Gelişmiş Arama
Ziyaret
9216
Güncellenme Tarihi: 2011/07/14
Soru Özeti
Allah tarafından müteaddit Peygamberlerin gönderilmesindeki hikmet nedir?
Soru
Neden Allah u Teâlâ göndermiş olduğu bir önceki Peygamberin sözlerini tahrif olunmaktan korumadı ve Onun getirmiş olduğu şeraiti daha kâmil etmek için bir sonraki Peygamberi göndermeye gerek duydu?
Kısa Cevap

Allah u Teâlâ’nın lütfünün tecelli ettiği yerlerden birisi hiçbir ümmeti hiçbir zaman kılavuzsuz (hidayetçi) bırakmaması ve daima peygamberleri göndermiş olması ve yeryüzünü hüccetsiz bırakmamasıdır. Ama müteaddit dinlerin var olması ve daha sonraki dinlerin tekâmül bulması farklı dönemlerde beşer fikrinin tekâmül bulması nedeniyledir. Başka bir beyanla ilkel insanların sahip oldukları yetenek kâmil bir dinin tüm düsturlarını alabilecek seviyede ve durumda değildi. Bu nedenle kâmil olan İslam dini daha önceki insanlar (ümmetlere) için gönderilmedi. Bilakis ardı ardına peygamberler ve Resuller gönderildi. Gönderilen her Resulün insanlara sunmuş olduğu şeraitle insanlar eğitildi. Böylelikle yavaş yavaş ve tedrici olarak insanların algılama ve alabilme yetenekleri yükselerek son ve kâmil olan dinin gönderilmesi için zemine hazırlandı. Peygamberimiz hz. Muhammed dönemine gelinceye kadar bu durum böyle devam etti. Bu döneme gelindiğinde insanlar fikirsel ve algılama gücü bakımından nispi bir tekâmüle vardılar. Bu nedenle Allah u Teâlâ en kâmil ve en kapsamlı dinini yani İslam dinini gönderdi ve bu dini koruma görevini ve tefsir etme vazifesini Masum İmamların (a.s.) uhdesine verdi. Her halükarda bu dinin baki kalabilmesi, korunması ve savunulmasının zeminesi toplumun kendisi arasında var olan bazı kişiler vasıtasıyla mümkün duruma geldi. Zira toplum içinde dinin cevheriyle irtibat kurup hakikatini alıp diğer insanların ihtiyarine sunabilen kimseler vücuda gelmişlerdi.  

Bu açıklamayla daha önceki dinlerin tahrif oluşlarını düzeltmek için yeni Peygamberlerin gönderilmesine neden olan tam delil değil, bilakis söz konusu delillerden birisidir. Bu bir taraftan, diğer taraftan bir dinin tahriften korunması insanların sahip oldukları potansiyellerden kopuk bir şekilde değerlendirilmesi imkânsızdır.

Ayrıntılı Cevap

Allah u Teâlâ’nın lütfünün kulları için tecelli ettiği yerlerden birisi hiçbir ümmeti hiçbir zaman kılavuzsuz bırakmamış olmasıdır. Zira insan birkaç âlemi geride bırakan ve önünde var olan birkaç âlemi de geçmesi gereken bir varlıktır. Bu dünyada ilahi bir kılavuz ve vahiyle irtibatı olan bir yol gösterici olmadan hangi âlemlerden geldiğini ve hangi âlemlerden ve nasıl geçmesi gerektiğini bilemiyor. Bu soruyu cevaplandırmak ve bu ihtiyacı gidermek için Allah u Teâlâ şöyle buyuruyor: “Ve le kad beasna fi kulli ummetir rasulen[1]  Gerçekten biz her ümmet içinde Resul günderdik[2] ve im min ümmetin illa hala fiha nezîr”.[3] Hiçbir ümmet yoktur ki, aralarında bir uyarıcı gelip geçmiş olmasın. “Summe erselna rusulena tetra[4] insanlar için kılavuz ve hidayetçi olsun diye “Sonra arka arkaya peygamberlerimizi gönderdik”.[5]

İlahi ayetler, Masumlardan nakledilen hadisler ve akli deliller esasınca hiçbir zaman yeryüzü ilahi hüccetten, ilahi bekçilerinden ve dini tebliğ eden kimselerden boş kalmamıştır. “Kitap ehlinden inkâr edenler ile Allah’a ortak koşanlar, kendilerine apaçık delil gelinceye kadar (küfürden) ayrılacak değillerdi”.[6] Aslında bu ayeti kerime kelam ilminde konu olan lütuf kaidesine işaret etmektedir. Allah u Teâlâ hücceti tamamlamak için her ümmet ve her kavim için apaçık deliller gönderecektir. [7] İlahi dinler kemal dereceleri bakımından bir konumda değildiler. Ama ihtiva ettikleri asıl davet bakımından ve ilahi Peygamberlerin insanları davet ettikleri hakikat (zamansal, mekânsal, sosyal ve kavimsel şartların farklı olmasına rağmen) tek bir çeşitti. Bütün peygamberler insanları Allaha kul olmaya ve tağuttan sakınmaya davet ediyorlardı. “Ve le kad beasna fi kulli ummetir rasulen eni'budullahe vectenibut tağut”. “Andolsun biz, her ümmete, “Allah’a kulluk edin, tâğûttan kaçının” diye peygamber gönderdik”.[8] Zira eğer tevhit anlayışının temeli sağlam olmazsa, zihniyetlerden ve insani toplumlardan tağuttanlar uzaklaştırılmazsa reformsal içerikli programların hiçbirisinin uygulanması mümkün olamayacak.[9]  

Ama buradaki soru şu: Neden Allah u Teâlâ ilk baştan beri kâmil bir din gönderip ve onu peygamberler vasıtasıyla korumadı, bilakis ardı ardına birçok peygamber gönderdi?

Bu sorunun cevabında söylenmesi gereken şey şu: Bir anne ve babayı düşününüz. Kendi küçücük çocuğunu terbiye etme noktasında tüm ahlaki meseleleri ve amel etmesi gereken tüm düsturları ilk merhalede söylemiyor. Bu merhalede bütün bu düsturlara amel etmesini de onlardan beklemiyor. Belki çocuğuna bu talimatları verirken birkaç merhale takip ediyorlar. Her merhaleye has bazı düsturları kendisine söylüyor ve o merhalede çocuğundan olan beklentisi de o merhaleye uygundur. Bu durum devam ediyor ta çocuk erginlik ve buluğ çağına varıp aklı kâmil olununcaya kadar. Çocuk bu merhaleye geldiği durumda artık kendisine verilmesi gereken talimatlar bir bütün olarak kendisine veriyor ve verilen talimatlara uygun vazifesini yerine getirmesini de kendisinden bekliyorlar.[10]

İnsan konusunda da durum bundan farklı değildir. İlki olarak gönderilen Peygamber (hz. Âdem (a.s.)) döneminde kâmil bir dinin bu merhaledeki insanlara sunulmasının istidadı ve potansiyeli yoktu. Zira insan fikirsel bazda farklı dönemlere sahiptir. Fikirsel bağlamda ilerledikçe fikirsel ve psikolojik ihtiyaçları da daha fazlalaşır ve karmaşıklaşıyor. Diğer taraftan da alabilme ve daha zor düsturları uygulayabilme kabiliyeti de yükseliyor. İnsan denen varlık ilk baştan beri bu kabiliyetlere sahip değildi. Bu esas gereğince ilk başta, öğretileri kolayca anlaşılır ve düsturları kolayca uygulanabilir niteliklere sahip şeri’atlerin gönderilmesi lazım geliyordu. Bu seyir böylece devam ederek istidatları gelişmiş ve İslam dininin içermiş olduğu muhtevayı taşıyabilecek insanlar vücuda gelinceye kadar devam etmiş.

Bu nedenle ilk Peygamber unvanıyla gönderilen hz. Âdem (a.s) birinci nesil insanların seviyesini (zarfiyetine) göz önünde bulundurmuş ve onların taşıyabilecekleri niteliğe sahip düsturları sunmuştu. Daha sonraki peygamberler dönemindeki nesillerin seviyesi ilerlemiş ve her peygamber kendi dönemindeki neslin gelişimine ve gerçekleşen tekâmüle tekabül edecek düsturlar getirişlerdir. Peygamberimiz hz. Muhammedin (s.a.a.) dönemine kadar bu durum devam etti. Hz. Muhammed artık en kâmil ve son dini getirdi ve insanların ihtiyarine sundu. Artık ondan sonra bir din gelmeyecektir.

Gerçi Allah tarafından gönderilen bütün ilahi peygamberler insanları tek bir Allaha davet etmiş ama her peygamberin getirmiş olduğu şeriat bir sonraki peygamberin gelmesine kadar geçerliydi ki daha önceki peygamber bu peygamberin geleceğinden de haber vermiştir. Daha önceki dinlere tabi olan bütün insanlar, Allah tarafından mucizeleriyle gönderilen yeni peygamber ve yeni dine tabi olmakla yükümlü kılınmuşlardı.

Buna binaen İslam dininin gelmesiyle daha önceki dinlerin tümü nesh (ibtal) edildi ve takipçileri bu kâmil ve son dine tabi olmakla ve ona itaatle yükümlü idiler.

Bu açıklamayla daha önceki dinlerin tahrif oluşlarını düzeltmek için yeni Peygamberlerin gönderilmesine neden olan tam delil değil, bilakis onlardan birisidir. Bu bir taraftan, diğer taraftan da bir dinin tahriften korunması insanların sahip oldukları potansiyellerden kopuk bir şekilde değerlendirilmesi doğru olmadığı gibi ve imkânsızdır da.

Daha fazla bilgi edinmek için aşağıdaki adreslere müracaat edebilirsiniz:

1-   Nemaye: delayil hakkaniyet-i İslam, sual no: 275 (sayt: 73).

2-   Nemaye: hakkaniyet-i Şia, sual no: 1523 (sayt: 2011).

3-   Hadevi Tahrani, Mehdi, kitab-i mebani kelami içtihdi, s. 61, ve…

4-   Hadevi Tahrani, Mehdi, kitab-i fhverha ve porsışha, sırrı hatemiyet, s. 33.  



[1] Nahl, 36.

[2]Tefsiri nümüne”, c. 11, s. 222.

[3] Fatır, 24.

[4] Müminün, 44.

[5]Tefsiri nümüne”, c. 14, s. 245.

[6] Beyine, 1.

[7] CEVADİ AMULİ, “tefsiri mevzu”i kuran”, C. 6 (sirei peygamberen der kuran); “Tefsiri nümüne”, c. 27, s. 202.

[8] Nahl, 36.

[9]Tefsiri nümüne”, c. 11, s. 221.

[10]Şehid MUTAHARİ, “İslam ve muktaziyat-i zaman”, c. 1, s. 563.

Yorumlar
yorum Sayısı 0
Lütfen soruyu doğru giriniz
örnek : Yourname@YourDomain.com
Lütfen soruyu doğru giriniz
Lütfen soruyu doğru giriniz

Konusal Sınıflandırma

Rastgele Sorular

  • Vaktin başında namaz kılmak mı iyidir yoksa iki doğuş arasında yatmamak mı?
    5640 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2011/04/11
    Her şeyden önce bir noktaya dikkat etmeniz lazımdır:Kerahete neden olan uyku ister sabah namazından sonra olsun, ister ondan önce olsun iki doğuş arasındaki uykudur. Bu yüzden sorunuza göre siz iki doğuş arasında uyuduğunuzdan dolayı her iki durumda da kerahete mürtekip olmuş bulunmaktasınız. ...
  • Ahmet ismi İncil’in neresinde gelmiştir?
    26742 Eski Kelam İlmi 2011/11/12
    Bu konuda dikkat edilmesi gereken önemli nokta şudur: Kur’an, İncil’de İslam Peygamber’inin (s.a.a) müjdeleyici olduğunu söylüyorsa, tahrif edilmiş İncil’i değil, Hz. İsa’nın (a.s) getirdiği incili kastetmektedir. Elbette tahrif edilmiş hali hazırdaki İncil’de de, bu meseleye işaret edilmesi dikkate değer bir konudur.Hz. Mesih (a.s), “Farkilit”ın geleceği müjdesini vermişti. Bu kelime ...
  • Bazen kıbleye doğru oturuyor ve temiz imamlar (a.s) ile sohbet ediyorum ve bu esnada bedenimde özel bir hal hissediyorum ve deyim yerindeyse tüm tüylerim ürperiyor. Bu hal neyin işaretidir?
    10283 Pratik Ahlak 2012/01/18
    Bildiğiniz gibi masum hazretler (a.s) bizim amellerimizi gözetlemektedir ve rivayetlerde de bu konuya işaret edilmiştir. Kesinlikle bu ilgi onların haremindeyken veya dikkatle kendilerine sevgi ifadesinde bulunduğumuzda daha çok ve belirgindir. Öte taraftan bedenin heyecanlıyken ve manevi hallerde reaksiyon göstermesi, hepimiz için vuku bulmuştur ve ayet ve rivayetlerde de bunun ...
  • Bankanın halktan geciken taksitten dolayı aldığı “gecikme parası” faiz sayılıyor mu?
    5983 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2012/09/09
    Banka aracılığıyla gecikmiş taksitten dolayı alınan gecikme parasın hükümü hakkında bazı mercilerin görüşleri aşağıda açıklandığı şekildedir: Ayetullah Uzma Hamenei’nin (Allah onun ömrünü uzun etsin) Defteri: Çalışmalarını “İslami Şura Meclisi’nin” tasvip ettiği kanunlar esasına göre yapan ve “Gözetleme Şurası’nın” teyit ettiği bankanın uygulamasında bir ...
  • İlahi yaşam nasıl bir yaşamdır? Şu andaki yaşamla bir tezaddı var mı?
    7834 Pratik Ahlak 2012/01/05
    Kur’an’a baksak ve ‘’Neden yaratıldık? sorusunu ona sorsak şu cevabı verecektir: ‘Ben, cinleri ve insanları, sadece bana kulluk etsinler diye yarattım.’ İbadet nedir? İbadet yani Allah’a kulluk etmektir. Yani yaptığımız bütün işler, hatta yemek içmek gibi günlük ve çok normal işlerimiz bile ilahi ve ibadi ...
  • Acaba Şia mezhebinden Sünni mezhebine geçmek caiz mi?
    4784 Diğer Konular 2018/12/08
    Esasen din ve inanç insanın akıl ve mantık yoluyla hakikati araştırması ve araması sonucu kendi seçimiyledir. İnsan temel inançlarında araştırma yapmalı ve hakikate ulaştıktan sonra onu seçmelidir. Din ve mezhep insana büyüklerinden miras kalmaz. Buna binaen dinin temel inançlarında taklit caiz değildir.[1] Zira din, ...
  • Rivayetlere göre iyi bir ortağın taşıması gereken özellikler nelerdir?
    3561 Şirket 2020/01/20
  • Anne (kadınlar) yoluyla da seyitli intikal eder mi?
    16105 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2011/06/20
    Hz. Zehra’nın (a.s) tüm evlatlarının Peygamberin (s.a.a) evlatları olduğu hususunda hiçbir şüphe yoktur. Ama Allah Resulü’nün (s.a.a) evladı olmak sıfatı ile seyit ve Haşimi olmak sıfatı arasında fark bulunduğuna dikkat etmek gerekir. Soyu Fatıma Zehra’ya (a.s) ulaşan herkes İslam Peygamberinin (s.a.a) neslindendir, ama seyitlerden değildir; zira seyit ve Haşimî ...
  • Bilal-i Habeşî Ve Hilafet Meselesi
    9683 تاريخ بزرگان 2011/08/03
    Tarihten anlaşıldığı kadarıyla Bilal-i Habeşî halifeler biat etmemiş, bazı yerlerde onlara itiraz etmiş ve hilafet sistemi için ezan okumaktan uzak durmuştur. Bu yüzden Şam’a sürgüne gönderilmiş ve orada vefat etmiştir. ...
  • “Farz” ve “vacip” hangi manaya gelmektedir? Bu iki kelime arasındaki fark nedir?
    10232 مبانی فقهی و اصولی 2014/01/21
    Farz ve vacip eğer değişik durumlarda ve özellikle ayrı (birlikte değil) bir şekilde kullanılırsa, kesinlik ve belirleme anlamına gelir[1] ve ıstılahtaki manası ise mütealliklerinin zorunlu olmasıdır. Ama bu iki kelime arasında bir farkın olduğu bazı lügat kitaplarında zikredilmiştir. Farz ve vacip arasındaki fark, farzın ...

En Çok Okunanlar