Gelişmiş Arama
Ziyaret
8555
Güncellenme Tarihi: 2012/03/04
Soru Özeti
Acaba rivayetleri silip Kuran’la yetinirse Müslümanlar arasındaki ihtilaflar vahdete dönüşebilir mi?
Soru
Son zamanlarda kendilerini vahhabilerden farklı kabul eden bir grup ortaya çıkmış ve vahhabilere benzer düşünceler ortaya atıyor. Bu grup veblak ve siteler kurmuştur. Onların düşüncelerine göre Müslümanların arasında var olan ihtilafların temel nedeni rivayetleri kabul görmektir. Rivayetlerden sahih olanları sahih olmayanlardan ayırt etmek için kurulan rical ilmine itina etmiyor. Zira Şia ve Sünniler bu ilimlerden yararlanmak farklı hükümler sunmaktadırlar, dolayısıyla tek çözüm yolu Kuran’la yetinmek ve kanun koyma komundaki rivayet ve sünneti silip Peygamber’e (s.a.a) olan itaati kur’an dairesinde farzlara münhasır kılmak ve diğer direktiflerini de farz mahiyetinde değil tavsiye mahiyetinde olduğunu savunurlar. 1- Onlara dinin içinden ve dinin dışından verilecek en iyi cevap nedir? 1. Acaba bu grup, tanınmış ve her hangi bir unvan ve hüviyeti var mıdır?
Kısa Cevap

Kur’an’la yetinme ve rivayet ve sünnetleri silme konusunun tarihçesi yaklaşık İslam’ın ilk yıllarına dayanmaktadır. Zira Ehlisünnet ve Şia kaynakları esasınca, Peygamberimiz, (s.a.a) mübarek ömrünün sona erme esnasındayken İslam ümmetini doğru yoldan sapmasını engelleyecek mahiyette kılavuzluk yapacak bir vasiyet yazmak amacıyla kalem, mürekkep ve kâğıt istedi. Maalesef peygamberin bu isteğine ikinci halife Ömer bin Hattap karşı çıkarak şöyle dedi: Allah’ın kitabı (Kur’an) bize yeter (Peygamberin sünnetine ihtiyacımız yok).

Ama asıl itibarıyla hiç kimse bizim sünnette ihtiyacımız yok şeklinde bir tevehhüm ve hayalde bulunamaz. Acaba bizim tüm vazifelerimiz cüz’iyatlarıyla ve detaylı bir şekilde kuran’da zikredilmiş midir? Acaba namaz, oruç, zekât, hac vb… bağlamda hükümlerin tamamı Kur’an da beyan edilmiş midir?

Allah-u Teala Kur’an da şöyle buyuruyor: “Peygamber (s.a.a) size ne verdiyse onu alın (uygulayın), neyi de size yasak ettiyse ondan vazgeçin. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz, Allah’ın azabı çetindir.!”[i]

Allahu Teâlâ’nın bizlere, Allah resulünün (s.a.a) sünneti olan onun emir ve yasaklarına uymamızı emrettiği apaçık ortadadır.

Ehlisünnet imamlarının dört tanesinden biri sayılan Ahmet b. Hanbel müsnedinde şöyle naklediyor: Peygamber efendimiz (s.a.a) şöyle buyurmuş: “Ben sizin aranızda, onlardan biri diğerinden daha büyük ve değerli olan iki ağır-paha biçilmez emanet bırakıyorum. Göklerden yeryüzüne uzanan ip (konumunda olan), Allah'ın kitabıdır diğeri benim soyum, Ehl-i Beytimdir. Bunlar (kıyamet gününde) havuz başında benimle buluşuncaya kadar, bir diğerinden asla ayrılmazlar.

Görüldüğü gibi bu hadiste Peygamber (s.a.a) Ehlibeyt’i (a.s) Kur’an’ın yanına karar kılmıştır. Yani Müslümanlar Allahın hükümlerini Kuran’dan almakla yükümlü oldukları gibi gerekli olduğu zamanlarda imamlardan (a.s) da Allahın hükümlerini almakla mükelleftirler. Bu ikisi beraber oldukları sürece kâmildirler; birisi olmadan diğerine sarılmak eksikliktir.

 


[i] Haşr / 7

 

Ayrıntılı Cevap

Bu tarihi geçmişi olmayan ve asır ve zamanımıza has yeni bir şüphe değildir, belki İslam Peygamberinin (s.a.a) vefatından sonra, belki daha hayatta iken bazı insanlar tarafından gündeme taşınan ilk şüphe ve konulardan birisidir.

Bu nedenle konunun daha net bir şekilde anlaşılması için ilkin bu konunun tarihçesine bir göz atacağız daha sonra sorunun cevabına ve tahliline geçeceğiz.

Kur’anla yetinme ve rivayet ve sünnetlerin silinme konusunun tarihçesi hemen hemen İslam’ın tarihçesiyle aynıdır.

Zira Peygamberimiz, (s.a.a) mübarek ömrünün sona erme üzereyken İslam ümmetini doğru yoldan sapmasını engelleyecek mahiyette kılavuzluk yapacak bir vasiyet yazmak amacıyla kalem, mürekkep ve kâğıt istedi. Maalesef peygamberin bu isteğine ikinci halife Ömer bin Hattap karşı çıkarak şöyle dedi: Allah’ın kitabı (Kur’an) bize yeter (yani peygamberin yazacağı tavsiyeye ve onun sünnetine ihtiyacımız yok). Söylenen bu sözün ispatlanması için Ehlisünnetin en önemli ve muteber kaynaklarından faydalanacağız.

Sahih Buhari, sahih Müslim, müsnedi Ahmed vb… kaynak kitaplarda şöyle nakledilmektedir: İbrahim b. Musa, Hişam bin Muammer’den, Hişam da Abdullah bin Muhammed’den, Muhammed b. Abdullah da Abdurrezak’tan, Abdurrazak da Muammer’den,  Muammer de Zühri’den, Zühri de Ubeydullah bin Abdullah bin Abbas’tan (r.a) naklediyor ki İbni Abbas şöyle dedi: “İslam peygamberi (s.a.a.) hayatının son anlarını yaşamak üzere iken Ömer b. Hattabın da içinde bulunduğu sahabeden bir grup Peygamber' in evinde toplanmıştı. O sırada Resulullah (s.a.a.) şöyle buyurdu: "Gelin bana yaklaşın size bir şey yazayım ki, ondan sonra asla sapmayasınız." Bunun üzerine Ömer deki ki: "Ağrı ve elem Resulullah'a (s.a.a.) galip gelmiştir. Kur'an aranızdadır; o bize yeter."[1] Orada bulunanlar aralarında ihtilafa düştüler ve aralarında çekişmeler gerçekleşti. Bir grup; "peygamberin istediğini getirin de sapıklığa düşmemeniz için Resulullah (s.a.a.) bir şey yazsın." diyor, bir diğer grup da Ömer'in sözünü tekrarlıyordu. Resulullah'ın (s.a.a.) huzurunda bağırıp çağırmaları ve anlaşmazlıkları çoğalınca, Resulullah (s.a.a.); "Kalkın! Yanımdan gidin!" diye buyurdu.[2] Ubeydullah dedi ki: İbn-i Abbas diyordu ki: "Bütün musibet ve belalar, Resulullah'ın huzurunda bağırıp ihtilaf ederek o önemli konunun yazılmasına engel olunduğundan dolayı meydana geldi.”[3]

Bu araştırmada asıl soruya cevap verildiğinde ikinci halifeden nakledilen bu sözü de getireceğiz. Muhterem okuyucumuzun isteği üzere de bu sorunun cevabını dinin içinden ve dinin dışından da sunacağız.

İlkin: Akli Delil:

Bu sözün doğru olduğunu farz etsek ve bütün Müslümanlar bu konuyu kabul edip ittifak etseler bile, acaba hakikaten sünnetten irtibatı kesilmiş bir Kur’an bize yeterli olabilir mi? Gerçekten Peygamberin (s.a.a) sünnetine ihtiyacımız olmayacak mıdır?

Bu durumda herkesin Kur’an’dan algıladığı bir olacak mı ve herkes onu anlamada ittifak edecek mi?

Her ne kadar bu soruya verilecek cevap, çok açık olan bir şeyi açıklamak anlamında ve vicdani uyanık olan her şahsın kendisine has bir cevabı kesin vardır. Ama buna rağmen biz burada genel bir anlamda bir cevap veririz.

Bir şeyin olanaklı olduğuna delalet eden en iyi delil o şeyin tahakkuk bulmasıdır (Edellu’d-delil ala imkani’ş-şey vuku’uhu).

1. Kur’an-ı anlamak ve yorumlamak noktasında Ehlisünnet ve Şia olmak üzere bütün Müslümanların ortak bir nazara sahip olmadıklarını görmekteyiz. Bütün müfessirler ve âlimlerin üzerinde ittifak ettikleri usul-i ve Füru-i meselelere rastlamak çok azdır.[4]

2. Acaba bizim sünnete ihtiyacımız yoktur sanısını kim hayal edebilir, acaba bizim bütün vazifelerimiz tüm detaylısıyla Kur’anda beyan edilmiş midir? Acaba namaz, oruç, zekat, hac vb… hükümlerin tamamı Kur’an da beyan edilmiş mi?

3. Eğer bu sözü kabul edersek, Ehlisünnet’in (Kur’an dışında olan) Kutubu’s-sitte (“Sahih Buhari”, “Sahih Müslim”, “Süneni Ebu Davut”, “Süneni Tirmizi”, “Süneni Nesai” ve “Süneni ibni Mace”) gibi hadis kitaplarının ve belki hadis hakkında yazılan binlerce kitabın, durumu ne olacak.

İkinci Olarak: İcma:

Günümüz dünyasında bütün fıkhi ve itikadi fırka ve mezhepler, hadisten müstağni olmadığımız konusunda görüş birliğindedirler. Müslümanların itikadi ve ameli boyuta hadise ve sünnete ihtiyacın bulunmadığı söyleye ve bu inancı savunan hiçbir mütekellimi, fakihi ve İslam dininde söz sahibi olan bir düşünürü bulamazsınız.[5]

Üçüncü Olarak Kur’an:

Allah-u Teala Kur’an-ı Kerimde şöyle buyuruyor: “Peygamber (s.a.a) size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan vazgeçin. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz, Allah’ın azabı çetindir.”[6]

Her ne kadar bu cümle “Beni Nudeyr” kabilesinin ganimetleri bağlamında nazil olmuş ise de ama içeriği Müslümanların hayatının bütün alan ve programlarını kapsayan umumi bir hüküm içermektedir[7] ve Peygamber’in (s.a.a) sünnetinin hüccet olduğuna dair açık bir senettir.[8]

Bu asıl esasınca bütün Müslümanlar, Peygamber efendimizin (s.a.a) ister İslam hükümetiyle alakalı meseleler alanında olsun ister iktisadi, ibadi ve diğer meselelerde olsun emir ve nehiylerini, cani gönülden dinleyerek itaat etmekle yükümlüdürler. Özellikle bu ayetin sonunda peygambere muhalefet edenleri şiddetli azapla tehdit etmiş olması bu bağlamda ciddi bir uyarı olduğuna delildir.[9]

Özet ve başka bir ifadeyle; Allah-u Teala’nın bizlere, Allah resulünün (s.a.a) sünneti olan onun emir ve yasaklarına uymamızı emrettiği apaçık ortadadır.

Burada, Allah-u Teala nasıl istisnasız bütün halka Peygamber’in (s.a.a) söylediği sözleri kayıtsız ve şartsız kabul etmelerini emredebilir?! Sorusunun gündeme getirilmesi mümkündür

Ancak Peygamber’i (s.a.a) masum bildiğimiz için ve bu hakkı sadece kendisi ve masum olan onun ehlibeyt imamları hakkında kabul ettiğimizi dikkate aldığımızda bu sorunun cevabı çok açık olduğu ortadadır.

Dikkate şayan olan şey şudur ki birçok rivayette,[10] Allah-u Teâlâ’nın peygamberine bu denli bir yetkinin vermesinin sebebine işaret edilmiştir. Şöyle denilmektedir ki Allah u Teâlâ onu tam manasıyla imtihana tabi tutmuş, onun büyük bir ahlak üzere ve olağan üstü bir ahlaka sahip olduğu belirtilmiş, dolayısıyla bu denli yetkiyi kendisine ifaze etmiştir.[11]

Dördüncü Olarak; Hadis:

Ehlisünnet ve Şia kaynaklarında sünnetin hüccet olduğuna delalet eden hadisler çoktur ve bizleri sünneti almaya yönlendiriyor ve teşvik ediyor.

Bunlardan bir tanesi iki fırkanın hadis kitaplarında tevatür haddinde naklolan Sakaleyn hadisidir.

Ehlisünnet imamlarının dört tanesinden biri sayılan Ahmet b. Hanbel ismini “müsned” vermiş olduğu hadis kitabında şöyle bir hadisi nakletmektedir:

Esved bin Amir şöyle diyor: Ebu İsrail yani İsmail b. İshak Mollai Atiyye’den, Atiye de Ebu Said’den naklediyor ki Peygamber efendimiz (s.a.a) şöyle buyurmuşlardır: “Ben sizin aranızda, onlardan biri diğerinden daha büyük ve değerli olan iki ağır-paha biçilmez emanet bırakıyorum. Gökten yeryüzüne uzanan Allahın ipi ve benim soyumdan benim Ehlibeytimdir. Bu ikisi (kıyamet gününde) havuz başında bana varıncaya kadar bir birinden ayrılmayacaklar.”[12]

Görüldüğü üzere bu hadiste Peygamber (s.a.a) Ehlibeyt’i (a.s) terazinin bir kefesi gibi kuranın kenarında yerleştirilmiştir. Yani Müslümanlar kurana sarılmakla mükellef ve yükümlü oldukları gibi gerekli görüldüğü durumlarda ehlibeytten de yararlanmaları ve onlara sarılmakla yükümlü ve mükelleftirler. Bu ikisi birlikte oldukları zaman kâmildiler. Onlardan birisiyle yetinmek eksikliktir.

Buna binaen: ilkin şu bilinmelidir ki; Müslüman olup rivayetleri dikkate almaksızın ilahi hükümlere amel etmek imkansızdır. İkinci olarak böyle bir şeyin mümkün olduğunu farz etsek bile sünnetin kendisi Müslümanların arasındaki ihtilaflara neden olmuş değildir. Dolayısıyla sünneti kanara itmekle bırakın ihtilafların ortadan kalkmasını veya azalmasını bir yana belki daha da fazlalaşacakları kesindir.

 


[1] Abdullah b. Ömer’den nakledilen rivayette ise; “Peygamber hezeyan söylüyor” şeklinde gelmiştir. (“Nehc-ül Hak ve Keşfus- Sıdk”, s. 333).

[2]Sahih Buhari”, c. 17, s. 417, hadis no 5237; “Sahih Muslim”, c. 8, s. 414; “Müsned-i Ahmed”, 6, s. 368 ve 478, kaynak: http://www.al-islam.com.   

[3] Hilli, Nehc-ül Hak ve Keşfus- Sıdk, Kum: daru’l-hicre müessesesi, 1407, h.k. s. 333.

[4] Bu konuda Ehlisünnet kaynaklarına müracaat ediniz.

[5] Buradaki icmadan kasıt, fıkıh ıstılahındaki mana değil, belki bizi destekleyen ihtilaf bulunmayan ve ittifak manasındadır. 

[6]ma atakumurresulu fehuzuhu ve ma nehakum 'anhu fentehu vettekullahe innallahe şediydul'ikabi” (haşr, 7).

[7] (El Muvridu la Yuhassisul varid=konu, konunun hakkında nazil olanını (ayet veya rivaye) kendine mahsus kılmıyor)

[8] En güzel olan mana, bu ayetin, Rasûlullah'ın verdiği, emrettiği ve nehyettiği herşeye şâmil bir hüküm olmasıdır. Binâenaleyh, fey' ile ilgili hüküm de bu umumîliğe dahildir. (Fahrud-din Razi, ebu Abdillah Muhammed b. Ömer, “Mefatihu’l-Gayb”, baskı, 3, darul ihya et-turas el- Arabî, 1420, h.k. c.29, s. 507, Tababatabai, Muhammed Hüseyin, “el-Mizan (Farsça tercümesi)”,baskı, 5, Kum: Defter-i İntişarat-ı İslami Camiayı müderrisini hovzei ilmiyeyi, 1374, h.k. c. 19, s. 353.  

Bu ayetin uslubundan sarfı nazar edildiği zaman, Allah Resulünün (s.a.a) bütün emir ve nehiylerine şamil olmaktadır ve sadece fey’den bir pay vermek yada vermemek manasıyla sınırlı değildir, belki emir ettiği bütün emirleri ve yasakladığı tüm yasakları kapsamaktır.   

[9] Mekarim Şirazi, Nasır, “Tefsir-i Numune” baskı, 1, Tahran: : Daru'l-Kütübi'l-İslamiye, 1374, h. k. c. 23, s. 507 ve 508.

[10] Bu konuyu içeren ve hakkında varit olan rivayetler çok çeşitli ve oldukça fazladır. onlara ulaşmak için aşağıdaki adrese müracaat ediniz: “Tefsiri Nuru’s- Sakaleyn” c. 5, s. 279 - 283.

[11] Mekarim-i Şirazi, Nasır, “Tefsir-i Numune”, c. 23, s. 509 ve 510.

[12] Müsnedi Ahmed, c. 22, s. 226, 252, 324; c. 39, s. 308.

 

Diğer Dillerde Soru Tercümesi
Yorumlar
yorum Sayısı 0
Lütfen soruyu doğru giriniz
örnek : Yourname@YourDomain.com
Lütfen soruyu doğru giriniz
Lütfen soruyu doğru giriniz

Konusal Sınıflandırma

Rastgele Sorular

  • Yemek yemek için ev sahibinden izin almak gerekir mi?
    6842 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2011/02/14
    İslami açıdan insanın yemeğinin helal ve pak olmasının yanı sıra mubah da olması gerekir yani o yemeğin sahibi de razı olmalıdır ve biz de onun razılığını bilmeliyiz. Başkalarını malını izinleri olmaksızın kullanmak haramdır. Ancak bir kimse başkasını yemek için evine davet etmiş yemek sofrasını açmış veya bir bağ sahibi ...
  • Bu asırda kızları köleliğe çekmek caiz midir?
    6938 Eski Kelam İlmi 2011/10/23
    Her şeyden önce köleliğin İslam dini tarafından temelleri atılan bir kurum olmadığını, bilakis bu fenomenin İslam’ın doğduğu çağda dünyanın tüm bölgelerinde yaygın olan bir realite olduğunu bilmeliyiz. İslam köle sahiplerine ciddi bir zarar vermeksizin ve mevcut toplumsal dengeyi ani ve hızlı bir girişimle ortadan kaldırmaksızın imkânların elverdiği ölçüde ve ...
  • Çocukken bir defa kız kardeşimin sütünü içmiş olan amcakızım ile evlenebilir miyim?
    7868 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2010/12/22
    Bu sorunun kısa cevabı yoktur. Ayrıntılı cevap seçeneğini tıklayınız. ...
  • Allah gerçekleşmeden önce insan amelini nasıl bilmektedir?
    6359 Eski Kelam İlmi 2011/08/21
    Bizim için böyle bir sorunun meydana gelmesinin sebebi, Allah ile zaman arasındaki bağı doğru anlamamamızdır. Allah ezeli, ebedi ve zaman üstüdür; yani Allah zamanı kuşatmıştır ve onunla sınırlı değildir. Esasen Allah geçmişte gelecek hakkında bilgi sahibidir diye bir şey söylememiz doğru değildir; çünkü Allah için geçmiş ve gelecek diye ...
  • Eğer birisi ramazan ayında tutmamış orucunu bir sonraki ramazan ayına kadar kaza etmezse hükmü nedir?
    6682 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2015/09/14
    sorunuzun üç sureti var: biz mercii taklitlerin görüşlerini dikkati nazarda tutarak sorununuzun her bir suretini ayrı ayrı cevaplandırırız. Bir: eğer hastalıktan ötürü orucunu tutmamış ve hastalığı bir sonraki ramazana kadar devam etmişse, tutmamış oruçlarının kazası farz değildir ve her gün yerine yaklaşık on sir (750 gram) denkliğinde ...
  • Eğer bir kız ve erkek evlenmeyi kararlaştırırlarsa ve aralarında ilişki olursa, ama erkek ahdine vefa göstermez ve kızı terk ederse günah işlemiş sayılır mı?
    9322 Pratik Ahlak 2011/08/21
    İslam ahit ve anlaşma dini olup ahde vefa göstermeyi müminlerin alamet ve sıfatlarından biri saymaktadır. Peygamber-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurmaktadır: Müminler şart ve taahhütlerine bağlıdır.[1] Maalesef bazı insanlar bu önemli hususa bağlı değildir ve menfaat, heves ve arzularının ...
  • Ben hastayım ve cep haclığımı da babamdan alıyorum. Bunun dışında param yoktur ki orucumun kefaretini verebileyim, Acaba yine orucumun kefaret üzerimde farz mıdır? Bu senenin kefaret miktarı kaç tümendir?
    6170 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2012/03/14
    Fukahanın (fıkıh âlimleri) fetvası esasınca orucunu kasten (amdi olarak) ve her hangi bir mazereti olmaksızın yiyen bir kimse üç çeşit kefaretten birisini seçmek arasında muhayyerdir. Birincisi: Bir köle azat etmek. Günümüz dünyasında köle konusu mevcut olmadığından dolayı bu şık kendiliğinden devre dışı kalıyor.
  • İmam Ca'fer Sadık'a göre Kur'an karisinin özellikleri
    12688 Kur’anî İlimler 2011/07/19
    İmam Cafer Sadık (a.s) Kur'an karisi için bir takım özellikler ve vasıflar zikretmiştir. Bu cümleden şu vasıfları zikredilebilir: Ehl-i Beyt'in velayetini bilmesi, Kur'an'ı doğru okuması, Kur'an'ı okurken ondan etkilenmesi, abdestli olması, doğru bir kimse olması ve yağcılıktan uzak durması, Kur'an'a karşı tevazu ve huşu göstermesi, ilim öğrenmek yolunda çaba göstermesi, ...
  • Hangi surede hay ve kayyum sıfatları yer almaktadır?
    17459 Tefsir 2010/11/08
    Hay ve kayyum Yüce Allah’ın iki zatî sıfatıdır. “Hay” “diri” manasında ve “kayyum” da “zatıyla kaim olan ve başkalarının kendisiyle kaim olduğu varlık” anlamındadır. Bu iki sıfat beraber bir şekilde Kur’an surelerinin üç ayetinde yer almaktadır:1. Bakara suresi 255. ayet: “
  • Dinin afetleri nelerdir?
    12217 Din Felsefesi 2010/08/22
    Din, kendisinde hata, yanlış, hasar ve afetin yer alamayacağı kutsî ve ilahî bir olgudur. Hata ve yanlış yapma beşerî hususlarla ilgilidir. Din ve dindarlığın hasarlarını bilme bahsindeki hasar ve afet, dinin hakikatiyle ilgili değildir. Bilakis insanların dine bakış tarzları, insanın dini anlama ve telaki etme şekli, ...

En Çok Okunanlar