Gelişmiş Arama
Ziyaret
6131
Güncellenme Tarihi: 2011/12/19
Soru Özeti
Sünnetin kanıtsallığı dünyevî işlerde midir yoksa uhrevî hususlarda mıdır?
Soru
Sünnetin kanıtsallık dairesi dünyevî ve uhrevî hususları içerir mi yoksa sadece uhrevî ve dinî hususları mı kapsar? Bu husustaki Kur’an ve hadis delilleri ve de âlimlerin görüşü nedir?
Kısa Cevap

Şia ve Ehli Sünnet mensubu usul bilginleri, sünnetin Allah Resulü’nün (s.a.a) söz, davranış ve onaylaması olduğu hususunda hemfikirdir. Şia, sünnetin imamların (a.s) söz, davranış ve onaylamasını da kapsadığına inanır. Bu yüzden imamet nübüvvetin boylamındadır ve Peygamber (a.s) ile imamların söz, davranış ve onaylaması arasında bir fark bulunmamaktadır. Şia’nın görüşünde Allah Resulü’nün (s.a.a) sünneti, ortaya çıkan hadise, olay ve konularla ilgili şerî hükümleri öğrenmenin kaynak ve temellerinden biri olması gibi, masum imaların (a.s) sünneti de bilgi kaynaklarından biri sayılır. Şehid Mutahhari şöyle demektedir: Sünnetin zahirinin kanıt olduğu hususunda hiç kimsenin bir itirazı yoktur. Allah Resulü’nün (s.a.a) sünnetinin kanıt/hüccet olduğunu ispatlamak için bir takım delillere başvurulmuştur ve bunların bazıları şunlardır:

1. Kur’an Nasları:

A. “Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan vazgeçin.”

B. “O, nefis arzusu ile konuşmaz.”

“(Size okuduğu) Kur'an ancak kendisine bildirilen bir vahiydir.”

C. Ahzab Suresi:Andolsun, Allah’ın Resulünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.”

2. Hadisler

Yüce Peygamber (s.a.a) veda haccında şöyle buyurmuştur: “Ben size iki değerli şey bırakıyorum, bu iki şeye sarıldığınız müddetçe sapmayacaksınız. Bu iki şey, Allah’ın kitabı ve Ehli Beytimdir. Bu iki şey havuzda bana ulaşıncaya dek birbirinden ayrılmaz.”[i] Bu hadis sünnetin kanıt ve muteber olduğunun göstergesidir.

3. Aklî Delil

Aklî delilden maksat, özellikle Allah Resulü’nün (s.a.a) masum olduğuna ve onun gaflet, hata ve unutmaya maruz kalmasının mümkün olmadığına delalet eden delillerdir; zira bu hususlara iman etmek, yükümlünün Allah Resulü’nün tüm amel ve sözlerinin şeriatla bağdaştığına ve diğer şahıslar için ölçü ve hüccet olabileceğine kesin olarak inanmasına neden olur. Bu aklî delil, Allah Resulü’nün sünnetinin muteber olduğunu kanıtlamak üzere öne sürülen en sağlam delildir. Bu esasla Allah Resulü (s.a.a) ve masum imamların (a.s) sünneti, tıpkı Yüce Allah’ın kelamı gibi insan hayatının tüm alanlarında muteberdir ve dünyevî ile dinî veya uhrevî hususlar arasında hiçbir fark bulunmamaktadır. Elbette biz Peygamber (s.a.a) ve masum imamların (a.s) şahsî fiillerine uyma hususunda yükümlü değiliz. Örneğin eğer Peygamber-i Ekrem (s.a.a) estere biniyorduysa, bu bizim de estere binmemiz gerektiğine delil teşkil etmez. Aynı şekilde Peygambere (s.a.a) özgü hususlarda da kendisine tabi olma yükümlülüğü taşımayız. Örneğin Peygamber-i Ekrem (s.a.a) bazı nedenlerden ötürü dörtten fazla kadınla evlenmiştir, ama diğer Müslümanların böyle bir seçim hakkı yoktur ve bu aziz İslam Peygamberine (s.a.a) özgü hususlardandır.


[i] Meclisi, Muhammed Bakır, Biharu’l-Envar, c. 2, s. bap. 14, s. 100, Müessesetü’l-Vefa, Beyrut, 1404,

إ ِنِّی تَارِکٌ فِیکُمُ الثَّقَلَیْنِ مَا إِنْ تَمَسَّکْتُمْ بِهِمَا لَنْ تَضِلُّوا بَعْدِی کِتَابَ اللَّهِ وَ عِتْرَتِی أَهْلَ بَیْتِی وَ إِنَّهُمَا لَنْ یَفْتَرِقَا حَتَّى یَرِدَا عَلَیَّ الْحَوْضَ

Ayrıntılı Cevap

Sünnet sözlükte insanların takip ettiği ve kendileri için adet şeklini alan iyi veya kötü yönteme denir. Bu manayı Allame Firuzabadi Kamusu’l-Muhit, İsmail b. Hemad Cevheri Sıhahu’l-Lügat ve İbn. Esir Nihaye’de zikretmiştir. Hakeza bu manayı Allame Muhammed b. Ali Corcani “Tarifat”’ta sünnetin manası olarak dile getirmiş ve şöyle demiştir: Sünnet kavramı sözlükte iyi veya kötü yol manasındadır.[1] Sünnet fakihlerin ıstılahında bidatin karşısında yer alır. Bidat, şeriat usulleriyle çelişen ve şerî delil olmaksızın öne sürülen her hükme denir. Sünnet ise şeriat ve şerî delile dayandırılan hükme denir.[2] Kelam ilminde sünnet kavramı iki ıstılaha sahiptir.

A. Birincisi fakihlerden sünnetin manası hakkında nakledilen manadır.

B. İkinci manası ise müstehap ile eşanlamlıdır. Yani terk etmektense yapılmasının tercih edildiği ve yapılmamasının yasak olmadığı amele denir. Şia ve Ehli Sünnet mensubu usul bilginleri, sünnetin Allah Resulü’nün (s.a.a) söz, davranış ve onaylaması olduğu hususunda hemfikirdir. Şia, sünnetin imamların (a.s) söz, davranış ve onaylamasını da kapsadığına inanır. Bu yüzden imamet nübüvvetin boylamındadır ve Peygamber (a.s) ile imamların söz, davranış ve açıklaması arasında bir fark bulunmamaktadır. İmam ile peygamber arasındaki tek fark, imamlara nazil olmayan vahiy meselesindedir. İmamlar hakikatlerin ilham edilmesi yoluyla şeriatı kavramakta ve açıklamaktaydılar. Nitekim İslam Peygamberinin de vahiy dışındaki konularda ilahi ilham ile amel ettiğine inanmaktayız ve bu yüzden kendisi “örnek” ve “itaat edilmesi gereken” biri olarak tanıtılmıştır. Şia’nın görüşünde Allah Resulü’nün (s.a.a) sünneti, ortaya çıkan hadise, olay ve konularla ilgili şerî hükümleri öğrenmenin kaynak ve temellerinden biri olması gibi, masum imaların (a.s) sünneti de bilgi kaynaklarından biri sayılır.[3]

Sünnetin Kanıtsallık Ve İtibarı

Sünnetin sözlük ve ıstılah manasını açıkladıktan sonra, onun değeri, itibarı ve kanıtsallığı hakkında söz söylemek için bir altyapı oluşmuş bulunmaktadır. Şehid Mutahhari şöyle demektedir: Sünnetin zahirinin kanıt olduğu hususunda hiç kimsenin bir itirazı yoktur. Ama Peygamber veya imamların söz veya fiil veyahut onaylamasını yansıtan haber ve rivayetler anlamındaki sünnet hakkında usulcülerin üzerinde durduğu iki önemli konu bulunmaktadır. Birincisi, “bir haberin” kanıtsallığı, ikincisi ise haber ve rivayetlerin çelişik olması meselesidir. Bu yüzden usul ilminde biri “bir haber” ve diğeri ise “taadül ve teracih” adında önemli ve detaylı iki fasıl tedvin edilmiştir.[4] Elbette sünnetin itibar ve kanıtsallığı daha ilk baştan delil taşımalıdır; zira Peygamber (s.a.a) insan olarak Allah’ın diğer kulları gibi bir kuldur. De ki “Ben sizin gibi bir insanım…”[5] Onun söz, amel ve onaylamasının diğer insanlar için örnek, numune ve pusula olması şerî ve aklî delile ihtiyaç duymaktadır. Bilimsel deyimle bu husustaki ilk esas, kanıtsallığın bulunmayışıdır ve onun kanıtsallığının ispat edilmeye ve delile gerek duymasıdır. Söz, fiil ve onaylamayı kapsayan sünnetin itibar ve kanıtsallığı ispatlanmaya ihtiyaç duysa da Kur’an nasları göz önünde bulundurulduğunda bu zor bir iş değildir ve detaylı bir bahse gerek duymamaktadır; çünkü Müslüman düşünürler bunu rahatça kabul etmişlerdir. Allah Resulü’nün (s.a.a) sünnetinin kanıt/hüccet olduğunu ispatlamak için bir takım delillere başvurulmuştur ve bunların bazıları şunlardır:

1. Kur’an Nasları:

A. “Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan vazgeçin.”[6]

B. “O, nefis arzusu ile konuşmaz.(Size okuduğu) Kur'an ancak kendisine bildirilen bir vahiydir.”[7]

C. “…Ben sadece, bana gönderilen vahye uyuyorum…”[8]

D. Birçok ayette Allah Resulü’ne (s.a.a) itaat etmek ve uymak gerekli sayılmıştır. Örnek olarak birkaç ayete işaret ediyoruz: “Biz her peygamberi sırf, Allah’ın izni ile itaat edilmek üzere gönderdik.”[9] “Allah ve Resûlü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mümin erkek ve hiçbir mümin kadın için kendi işleri konusunda tercih kullanma hakları yoktur…”[10] “Ey iman edenler, Allah'a itaat edin; elçiye itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de…”[11] “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin…”[12] “Her kim peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur…” Bu ayetler külliyatından istifade edildiği üzere, ilahi buyruk ile Peygamberin (s.a.a) emir ve yasakları istisnasız kabul edilmelidir; zira Peygamber Allah’ın buyruğu dışında bir şey söylememektedir, bütün peygamberlere Allah’ın izniyle itaat edilmiştir ve hiçbir mümin Allah ve resulünün yargısını görmezlikten gelemez. Allah Resulü’ne (s.a.a) itaat etmek, Allah’a itaat etmenin uzantısındadır. İnsanlar dünyevî, uhrevî ve dinî tüm hususlarda Allah’a itaat etmekle mükellef oldukları gibi, Allah Resulü’ne de itaat etmekle yükümlü kılınmışlardır. Bu esasla, Allah Resulü’ne (s.a.a) itaat etmek gerçekte Allah’a itaat etmektir ve Allah’a yakınlaşmak için O’nun peygamberine (s.a.a) uymak gerekir. Her ne kadar yukarıdaki ayetler, sadece sözün ve mefhumun kanıtsallığını yansıtsa da onların genelinden Allah Resulü’ne itaat etme ve uymanın gereklilik arz ettiği ve onun hayatın hem dünyevî, hem uhrevî ve hem de dinî tüm alanlarında örnek ve numune olduğu anlaşılmaktadır. “Andolsun, Allah’ın Resulünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.”[13]

2. Hadisler

Allah Resulü’nün (s.a.a) sünnetinin muteber ve kanıtsallığını ispat etmek için bazı hadislere de isnatta bulunulmuştur. “el-Madhalu’l-Fıkhu’l-İslamî” kitabında şöyle yer almaktadır: Yüce Peygamber (s.a.a) veda haccında şöyle buyurmuştur: “Ben size iki değerli şey bırakıyorum, bu iki şeye sarıldığınız müddetçe sapmayacaksınız. Bu iki şey, Allah’ın kitabı ve Ehli Beytimdir. Bu iki şey havuzda bana ulaşıncaya dek birbirinden ayrılmaz.” Bu hadis sünnetin kanıtsallık ve muteber oluşuna delalet etmektedir.[14] Aynı şekilde Muaz b. Cebel’in hadisi de sünnetin muteber oluşunu yansıtmaktadır; zira Peygamber (s.a.a) kendisine nasıl hükmediyorsun diye sorduğunda, o Allah’ın kitabıyla hükmediyorum ve onda hüküm bulmadığımda da Allah Resulü’nün sünnetiyle hükmediyorum, diye cevap vermiş ve Peygamber onu bundan men etmemiş, bilakis kendisinin amelini imzalamış ve onaylamıştır.[15] Ömer Abdullah kendi kitabında yer aldığı üzere şöyle söylemektedir: Sünnet, şeriatın delil ve kaynağı olarak karar kılınmıştır ve Muaz b. Cebel hadisi bunu yansıtmaktadır.[16]

3. Aklî Delil

Aklî delilden maksat, özellikle Allah Resulü’nün (s.a.a) masum olduğuna ve onun gaflet, hata ve unutmaya maruz kalmasının mümkün olmadığına delalet eden delillerdir; zira bu hususlara iman etmek, yükümlünün Allah Resulü’nün tüm amel ve sözlerinin şeriatla bağdaştığına ve diğer şahıslar için ölçü ve hüccet olabileceğine kesin olarak inanmasına neden olur. Bu aklî delil, Allah Resulü’nün sünnetinin muteber olduğunu kanıtlamak üzere öne sürülen en sağlam delildir. Her halükarda, ameli açılardan sünneti kabul etmekten başka bir çare bulunmamaktadır; zira Allah Resulü’nün sünneti itibardan yoksun olursa, Allah’ın kitabından faydalanmak ve İslamî hükümleri elde etme yolu çok sınırlı ve mahdut olacaktır ve dinî, ilmî ve içtimaî meselelerin birçok boyutunda çıkmaza girecek ve çözümsüzlükle karşılaşacağız. Çünkü Kur’an’da genellikle hükümlerin tümel özellikleri ve usulleri beyan edilmiş ve hükümlerin detay ve ayrıntıları sünnete bırakılmıştır. Kur’an hükmün teşri esasını beyan etme konumundadır, hüküm ve mevzunun tüm detay ve özelliklerini açıklama konumunda değildir. Bu yolla sünnetin zorunluluk, kanıtsallık ve itibarını ispat etmenin bir tür aklî istidlal olması da dikkate değerdir. Fıkıh ve İslam öğretilerindeki bunun örneklerine daha fazla dikkat ve müracaat etmeyle gücü daha açığa kavuşmaktadır. Örneğin Kur’an’da namaz hakkında sadece “namaz kılınız”[17] diye buyrulmaktadır, eğer sünnete güvenilmezse, asla onun nitelik, şart, cüz ve engelleri tanınamaz. Veya zekât hakkında Kur’an “zekât veriniz”[18] diye buyurmaktadır. Aynı şekilde bu konuda da sünnete müracaat edilmezse, onun özellik ve detayları müphem ve muğlâk kalacaktır. Bu, fıkhın tüm baplarında istisnasız olarak gözlemlenen bir realitedir. Bu sebeple Peygamberin (s.a.a) sünnetinin muteber olmadığını ileri süren görüşün dinin yürürlükten kalkmasını ve şeriat kanunlarının zedelenmesini gerektireceğini belirtmek gerekir. Bu ise Allah’ın hikmetiyle bağdaşmamaktadır. Bazı bilginlerin Allah Resulü’nün (s.a.a) sünnetinin kanıtsallık ve itibarını dinin zorunluluklarından saymış olmaları bu esasladır.[19]  



[1] Cennati, Muhammed İbrahim, Menabi’ İçtihad Ez Didgah-ı Mezahib-i İslamî, c. 1, s. 74.

[2] a.g.e. s. 75.

[3] a.g.e. s. 76.

[4] Mecmua-i Asar-ı Şehid Mutahhari, c. 20, s. 41.

[5] Kehf, 110.

[6] Haşr, 7. «وَ ما آتاکُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَ ما نَهاکُمْ عَنْهُ فَانْتَهُوا»

[7] Necm, 3 ve 4. «وَ ما یَنْطِقُ عَنِ الْهَوى‏، إِنْ هُوَ إِلَّا وَحْیٌ یُوحى»

[8] En’am, 50. «...إِنْ أَتَّبِعُ إِلَّا ما یُوحى‏ إِلَیَّ"...»

[9] Nisa, 64. «وَ ما أَرْسَلْنا مِنْ رَسُولٍ إِلَّا لِیُطاعَ بِإِذْنِ اللَّهِ...»

[10] Ahzab, 36. وَ ما کانَ لِمُؤْمِنٍ وَ لا مُؤْمِنَةٍ إِذا قَضَى اللَّهُ وَ رَسُولُهُ أَمْراً أَنْ یَکُونَ لَهُمُ الْخِیَرَةُ مِنْ أَمْرِهِمْ...»

[11] Nisa, 59. « یا أَیُّهَا الَّذِینَ آمَنُوا أَطِیعُوا اللَّهَ وَ أَطِیعُوا الرَّسُولَ وَ أُولِی الْأَمْرِ مِنْکُمْ فَإِنْ تَنازَعْتُمْ فِی شَیْ‏ءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللَّهِ وَ الرَّسُولِ ..."

[12] Âli İmran, 31. «قُلْ إِنْ کُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللَّهَ فَاتَّبِعُونِی یُحْبِبْکُمُ اللَّهُ..."

[13] Ahzab, 21. «لقد کان لَکُمْ فِی رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ"»

[14] Menabi’ İçtihad Ez Didgah-ı Mezahib-i İslamî, c. 1, s. 78, “el-Madhal lil-Fıkhıli’l-İslamî” s. 225’ten iktibas edilmiştir.

[15] Menabi’ İçtihad Ez Didgah-ı Mezahib-i İslamî, c. 1, s. 78.

[16] a.g.e. Ömer Abdullah, Selmü’l-Vusul İla İlmi’l-Usul, s. 261’den alıntılanmıştır.

[17]Bakara, 43. « وَ أَقِیمُوا الصَّلاةَ"..»

[18] a.g.e. «وَ آتُوا الزَّکاةَ»

[19] Menabi’ İçtihad Ez Didgah-ı Mezahib-i İslamî, c. 1, s. 80.

Diğer Dillerde Soru Tercümesi
Yorumlar
yorum Sayısı 0
Lütfen soruyu doğru giriniz
örnek : Yourname@YourDomain.com
Lütfen soruyu doğru giriniz
Lütfen soruyu doğru giriniz

Konusal Sınıflandırma

Rastgele Sorular

  • Neden Peygamberin şahsiyeti güç kazandığında değişmektedir?
    6357 Masumların Siresi 2011/04/12
    Her ne kadar bu iddiaya yönelik bir delil belirtilmemişse de her davranış değişikliğinin şahsiyet değişiminin göstergesi olmadığını bilmemiz gerekmektedir. Peygamber-i Ekrem (s.a.a) değişik durumlarda içinde bulunduğu zaman, mekân ve konum gereği zahirde farklı davranışlarda bulunmuş olabilir, ama bunların hiçbirini onun şahsiyetindeki farklılığa isnat edemeyiz. Bunun birçok ...
  • arazinin tapusunu erken alabilmek için avukat tarafından rüşvet verilmesinin hükmü nedir?
    5989 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2011/03/01
    Rüşvetin alınması, verilmesi, rüşvetin tahakkuk bulaması için vasıtalık görevinin yapılmesi bütün şekilleriyle ve her kime veriliyorsa verilsin haramdır. İster hakkın tahakkuk bulması için olsun, ister batılın ibtaledilmesi için, ister asıl işin gerçekleşmesi için olsun, ister işin daha erken gerçekleşmesi için, ister başka kimselerin hakkına zayıat verilmesine sebebiyet ...
  • Din adamlarının cemaat imamı sıfatıyla kıldıkları namaz karşılığında halktan para almaları caiz midir?
    7444 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2010/08/22
    Büyük taklit mercilerinin bürolarından aşağıdaki yanıtlar alınmıştır:Yüce Rehberlik Makamı:Kıldıkları namaz karşılığında para alamazlar. Elbette geliş, gidiş ve araba ücreti vb. sıfatıyla alınırsa, sakıncası yoktur. Devletten (namaz kılma karşılığında) aylık maaş almanın ...
  • Allah, kalbi kırılanın bedduasını kabul eder mi? Yoksa sadece hayır dualarına mı icabet eder?
    464237 Pratik Ahlak 2012/04/04
    Beddua dini öğretilerde olan bir şeydir. Örneğin Kur’an buyuruyor: ‘Kırılsın Ebu Lehebin elleri sakat olsun...’ Bir hadiste ‘Mazlumun bedduasından korkun! Çünkü onun bedduası göğe çıkar.’ diye buyurulmaktadır. Bu konuda ayet ve hadis çoktur. Ancak nasıl ki duanın kabul olma şartları varsa ve herkesin her duası kabul olmuyorsa, ...
  • Niçin ezan Arapça okunmaktadır?
    26612 Hukuk ve Şer’I Hükümler Felsefesi 2009/08/23
    Ezanın Arapça okunmasının gerekliliğinin en önemli delili ezanın bir ibadet oluşudur. Bu ibadet Peygamber-i Ekrem’in sünneti gereği olduğu gibi korunmuştur. Her ibadetin şekli ve biçimi Allah Teala’nın belirlediği, emrettiği şekilde olmalıdır. Buna ek olarak bu ibadetin asırlar boyunca tahriften uzak kalması, bozulmaması ve ...
  • Acaba dudaktan, elden, ayaktan ve benzer yerlerden ayırt edilen deriler necis midir?
    4851 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2011/06/14
    Bu konu tevzi’ul mesail (ilmihal) şeklinde yazılan kitaplarda zikredilmiştir. Bu tür kitaplarda yazılanlara dikkatinizi çekeriz: "Dudaklar ve bedenin her hangi bir yerinden ayrılma zamanı gelmiş olan ufacık deriler hatta sökülerek beden den ayırt edilse bile temizdir. Ama ihtiyati vacip gereğince bedenden ayrılma zamanı gelmeden sökülmüş olan derilerden sakınması gerekir".
  • Ubeydullah b. Ziyad’la İbn-i Mercane aynı kişiler olmalarına rağmen neden ‘vav’ (ve) ile atfedilmiştir?
    13923 Diraytü’l-Hadis (Hadis Etidü) 2011/03/03
    Bu iki cümlenin birlikte manası şudur: Ubeydullah, Ziyad’ın ve Mercane’nin oğludur. Yani anne ve babasının ismi beraber getirilmiştir. Ubeydullah b. Ziyad (bir iddiaya göre) Ben-î Ümeyye ve ‘Al-î Ziyad’dandır ve onlara edilen lanetler, ona da gelmektedir. Ama o, İmam Hüseyin (a.s) ve ashabının şehid edilmesinde önemli bir rol ...
  • Acaba İslam’da kozmopolitiz ıstılahının ifade ettiği anlama benze bir anlayış var mıdır?
    5688 حکومت دینی در نظام بین الملل 2012/11/01
    Kozmopolitizim (Cihan Vatan) mektebi evrendeki tüm insanlar, kendilerini bir diğerinin memleketlisi ve aynı vatanın insanı bilmeleri gerektiğine inanan bir anlayıştır. Bu anlayışın hedefi milliyetçiliği ve ırksal farlılıkları kenara iterek global bir edebiyata ve kültüre ulaşmaktır. İslam’da böyle bir düşüncenin olup olmadığı bağlamında kısaca şunu söylemek gerekir. İslam ...
  • Mecusiler Kimlerdir?
    21150 Eski Kelam İlmi 2011/10/22
    Arap dilinde Zerdüşt dinine mensup olanlar için kullanılan “Mecusi” kavramı, Yunancaya girdikten sonra “magus” şeklini alın kadim Farsçadaki “meguş” veya “megu” kavramından alıntılanmıştır. (İngilizcedeki magic kavramı bu kavramdan alıntılanmıştır). Bu kavram Arap diline girdikten sonra “Mecusi” şekline bürünmüştür. Mecusilerin dini olan Zerdüşt dini, kutsal kitaplar (Tevrat ve İncil) ile ...
  • Selpak (tuvalet kâğıdı) ile temizlenmek mümkün müdür?
    8093 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2011/10/22
    Tuvalet kâğıdından istifade etmek sadece dışkıdan temizlenmek için caizdir.[1] Ama idrardan temizlenmek için kesinlikle su kullanılmalıdır.[2] Suyun olmadığı yerlerde necasetin başka yerlere (beden ve elbiseler) bulaşmaması için tuvalet kâğıdı ...

En Çok Okunanlar