Gelişmiş Arama
Ziyaret
5442
Güncellenme Tarihi: 2011/11/22
Soru Özeti
Adsız şehitleri şehirlerin içine ve genel yerlere defnetmek saygısızlığa sebep olmuyor mu?
Soru
1. İslam toplumunun örfünde harem masumların kabir yerlerine denmektedir. Adsız şehitlerin temiz kabri için de bu kavram kullanılabilir mi? Bunun delillerini belirtir misiniz?
2. Adsız şehitleri şehirlerin içine ve genel yerlere defnetmek saygısızlığa sebep olmuyor mu?
3. Şehitleri tanınmayan yerlere defnetmek, bilmeden yapılan bir saygısızlık değil midir?
4. Şehitlerin ailesi, azizlerinin üniversitelere, parklara ve meydanlara defnedilmesine razı mıdırlar?
5. Şehitleri mescitlere defnetmek caiz midir?
6. Adsız şehitleri genel ve halkın bulunduğu yerlere defnetmek caiz midir?
7. Adsız şehitlerin bu mekânlara defnedilmesi komşuların ve arazi sahiplerinin izniyle midir? Söz konusu bölge halkı ve sakinlerinin muhalefet etmesi durumunda şehitlerin defnedilmesi şerî bir problem arz etmez mi?
Lütfen detaylı, ilmî, dinî ve referanslı yanıtlar veriniz.
Adsız Şehitler Sitesi Direktörlüğü,
Kutsal Savunmanın Eserlerini Koruma Ve Değerlerini Yayma Kurumu
Teşekkürler.
Kısa Cevap

Harem, kapsam manasında olup yer ve zaman kapsamlarını içerir ve onun masumların (a.s) kabrine özgü olduğunun şerî ve örfî bir delili bulunmamaktadır. Bu nedenle, şehitlerin mezarı için bu kavramdan istifade etmenin şerî bir engeli yoktur. Ancak halkın genelinin saygısızlık olarak değerlendiği yerlere şehitlerin defnedilmesi saygısızlık sayılabilir. Bu husus da değişik zaman ve mekânlara göre değişkendir. Adsız olan ve doğal olarak aileleri tespit edilemeyen şehitlerin defnedilmesi İslam devletinin yükümlülüğündedir. Mescitlere defnetme hususunda ise İslamî düşünürler arasında görüş ayrılıkları vardır. Ama ilk ve meşru istifadelerin düzenini bozmamak kaydıyla ve yer sahiplerinin izniyle veya şerî hâkimin (İslam devleti) kararıyla diğer genel yerlere adsız şehitleri defnetmeye bir engel bulunmamaktadır. Elbette ahalinin ve mahaldeki sakinlerin memnuniyetsizliklerinin de göz önünde bulundurulacağı bir tarzda davranılması daha uygundur. Ama şerî açıdan onların tümünün rızasının alınmasına gerek yoktur.

Ayrıntılı Cevap

Yanıta girerken şu noktaya dikkat etmek zorunludur: İslam fıkhında ilk hükümlerin yanında İslam devletinin uygun görmesi durumunda uygulanan gelen ikincil hükümler ve devletsel hükümler de bulunmaktadır. Örneğin, ilk hükümler esasınca bir şahıs kendi mülkünde türlü tasarruflarda bulunabilir; mesela istediği yükseklikte bir bina orada yapabilir, başkalarının tasarrufta bulunmasını engelleyebilir ve hatta oraya gidip gelinmesine izin vermeyebilir. Ama İslam devleti yasalar belirleyerek binanın yasal yükseklik miktarını ilan edebilir ve hatta onun mülkünün bir bölümünü kamunun refahı için yola çevirebilir. İslam devleti mescit, üniversite ve park gibi kamu mallarına yönelik de böyle bir yetki taşır. Bu mukaddimeyle, sorunun değişik bölümlerini incelemeye koyulacağız:

1. “Harem” kavramı Kur’an-ı Kerim’de sadece Mekke şehri için kullanılmıştır[1] ve ona Allah’ın haremi de denmektedir.[2] Peygamber-i Ekrem’de Medine şehrini kendi haremi olarak ilan etmiştir.[3] Sonraki merhalelerde ve İslam ve Şii kaynaklarında bu kavram Ehli Beyt imamlarının (a.s) yaşam ve şahadet ve de defin mahalleri için kullanılmıştır. Kufe, Müminlerin Önderinin (a.s) haremi[4] ve Kerbela İmam Hüseyin’in haremidir.[5] Ama bu kavramdan istifade etmenin yukarıdaki hususlara özgü olduğunu belirten deliller mevcut değildir. Bilakis coğrafî bir alan olsa dahi saygı duyulan her alana “harem” denilebilir. Nitekim her ferdin ailesi kendisinin haremi olarak adlandırılmaktadır.[6] “Harem sera”, “mahrem” ve “namahrem” gibi tabirler de bu sözlük kökünden türemiştir. Zamansal sınırlar olan “haram aylar” da bu kategoride değerlendirilebilir. Bu esas uyarınca, şerî açıdan “harem” kavramını masumların (a.s) kabrine özgü olarak kullanmamız gerektiğini iddia edemeyiz. Aynı şekilde İslam toplumunun bu konuda örfî olarak icma ettiği de ispat edilir bir husus değildir; zira masum imam ile birkaç nesil fasılası olan imam evlatlarının kabri ve de Meysem, Ammar ve Hür Riyahi gibi şehitlerin mezarı için dindarlar tarafından bu kavramın kullanıla geldiğini gözlemlemekteyiz. Bu nedenle, adsız şehitlerin ve hatta tabii bir şekilde vefat eden salih ve takvalı fertlerin defin mahalli için “harem” kavramının kullanılması şerî olarak yasak bilinemez. Elbette “market” veya “mezar” gibi başka kavramlar da kullanılabilir.

2 ve 3. İslamî öğretilere göre, şahadetle veya hatta tabii bir şekilde vefat eden Müslümanların bedeni diri fertler gibi değerli ve saygındır ve onlara yönelik her türlü saygısızlık ve hakaret yasaktır. Ama İslam tam olarak hangi hususların saygısızlık ve hakaret sayıldığı konusunda özel bir görüş öne sürmemiş ve bunun teşhisini kamu örfüne bırakmıştır. Başka bir ifadeyle, eğer halkın geneli veya çoğunluğu bir meseleyi şehitlere ve ölülere saygısızlık olarak değerlendirirse, ondan sakınılmalıdır. Bunun aksi durumda, toplumdaki fertlerin çoğunluğunun bakışında bir davranış saygısızlık olarak addedilmiyorsa, her ne kadar azınlık bir grup bunu saygısızlık saysa da şerî açıdan bu yasak olmayacaktır. Örneğin, ruh hastalarına özgü olan bir hastane içinde insanları defnetmek onlara bir tür saygısızlık olarak değerlendirilebilir. Ama kamu vicdanında onların kutsal mekânların bir köşesi veya büyük parkların yeşil ortamımda defnedilmesi kendilerine bir saygısızlık olarak değerlendirilmez, bilakis bir tür anma ve kendilerine saygı duyma telaki edilir. Bu esasla, kati bir şekilde her kamu alanında şehitlerin defnedilmesinin saygısızlık olduğu belirtilemez. Bilakis bu hususta halkın görüşüne başvurarak şehitlerin uygun olmayan yerlere defnedilmesinden sakınılmalıdır.

4. Sorunun bu bölümünü şehitlerin muhterem ailelerinden sorunuz. Her halükarda kimlikleri teşhis edilen şehitlerin defin mahallinin belirlenmesi ilk etapta o azizlerin ailelerine aittir. Ama sorunuz adsız şehitler ile ilgilidir ve bu nedenle onların defnedilmesini üstlenecek özel bir veli bulunmamaktadır. Öte taraftan tüm adsız şehit ailelerinin bu kamu alanlarının birinde evlatlarının defnedilmesine karşı çıkması diye bir şey de görünüşte söz konusu değildir. Bu esasla, şerî hâkim (İslam devleti) o azizlerin defin mahallini belirler ve bu açıdan şerî olarak bir problem de ortaya çıkmaz.

5. İmam Humeyni (r.a) ölüyü mescide defnetme hakkında şöyle demektedir: Namaz kılan Müslümanları rahatsız etmemesi ve onlara zarar vermemesi kaydıyla mescitlere ölü defnetmenin caiz oluşu, İslamî düşünürlerin ihtilaf ettiği bir konudur. Güçlü ihtiyat göre böyle bir defin caiz değildir.[7] Diğer mercilerin fetvalarına baktığımızda da bu ihtilafı gözlemlemekteyiz. Örneğin diğer fetvalarda şöyle okumaktayız: Eğer Müslümanlara bir zararı yoksa ve namaz kılanlar için bir rahatsızlık yaratmıyorsa ve de mescidin kirlenmemesi kaydıyla, anlaşıldığı kadarıyla ölüleri mescide defnetmenin bir sakıncası ve engeli bulunmamaktadır. Elbette bunun terk edilmesi ihtiyata daha yakındır.[8] Şii fakihler, ölüleri mescitlere defnetmenin caiz ve caiz olmadığına inanların delillerini detaylı kitaplarında beyan etmişlerdir.[9] Bu görüş ayrılıkları göz önünde bulundurulduğunda adsız şehitleri mescitlere defnetmekten kaçınmak daha uygundur. Elbette bu bağlamda iki noktayı hatırlatmak gerekmektedir.

A. Belirtilen husus, bu konuda devletsel hüküm bulunmaması durumunda geçerlidir. Aksi takdirde eğer biz İslam devletinin daha önemli maslahatlar gereğince mescidi bile temelinden yıkabileceğine ve onu yol ve toplumun diğer ihtiyaçları esasınca başka bir şeye dönüştürebileceğine inanıyorsak[10], doğal olarak maslahat görmesi durumunda mescitlerde adsız şehitleri defnetme hükmünü de verebilir.

B. Tüm görüş ayrılıkları vakıf sözünün söylendiği ve mescit hükmü taşıyan mescidin gerçek kapsamıyla ilgilidir. Ama şerî olarak mescidin bir parçası sayılmayan bazı mescit bahçelerine ölünün defnedilmesi sakıncasızıdır. Bu hususta her mescidin vakıfnamesine müracaat edilmelidir.

6. Sorunuzun bu bölümüyle ilgili olarak şunları söylemeliyiz: Cevabın bir bölümü, kamu alanlarında defnedilmeleri durumunda şehitlere saygısızlık ve hakaret konusu bağlamında cevapların ikinci kısmında incelendi. Kamu alanlarındaki şehit mezarlıklarının halkın haklarıyla çelişebileceğini içeren sorunun diğer kısmı hakkında ise, Hz. İmam Humeyni’nin (r.a) fetvasına göre gasp edilmiş arazilerde defnetmenin caiz olmadığı bilinmelidir. Aynı şekilde defin dışında başka amaçlar için vakfedilmiş arazilere veya başkalarının hak taşıdığı arazilere defnetmek de gasp edilmiş arazilere defnetme hükmü taşır.[11] Bu fetvayla, şehitlerin üniversite ve par gibi yerlere defnedilmesi tamamıyla gayri meşru sanılabilir, ama biz tüm dünyada kamuya ait alanların yönetici ve sorumlularının bir şekilde kendi toplumlarının kültürüyle uyuşan yapı ve inşaatlar inşa ettiklerini gözlemlemekteyiz. Böyle bir girişim yasal ve geleneksel hiçbir sakınca taşımaz ve yöneticilerin yetkisi dâhilinde değerlendirilir. Sanat tabloları, anma yapıtları ve hatta adsız askerlerin heykelleri gibi değişik sembollerin asılması, bu hususa delil teşkil etmektedir. Bununla birlikte eğer bazı bireyler kamu alanlarında adsız şehitlerin gömülmesine muhalefet ediyorsa ve bunu kamu haklarıyla çelişmeye bağlıyorsa, göründüğü kadarıyla böyle bir muhalefet yasal ve şerî bir boyut taşımaktan çok, sizin sorunuzla irtibatı olmayan başka dürtülerden kaynaklanmaktadır. Bu esas uyarınca, örfî olarak taşıdıkları yetki çerçevesinde kendi yönetimleri altında bulunan yerlerde değişik yapı ve semboller inşa edebilen kamu alanları yöneticileri, adsız şehitlerin defnedilmesine de onay verebilir. Elbette bu konunun belirtilen kamu alanlarının normal ve meşru ilk kullanışlarında sınırlılık meydana getirmemesi gerekir. Aynı şekilde yöneticilerin izin vermemesi durumunda bile, devletsel hükümden[12] yararlanarak baştan böyle bir girişimde bulunabileceği de bilinmelidir. Bu nedenle yönetici veya devlet gördüğü maslahat ve taşıdığı yetkilerden kaynaklanan bir izin verirse, İmamın fetvasında yer alan yerin gasp edilmiş olacağı konusu bu örneği içermez.

7. Belirtildiği gibi ilk etapta ölülerin defnedilmesi için arazi sahipleri ve sorumlularının izni gereklidir, ama İslam devleti tarafından belirlenmiş bir genelgenin bulunması durumunda, bu bireyler malik ve sorumlu olmaya isnatta bulunarak adsız şehitlerin defnedilmesine engel olamazlar. Komşuların ve mahaldeki ahalinin rızasının alınması da defnin meşruiyetine kendi başına bir etkide bulunmayacaktır; zira tabii olarak normal halde böyle bir durumda tek tek komşuların rızasını almak mümkün değildir ve esasen onlar kendilerine ait olmayan bir yere birisinin defnedilmesi hakkında görüş bildiremezler. Ama bununla birlikte, eğer İslam devleti defnetmek için belirli bir noktayı ilan etmemişse ve bunun seçimini ilgili yetkililere bırakmışsa, ahalinin bu aziz şehitlerin çevrelerine defnedilmesine müspet bakacağı en azından böyle bir defnin menfi sert hassasiyetlere yol açmayacağı mekânlar seçilmeli ve de böylece Allah korusun bu büyük şahsiyetlere yönelik bir saygısızlığın yapılmasına engel olunmalıdır. Son olarak adsız şehitlerin defnedilme niteliği hakkında değişik eğilimlerin olabileceğini belirtmek gerekir. Ama her halükarda bu hususta son sözü söyleme hakkı değişik görüşleri inceleyen, en uygun şıkları seçen ve icra genelgesi sıfatıyla bunları duyuran İslam devletine aittir.



[1] Kısas, 57; Ankebut, 67.

[2] Kuleyni, Muhammed b. Yakub, Kafi, c. 4, s. 563, h. 1.

[3] a.g.e. s. 564, h. 5.

[4] a.g.e. s. 563, h. 1.

[5] a.g.e. s. 586, h. 2.

[6] İbn. Manzur, Lisanü’l-Arab, c. 12, s. 123.

[7] Humeyni, Ruhullah, Tehrirü’l-Vesile, c. 1, s. 89, mesele. 8, Müessese-i Metbuat-i Daru’l-İlim, Kum, çap-ı dovvom.

[8] Behçet, Muhammed Taki, Vesiletü’n-Necat, s. 120.

[9] Örnek olarak bkz: Muhakkik Damad, Seyid Muhammed, Kirabu’s-Salat, c. 3, s. 171, Defter-i İntişarat-ı İslamî, Kum, çap-ı dovvom, 1416 k.

[10] Sahife-i İmam, c. 20, s. 452, “hakim yol üzerinde olan mescit veya evi yıkabilir…”.

[11] Humeyni, Ruhullah, Tahrirü’l-Vesile, c. 1, s. 89, mesele. 8.

[12] Elbette bu hususta devletsel hüküm varsa. Aksi takdirde, sorumlu ve maliklerin rızasının alınması gereklidir.

Diğer Dillerde Soru Tercümesi
Yorumlar
yorum Sayısı 0
Lütfen soruyu doğru giriniz
örnek : Yourname@YourDomain.com
Lütfen soruyu doğru giriniz
Lütfen soruyu doğru giriniz

Konusal Sınıflandırma

Rastgele Sorular

  • Sigara filtresinde domuz kanının kullanılmasının hükmü nedir?
    11633 Domuz 2012/03/14
    İran’daki “sigara kurumunun” müdürünün yaptığı açıklamaya göre dünyada sigara üreten şirketleri sigaranın filtresindeki elyafının yapıştırıcısında domuz kanının hemoglobin’inden istifade ediyorlar.[1] Domuzun kendisi ve domuzun kanının necis oluşunda şek yok ve bunun haram oluşu müsellemdir. Rutubetli olarak her hangi bir yere temas ederse ...
  • Tırnağın ölü kısmında oje bulunurken abdest almak doğru mudur?
    10927 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2011/12/18
    Abdestte ellerin dirseklerden parmakların ucuna kadar tam bir şekilde yıkanması gerekir.[1] Bu nedenle tırnaklar ve onun uzamış (iki ila üç milimetre) miktarı parmaktan sayılır ve onların kâmil bir şekilde yıkanması ve üzerlerinde bir engel (oje, renk vb.) bulunuyorsa bertaraf ...
  • Hergün tövbe edebilir miyiz?
    2884 انسان و خدا 2019/09/24
    Tövbe İslam dininde ve semavi dinlerde önemli, temel konulardan olup teveccüh edilen bir öğretidir. Arifler ve Evliyanın nazarında da özel bir yeri bulunmaktadır.Her fırsatta tövbe faydalı olmakla birlikte belkide gereklidirde. Zira insan zahiren günah işlememiş olsa bile her an şeytani vesveseler ve insanı Allah’ı ...
  • Bir Müslüman’ın başlangıçta ve ilk olarak taşıması gereken inançlar nelerdir?
    9041 Yeni Kelam İlmi 2013/08/13
    Her insan iki şehadeti yani “Eşhedu en la İlahe İllalllah ve Eşhedu enne Muhammeden Resulullah” cümlesini söylemekle gerçek bir Müslüman sayılır ve Müslümanlık hükümleri ona tatbik edilir. Böyle bir insanın bedeni temiz olur, çocukları da temiz sayılır, Müslüman bir kadınla evlenmesi ve Müslümanlar ile muamele yapması mubah ...
  • Hariciler Nehravan savaşında sapmışlar mıydı? Ali (a.s) Muaviye’nin fitne ateşini söndürme hususunda kuşku duyuyor muydu?
    10264 جنگهای امام علی ع 2012/08/22
    Hariciler, Hz. Ali’nin (a.s) takipçilerinden bir grup olup Sıffin savaşında hakemlik hadisesinde kendisine muhalefet etme sebebiyle itaat etmekten sakınan ve ondan ayrılan gruba denir. Bu yüzden onlara Marikin de denmiştir. Haricilerin Sapıklıkları: Bu grubun sapıklıkları çoktur ve biz örnek sıfatıyla sadece bazılarına işaret ...
  • Hindistan ve Osmanlı İslamının teorik mukayesesi.
    6994 Fıkıh Tarihi 2010/12/04
    Osmanlı İslamıyla Hind İslamını değerlendirip mukayese etmek için bu iki ülkeye nüfuz eden ve hakim olan mezhebi bilmek gerekir. Osmanlıya (hicri 7. asırdan 10. asıra kadar) hakim olan fıkhi mezhep Ehl-i Sünnetin dört mezhebinden biri olan Hanefi mezhebidir. Ancak onlar itikatta Eş’ari mezhebine mensuptular. Hanefi ...
  • Niçin bizim mektepte imamlık makamı babadan oğla irsi olarak geçmektedir?
    6806 Eski Kelam İlmi 2010/10/05
    İmamet makamı masum olmak ve bol ilim gibi vasıflara sahip olan kişiye verilir. Bu vasıflara kimin sahip olduğunu yalnız Allah Teala bilir. Bu yüzden imamlar dünyaya gelmeden önce onların isimleri ve özellikleri Allah tarafından Peygambere bildirilmiştir. Ama imamlık veya peygamberlik makamının gereken liyakati taşıdığı için önceki peygamberin soyunda yer ...
  • Şia niçin hak yoldan çıkmıştır?
    11612 Eski Kelam İlmi 2008/05/03
    Bu sorunun daha iyi anlaşılması ve doğru cevaba ulaşmak için aşağıdaki hususlara dikkat etmek gerekir:1. Eğer Şia'dan maksadınız, Ehlibeyt mektebinin mensupları olan bazı Şiaların yapmış olduğu yanlışlar ise, bunu "Şia Mezhebi"ne maletmeniz ve mezhebin yoldan çıkmışlığı olarak algılamanız çok yanlıştır. Çünkü:İslam başlı başına kusursuzdurKusur varsa biz Müslümanlardandır.
  • Neden mürtetlik meselesinde kadın ve erkeğin hükmü farklıdır?
    5874 Hukuk ve Şer’I Hükümler Felsefesi 2010/09/06
    İslam insanlardan bu ilahî dini yeterli bir tespit ve kanıtla ve bilinçlice kabul etmelerini ve onun aydınlığında hidayete kavuşmalarını istemektedir. Ama kabul ettikten sonra onu bırakan ve kâfir olanlar için ağır bir ceza öngörmüştür; çünkü bunun İslam karşıtlığına dönük bir propaganda için bir ...
  • Ast hikmet konusunda insanın sorularını yanıtlarken yanılanların (antik Yunan filozofları) ilk hikmet konusunda da aynı yanılgıya düşmüş olması muhtemel değil midir?
    6307 İslam Felsefesi 2011/09/21
    İlmin değeri matuf olduğu özel hedef ile ölçülür ve bir ilmin değer ölçüsü o ilmin insanın ebedî saadet alanındaki işlevidir. Aklî ilimler tümel ve insan için ebedi olması hasebiyle, insanın aşkın hedeflere ulaşması için daha çok işlevseldir (her ne kadar tecrübî ilimler birçok dünyevî dirlik ortaya çıkarsa da insanın ...

En Çok Okunanlar