tutmak ve ...
  • İlim ve ameli birleştirmek için uygun ve etkili çözüm nedir?
    6344 Pratik Ahlak 2012/01/18
    İslamî usuller esasınca, ancak salih ameli peşinden getiren bir ilim ve bilgi faydalı olabilir. Ama bununla birlikte bazı âlimlerin salih amel işlemekten geri kaldığını gözlemlemekteyiz. Bu konu değişik nedenlerden kaynaklanabilir. Mesela onlar sadece bir takım ıstılahları öğrenmiş, gerçek bilgin olmamış, bilgilerine önem vermemiş, dünya hayatını ahirete tercih etmiş, dinî ...

En Çok Okunanlar