Gelişmiş Arama
Ziyaret
14265
Güncellenme Tarihi: 2011/07/14
Soru Özeti
Kur’an’da güneşin doğuş ve batışından ne kastedilmektedir?
Soru
Kur’an-ı Kerim bize güneşin balçıklı bir su gözenesinde battığını öğretmektedir: “Güneşin battığı yere varınca, onu siyah balçıklı bir su gözesinde batar (gibi) buldu. Orada (kâfir) bir kavim gördü. Ey Zülkarneyn! Ya (onları) cezalandırırsın ya da haklarında iyilik yolunu tutarsın dedik.” (Kehf, 86). “Güneşin doğduğu yere ulaşınca, onu kendileriyle güneş arasına örtü koymadığımız bir halk üzerine doğar buldu.” (Kehf, 90). Evvela, bilimsel bakış esasınca hiçbir zaman güneş balçıklı bir su gözenesinde batmaz. İkincisi, güneş için hiçbir batış ve doğuş yeri mevcut değildir. Bu bakış Kopernik, Kapler ve Galile’nin güneşin batışı hakkındaki keşifleriyle çelişmiyor mu?
Kısa Cevap

Bu iki Kur’an ayeti güneşin doğuş ve batış yeri gerçeğini bildirmek maksadını gütmemektedir, sadece Zülkarneyn’in güneşin doğuş ve batışıyla ilgili tasavvurunu bildirmeyi hedeflemektedir. Bu iki ayetteki batış ve doğuş yerinden kastedilen şudur: Zülkarneyn ötesinde bir kara parçası umulmayan bir deniz sahiline varır ve ufkun sonu deniz seviyesinde olduğundan güneşin denizde battığını sanır. "وَجَدَها تَطْلُعُ عَلى‏ قَوْمٍ لَمْ نَجْعَلْ لَهُمْ مِنْ دُونِها سِتْراً"  Ayeti hakkındaki sorunun ikinci bölümüyle ilgili olarak ise müfessirler bir takım hususları belirtmişlerdir: Ayet-i şerifede kinaye kullanılmıştır; yani bu topluluk yaşam olarak çok alt seviyede bulunuyordu, öyle ki onlar çıplak yaşamaktaydı veya bedenlerini güneşten korumayan çok az bir giyecekle yetiniyorlardı. Ama onları güneş vurmasından koruyacak bir ev ve meskenin olmadığı ihtimali de bazı müfessirlerce uzak görülmemiştir. Bu cümlenin tefsirinde belirtilen olasılıklardan bir tanesi de onların mekânlarının dağ, ağaç ve sığınaksız bir çöl olduğu ve onları güneşten koruyacak ve gölgelendirecek bir şeyin orada bulunmayışıdır. Bununla birlikte yukarıdaki tefsirler birbirleriyle çelişmemektedir.

Ayrıntılı Cevap

Bu iki ayet “Zülkarneyn’in” yaşam serüveninin bir kesitini açıklamaktadır. Bundan dolayı ilkönce onun şahsiyeti hakkında bazı açıklamalar yapacak ve ardından da asıl konuya değineceğiz. Hz. Ali’den (a.s) bir şahıs şöyle bir soru sorar: Ey Müminlerin Emiri (a.s) bize Zülkarneyn’den haber ver, o peygamber miydi yoksa melek miydi? Bana onun iki boynuzundan (karn) haber ver, onlar altın mıydı yoksa gümüş müydü? Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdu: O ne peygamber ve ne de melekti. İki boynuzu da ne altından ve ne de gümüştendi. O, Allah’ı seven bir erkekti ve Allah da onu sevmekteydi. O, Allah yolunda hayırsever biriydi ve Allah da onun için hayır istiyordu. Onu Zülkarneyn olarak adlandırmalarının sebebi ise şuydu: O, kavmini Allah’a çağırıyordu ve kavmi de onu dövüp başının bir tarafını kırdı. Bir süre sonra o insanlardan uzaklaştı, sonra yine onların yanına döndü ve bu kez de onu dövüp başının diğer tarafını kırdılar. Şimdi de onun gibi bir başkası sizin aranızdadır.[1] Müfessirler birinci ayetin tefsiri hakkında şöyle demiştir: “Su “gözeneği”nden kastedilen, siyah çamurlu yani balçıklı bir çeşmedir. Su bu manaya gelmektedir ve gözenekten kastedilen de denizdir; çünkü bu kelime deniz için çok kullanılmaktadır. Bundan dolayı “güneşin battığı yere varınca, onu siyah balçıklı bir su gözesinde batar (gibi) buldu” diye buyuran ayet şunu kasteder: O, ötesinde bir kara umulmayan bir deniz sahiline varır ve ufkun sonu deniz seviyesinde olduğundan güneşin denizde battığını sanır. Bazıları da şöyle demiştir: Böyle bir çamurlu çeşme, ebediler adasının bulunduğu Batı Okyanusuyla uyuşmaktadır. Söz konusu adalar kadim heyet ve coğrafyada boylamın başlangıcı sayılmaktaydı ve sonraları batmış ve onlardan bir eser kalmamıştır. " فِی عَیْنٍ حَمِئَةٍ" cümlesi " عین حامیة" yani sıcak olarak da okunmuştur. Eğer bu okuma doğruysa, sıcak deniz Afrika çevresinde yer alan Büyük Okyanusun yüksek kısmetine denk düşer ve Zülkarneyn’in batı yolculuğunda Afrika sahillerine ulaşmış olması da uzak bir olasılık değildir.[2] Bu iki ayette hiçbir zaman güneşin özel bir yeri olup oradan doğduğu ve özel bir yerde de battığı söylenmemiştir. Sadece Kur’an bu ayetlerde halkın genelinin kullandığı dili kullanmıştır. Batış yerinden kastedilen, halkın genelinin anladığı şeydir. Bu tür bir beyan toplumun genel söylemine mutabıktır. On dört asır öncesinin ilmî yadigârı olan masum imamların (a.s) nakledilen rivayetlerinde de yukarıdaki tespiti kâmilen tasdik eden işaretler mevcuttur. Bu rivayetler ve tarihsel aktarımlarda “yerin doğuları ve batıları”[3] tabiri kullanılmıştır. Çoğul kipiyle belirtilen güneşin batı ve doğusunun var olması, doğu ve batının gerçek bir husus olmadığını ve yerlere göre değişik ve çeşitli olduğunu göstermektedir.[4] O halde Kur’an’daki “doğuş ve batış yeri”’nin anlamı da bu türdendir. Çünkü o dönemde yaygın kanı, güneşin özel bir doğu ve batıya sahip olduğu olsaydı, bu durumda doğular ve batılar diye çoğul kipi kullanılmazdı. Zülkarneyn’in kıssasında çoğul kipi kullanılmamasının sebebi ise onun bir bölgeye ayak basmasıydı ve bilindiği üzere bir bölge sadece bir doğu ve batıya sahiptir.[5] Netice itibariyle Kur’an, bu iki ayette o dönemdeki normal insanların güneşin doğuş ve batışı hakkındaki sanılarını bildirmiş ve asla gerçek bir husustan haber verme (güneşin doğuş ve batış yeri gerçeği) kastı gütmemiştir. Tüm deniz yolcuları ve sahilde yaşayan insanlar denizden çıktığı ve denizde battığına dair güneş hakkında böyle bir hisse nasıl kapılıyorsa, Zülkarneyn de güneş doğduğunda güneşin belirtilen çamurlu mekandan çıktığını ve battığı zaman da o çamurlu mahalde battığını sanmıştır. Bundan dolayı Kur’an’ın "حَتَّى إِذا بَلَغَ مَطْلِعَ الشَّمْسِ وَجَدَها تَطْلُعُ عَلى‏ قَوْمٍ لَمْ نَجْعَلْ لَهُمْ مِنْ دُونِها سِتْراً " ayet-i şerifesinde belirttiği doğudan ne kastettiği de aydınlanmış olmaktadır. Kur’an’ın bu ıstılahı kullanırken yerkürenin doğu yakasında o gün imar edilmiş olarak bulunan son noktayı ve Zülkarneyn’in oraya ulaşmış olduğunu belirtmek istemektedir.[6] Tefsir-i Numune’de bu ayetten ve onda kullanılan tabirlerden hareketle çok güzel ahlakî bir yorum yapılmış ve şöyle yazılmıştır: “Her ne kadar güneşin çamurlu bir gözenekte batması kesinlikle gözlemdeki bir hatadan kaynaklansa da, bununla birlikte güneşin o azametine karşın çamurlu bir gözenek vesilesiyle örtülebileceği ihtimali de yansıtılmaktadır. Nitekim azim bir insan ve yüce bir makama sahip bir şahsiyet bir kayma neticesinde tümüyle düşmekte ve şahsiyeti görenlerce düşmektedir.”[7] Hatırlatılmalıdır ki yeniçağda ispat edilen ve tamamıyla hissel olan meselelerden sayılan konulardan bir tanesi de yerin küresel olmasıdır. Kur’an ön dört asır önce ve bilimin yeterince ilerlemiş olmadığı bir dönemde bu meseleye işaret etmiştir. Yüce Allah Kur’an’da şöyle buyurmaktadır: “ O, geceyi gündüzün üzerine örtüyor, gündüzü de gecenin üzerine örtüyor.”[8] Büyük müfessirlerden bir tanesi bu ayet hakkında şöyle demektedir: “Eğer bir insan yerkürenin dışında duracak ve yerin güneş etrafındaki doğal hareketine ve de gece ve gündüzün dönüşümüne bakacak olursa, sanki düzenli bir şekilde bir taraftan gecenin siyah şeridinin gündüzün aydınlığını örttüğünü ve öte taraftan da gündüzün beyaz renginin de gece siyahlığını örttüğünü görecektir. Ayetin orijinalindeki “yekur” fiili “tekvir” maddesinden gelip örtme manası taşımasından da yerin küresel olduğu, kendi etrafında döndüğü ve bu dönmeyle gecenin siyah şeridi ve gündüzün beyaz şeridinin sürekli onun etrafında döndüğü noktası aydınlanmaktadır. Sanki bir taraftan beyaz şerit siyahı ve diğer taraftan da siyah şerit beyazı örtmektedir.”[9] "وَجَدَها تَطْلُعُ عَلى‏ قَوْمٍ لَمْ نَجْعَلْ لَهُمْ مِنْ دُونِها سِتْراً"  Ayeti hakkındaki sorunun ikinci bölümüyle ilgili olarak ise müfessirler bir takım hususları belirtmişlerdir: Ayet-i şerifede kinaye kullanılmıştır; yani bu topluluk yaşam olarak çok alt seviyede bulunuyordu, öyle ki onlar çıplak yaşamaktaydı veya bedenlerini güneşten korumayan çok az bir giyecekle yetiniyorlardı. Ama onları güneş vurmasından koruyacak bir ev ve meskenin olmadığı ihtimali de bazı müfessirlerce uzak görülmemiştir. Bu cümlenin tefsirinde belirtilen olasılıklardan bir tanesi de onların mekânlarının dağ, ağaç ve sığınaksız bir çöl olduğu ve onları güneşten koruyacak ve gölgelendirecek bir şeyin orada bulunmayışıdır. Bununla birlikte yukarıdaki tefsirler birbirleriyle çelişmemektedir.[10]



[1] Tabatabai, Seyid Muhammed Hüseyin, el-Mizan Fi Tefsiri’l-Kur’an, c. 13, s. 374, Defter-i İntişarat-ı İslamî Camia-i Müderrisin-i Havza-i İlmiye-i Kum, Kum, çap-ı pencom, 1417 k.

[2] Tercüme-i el-Mizan, c. 13, s. 360-361.

[3] Kuleyni, el-Kafi, c. 2, s. 62 ve 115 ve c. 5, s. 69, Daru’l-Kütübi’l-İslamiye, Tahran, 1365 h.ş.

[4] Rıza İsfahanî, Muhammed Ali, Pejuheş-i Der İcaz-i İlmî-i Kur’an, İntişarat-ı Kitabu’l-Mubin, çap-ı sevvom, 1381 ş, s. 188 ve 189.

[5] Rıza İsfahanî, Muhammed Ali, Pejuheş-i Der İcaz-i İlmî-i Kur’an, a.g.e., 538

[6] Mekarim Şirazi, Nasır, Tefsir-i Numune, c. 12, s. 526 ve 528; Tabatabi, Seyid Muhammed Hüseyin, el-Mizan Fi Tefsiri’l-Kur’an, a.g.e., c. 13, s. 360 ve 361.

[7] Tefsir-i Numune, c. 12, s. 537.

[8] Zümer, 5.

[9] Mekarim Şirazi, Nasır, Tefsir-i Numune, c. 19, s. 376.

[10] Tefsir-i Numune, c. 12, s. 529.

Diğer Dillerde Soru Tercümesi
Yorumlar
yorum Sayısı 0
Lütfen soruyu doğru giriniz
örnek : Yourname@YourDomain.com
Lütfen soruyu doğru giriniz
Lütfen soruyu doğru giriniz

Konusal Sınıflandırma

Rastgele Sorular

  • Yemek yemek için ev sahibinden izin almak gerekir mi?
    6842 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2011/02/14
    İslami açıdan insanın yemeğinin helal ve pak olmasının yanı sıra mubah da olması gerekir yani o yemeğin sahibi de razı olmalıdır ve biz de onun razılığını bilmeliyiz. Başkalarını malını izinleri olmaksızın kullanmak haramdır. Ancak bir kimse başkasını yemek için evine davet etmiş yemek sofrasını açmış veya bir bağ sahibi ...
  • Bu asırda kızları köleliğe çekmek caiz midir?
    6938 Eski Kelam İlmi 2011/10/23
    Her şeyden önce köleliğin İslam dini tarafından temelleri atılan bir kurum olmadığını, bilakis bu fenomenin İslam’ın doğduğu çağda dünyanın tüm bölgelerinde yaygın olan bir realite olduğunu bilmeliyiz. İslam köle sahiplerine ciddi bir zarar vermeksizin ve mevcut toplumsal dengeyi ani ve hızlı bir girişimle ortadan kaldırmaksızın imkânların elverdiği ölçüde ve ...
  • Çocukken bir defa kız kardeşimin sütünü içmiş olan amcakızım ile evlenebilir miyim?
    7868 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2010/12/22
    Bu sorunun kısa cevabı yoktur. Ayrıntılı cevap seçeneğini tıklayınız. ...
  • Allah gerçekleşmeden önce insan amelini nasıl bilmektedir?
    6359 Eski Kelam İlmi 2011/08/21
    Bizim için böyle bir sorunun meydana gelmesinin sebebi, Allah ile zaman arasındaki bağı doğru anlamamamızdır. Allah ezeli, ebedi ve zaman üstüdür; yani Allah zamanı kuşatmıştır ve onunla sınırlı değildir. Esasen Allah geçmişte gelecek hakkında bilgi sahibidir diye bir şey söylememiz doğru değildir; çünkü Allah için geçmiş ve gelecek diye ...
  • Eğer birisi ramazan ayında tutmamış orucunu bir sonraki ramazan ayına kadar kaza etmezse hükmü nedir?
    6682 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2015/09/14
    sorunuzun üç sureti var: biz mercii taklitlerin görüşlerini dikkati nazarda tutarak sorununuzun her bir suretini ayrı ayrı cevaplandırırız. Bir: eğer hastalıktan ötürü orucunu tutmamış ve hastalığı bir sonraki ramazana kadar devam etmişse, tutmamış oruçlarının kazası farz değildir ve her gün yerine yaklaşık on sir (750 gram) denkliğinde ...
  • Eğer bir kız ve erkek evlenmeyi kararlaştırırlarsa ve aralarında ilişki olursa, ama erkek ahdine vefa göstermez ve kızı terk ederse günah işlemiş sayılır mı?
    9322 Pratik Ahlak 2011/08/21
    İslam ahit ve anlaşma dini olup ahde vefa göstermeyi müminlerin alamet ve sıfatlarından biri saymaktadır. Peygamber-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurmaktadır: Müminler şart ve taahhütlerine bağlıdır.[1] Maalesef bazı insanlar bu önemli hususa bağlı değildir ve menfaat, heves ve arzularının ...
  • Ben hastayım ve cep haclığımı da babamdan alıyorum. Bunun dışında param yoktur ki orucumun kefaretini verebileyim, Acaba yine orucumun kefaret üzerimde farz mıdır? Bu senenin kefaret miktarı kaç tümendir?
    6170 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2012/03/14
    Fukahanın (fıkıh âlimleri) fetvası esasınca orucunu kasten (amdi olarak) ve her hangi bir mazereti olmaksızın yiyen bir kimse üç çeşit kefaretten birisini seçmek arasında muhayyerdir. Birincisi: Bir köle azat etmek. Günümüz dünyasında köle konusu mevcut olmadığından dolayı bu şık kendiliğinden devre dışı kalıyor.
  • İmam Ca'fer Sadık'a göre Kur'an karisinin özellikleri
    12688 Kur’anî İlimler 2011/07/19
    İmam Cafer Sadık (a.s) Kur'an karisi için bir takım özellikler ve vasıflar zikretmiştir. Bu cümleden şu vasıfları zikredilebilir: Ehl-i Beyt'in velayetini bilmesi, Kur'an'ı doğru okuması, Kur'an'ı okurken ondan etkilenmesi, abdestli olması, doğru bir kimse olması ve yağcılıktan uzak durması, Kur'an'a karşı tevazu ve huşu göstermesi, ilim öğrenmek yolunda çaba göstermesi, ...
  • Hangi surede hay ve kayyum sıfatları yer almaktadır?
    17459 Tefsir 2010/11/08
    Hay ve kayyum Yüce Allah’ın iki zatî sıfatıdır. “Hay” “diri” manasında ve “kayyum” da “zatıyla kaim olan ve başkalarının kendisiyle kaim olduğu varlık” anlamındadır. Bu iki sıfat beraber bir şekilde Kur’an surelerinin üç ayetinde yer almaktadır:1. Bakara suresi 255. ayet: “
  • Dinin afetleri nelerdir?
    12217 Din Felsefesi 2010/08/22
    Din, kendisinde hata, yanlış, hasar ve afetin yer alamayacağı kutsî ve ilahî bir olgudur. Hata ve yanlış yapma beşerî hususlarla ilgilidir. Din ve dindarlığın hasarlarını bilme bahsindeki hasar ve afet, dinin hakikatiyle ilgili değildir. Bilakis insanların dine bakış tarzları, insanın dini anlama ve telaki etme şekli, ...

En Çok Okunanlar