Gelişmiş Arama
Ziyaret
30106
Güncellenme Tarihi: 2010/10/12
Soru Özeti
Kur’an ve rivayetlerde Hz. Hızır hakkında ne gibi bilgiler var?
Soru
İncil ve Tevrat’ta peygamberler hakkında yanlış bilgiler var. Kur’an ve rivayetlerde Hz. Hızır hakkında herhangi bir bilgi var mı?
Kısa Cevap

Kur’an-ı Kerimde, Hz. Hızır’ın adı açıkca gelmemiş, ondan ‘...kullarımızdan bir kul...ki biz, katımızdan ona rahmet ihsan etmiştik ve katımızdan ilim belletmiştik.’[1] diye söz edilerek onun ubudiyetine ve sahip olduğu özel ilmi makama işaret edilmiş ve Hz. Musa b. İmra’nın öğretmeni olarak zikredilmiştir. Çeşitli rivayetlerde bu alim kişinin adının ‘Hızır’ olduğu söylenmiştir.

O ilahi bir bilgin olup, Allah’ın özel rahmetine mazhar olmuş, batına ve alemdeki tekvin nizamında görevli, bazı sırları bilen biriydi ve Musa b. İmran bazı yönlerden ondan öncelikli olsada bir yönden Onun öğretmeniydi.

Bazı rivayetlerden ve kimi ayetlerin zahirinden Onun nübüvvet makamına sahip olduğu, tevhide, enbiyayı ikrara ve semavi kitaplara davet etmesi için Allah’ın kendi kavmine gönderdiği mürsellerden olduğu çıkmaktadır. İstediği zaman Allah’ın izniyle kuru ağacı yeşertmesi veya çorak toprağı verimli etmesi ve bunların hemen gerçekleşmesi onun mucizesiydi. Bu yüzden ona ‘Hızır’ (a.s) denmiştir. Hızır onun lakabıdır. Asıl adı ‘Taliya b. Melikan b. Abir b. Erfahşad b. Sam b. Nuh’dur.

Kur’an, Hz. Hızır ve Hz. Musa’nın hikayesini şöyle anlatıyor: ‘Derken kullarımızdan bir kulu buldular ki biz, katımızdan ona rahmet ihsan etmiştik ve katımızdan ilim belletmiştik. Musa, ona, sana öğretilen gerçek bilgiden bana da öğretmen şartıyla sana uyayım mı dedi. O, sen dedi, benimle beraber bulunmaya dayanamazsın. İç yüzünü kavramana imkan olmayan birşeye nasıl sabredebilirsin ki? Musa, Allah dilerse dedi, görürsün, sabredeceğim ve hiçbir hususta sana isyan etmeyeceğim. O, bana uyarsan dedi, sana ona ait bir söz söyleyinceye dek hiçbir şey sorma bana. Derken kalkıp yola düştüler, nihayet bir gemiye bindiler, o zat, gemiyi deldi. Musa, içindekileri boğmak için mi gemiyi deldin dedi, andolsun ki pek kötü bir iş yaptın. O zat, demedim mi dedi, gerçekten de sen, benimle beraber bulunmaya dayanamazsın. Musa, unuttum dedi, bu yüzden azarlama beni ve şu arkadaşlığımızda ağır bir yük yükleme bana. Gene yola düştüler, derken bir erkek çocuğa rastladılar, o zat, çocuğu öldürdü. Musa, bir cana kıymamışken tuttun tertemiz birisini öldürdün, andolsun ki pek kötü ve menedilmiş bir şey yaptın sen, dedi. O, demedim miydi sana dedi, gerçekten de sen, benimle beraber bulunmaya dayanamazsın. Musa, bundan sonra dedi, sana bir şey sorarsam benimle arkadaş olma artık, bir daha bir şey sorarsam benden ayrılmada gerçekten de mazursun. Gene yola düştüler. Bir şehre geldiler, oranın halkından yemek istedilerse de onları konuklayıp doyuran bir tek kişi bile çıkmadı. Orada bir duvar buldular, yıkılmak üzereydi. O zat, duvarı doğrulttu. Musa, dileseydin dedi, bu hizmete karşılık bir ücret alırdın. O zat, işte dedi, seninle benim aramda artık ayrılık bu. Sabredemediğin şeylerin iç yüzünü haber vereyim sana. Gemi, denizde çalışan yoksul kimselerindi, onu kusurlu bir hale getirmek istedim, çünkü ilerde bir padişah var, bütün gemileri zaptetmede. Çocuğa gelince: Anası, babası inanmış kimseler. Bu çocuğun, onları azgınlığa ve kafirliğe sevketmesinden korktukda öldürdük. Rablerinin onlara, bu çocuğun yerine temizlikte daha ileri, merhametçe daha duygulu bir çocuğu vermesini diledik. Duvarsa, şehirdeki iki yetim çocuğundu ve altında, onlara ait bir define vardı, babaları da temiz bir adamdı. Rabbin, onların ergenlik çağına gelmelerini ve definelerini çıkarıp elde etmelerini diledi. Bunları kendiliğimden yapmadım. İşte sabredemediğin şeylerin iç yüzü.     


[1] -Kehf/65.

Ayrıntılı Cevap

Kur’an-ı Kerimde, Hz. Hızır’ın adı açıkca gelmemiş, ondan ‘...kullarımızdan bir kul...ki biz, katımızdan ona rahmet ihsan etmiştik ve katımızdan ilim belletmiştik.’[1] diye söz edilerek onun ubudiyetine ve özel ilmi makamına işaret edilmiş ve Hz. Musa b. İmra’nın öğretmeni olarak zikredilmiştir. Çeşitli rivayetlerde bu alim kişinin adının ‘Hızır’ olduğu söylenmiştir.

O ilahi bir bilgin olup, Allah’ın özel rahmetine mazhar olmuş, batına ve alemdeki tekvin nizamında görevli, bazı sırları bilen biriydi ve Musa b. İmran kimi yönlerden ondan öncelikli olsa da bir yönden Onun öğretmeniydi.

Bazı ayet ve rivayetlerin zahirinden Onun nübüvvet makamına sahip olduğu, tevhide, enbiyayı ikrara ve semavi kitaplara davet etmesi için Allah’ın kendi kavmine gönderdiği mürsellerden olduğu çıkmaktadır. İstediği zaman Allah’ın izniyle kuru ağacı yeşertmesi veya çorak toprağı verimli hale getirmesi ve bunların hemen gerçekleşmesi onun mucizesiydi. Bu yüzden ona ‘Hızır’ (a.s) demişlerdir. Hızır onun lakabıdır. Asıl adı ‘Taliya b. Melikan b. Abir b. Erfahşed b. Sam b. Nuh’dur. [2]

Kur’an-ı Kerim’de Hz. Hızır hakkında, Hz. Musa’nın ‘Mecma-ul Bahreyn’e gitmesinden başka bir şey gelmemiş ve özelliklerinden bir şey anlatılmamış, yalnızca: ‘Derken kullarımızdan bir kulu buldular ki biz, katımızdan ona rahmet ihsan etmiştik ve katımızdan ilim belletmiştik.’ diye söz edilmiştir.[3]

İmam Sadık’tan (a.s) şöyle rivayet edimiştir: ‘Allah salih kulu Hızır’ın ömrünü risaleti için, kitap nazil ettiği için veya onun ve şeriatının vasıtasıyla önceki peygamberlerin şeriatını neshetmek için, kulları ona iktida etsin veya Allah ona itaatı farz kıldığı için uzatmadı. Aksine alemlerin yaratıcısı olan Allah, Kaim’in (a.s) mübarek ömrünü gaybet döneminde çok uzatmak için böyle yaptı; kulların Onun ömrünün uzun oluşuna itiraz edeceklerini bildiği için salih kulunun (Hızır) ömrünü delil olması ve Kaim’in (a.s) ömrüne benzemesi için uzatmıştır. Bu şekilde düşmanların ve kötü düşüncelilerin itirazı boşa çıkacaktı.’[4]

Şüphesiz o yaşıyor ve ömr-ü şerifinden altı bin yıl geçmektedir.[5]

Hz. Hızır’ın yaşamı ve Zulümat denizine gidip ab-ı hayat içmesi tarih ve hadis kitaplarında genişçe anlatılan konulardandır. Bu konu için geniş hadis kitaplarına başvurabilirsiniz.[6]

Hz. Hızır’ın Ğadir-i Hum’da, Allah Resulü’nün (s.a.a.) vefatında ve Hz. Ali’nin (a.s) şehadet merasimlerinde bulunduğu hadis kitaplarında yer almıştır.

İmam Rıza (a.s) şöyle buyuruyor: ‘Hz. Hızır, ab-ı hayat içti; o yaşıyor ve sur üfleninceye kadar dünyada kalacaktır. O bizim yanımıza geliyor ve bize selam veriyor. Biz sesini duyuyoruz ama kendisini görmüyoruz.[7] Hac merasimine katılır, bütün menasikleri yerine getirir, arefe günü Arafat’ta vakfe eder ve müminlerin duasına amin der. Allah, gaybet döneminde onun vesilesiyle Kaim’in yalnızlığını giderir ve Onun üzüntüsünü ünsiyete çevirir.’[8]

Bu hadisten Hz. Hızır’ın (a.s) İmam Mehdi’nin (a.s) hep yanında olan otuz kişiden biri olduğu ve Onun (a.s) emriyle işlerin halledilmesi için görevlendirildiği anlaşılmaktadır.[9]

Kur’an’da Hz. Hızır.

Musa (a.s) bu ilahi alim kişinin[10] peşine düştü. Biraz gittikten sonra bir gemiye bindiler. O alim kişi gemiyi deldi! Hz. Musa ise hem büyük bir peygamber olduğu için insanların mal ve canını korumak amacıyla emri maruf ve neyhi münker yapmak zorundaydı, hem de insani vicdanı böyle bir işin karşısında susmasına izin vermediğinden itiraz edip şöyle buyurdu: ‘İçindekileri boğmak için mi gemiyi deldin, andolsun ki pek kötü bir iş yaptın.’

Şüphesiz alim kişinin hedefi gemiyi batırmak değildi. Ama bu işin sonucu gemiyi batırmaktan başka bir şey olmadığından Musa’da (a.s) hedefi anlatmak için ‘Lam-ı Ğayet’le söylüyordu.

Bazı rivayetlerde şöyle gelmiştir: Gemidekiler tehlikenin farkına vardıklarında, ortaya çıkan yarığı geçici olarak kapattılar ama gemi artık sağlam gemi değildi.

Alim adam (Hz. Hızır) kendine has metaneti ile Hz. Musa’ya dönerek ‘Demedim mi dedi, gerçekten de sen, benimle beraber bulunmaya dayanamazsın.’

Hz. Musa olayın öneminden dolayı hemen pişman oldu ve yaptığı taahhüt aklına geldi, özür diledi, üstadına dedi ki: ‘Bundan sonra sana bir şey sorarsam benimle arkadaş olma artık, bir daha bir şey sorarsam benden ayrılmada gerçekten de mazursun.’ Yani bir hata oldu ve bitti, sen büyüklüğünle bu hatayı görmezlikten gel, demek istiyordu.

Deniz seferi bittikten sonra gemiden indiler: ‘Gene yola düştüler, derken bir erkek çocuğa rastladılar, o zat, çocuğu öldürdü.’

Burada Musa (a.s) yine itiraz ederek şöyle dedi: ‘Bir cana kıymamışken tuttun, tertemiz birisini öldürdün, andolsun ki pek kötü ve menedilmiş bir şey yaptın sen.’

O değerli alimde yine kendine has serinkanlılığıyla önceki cümleyi tekrarlayarak şöyle dedi: ‘Demedim miydi sana, gerçekten de sen, benimle beraber bulunmaya dayanamazsın.’

Musa’nın (a.s) aklına utanarak verdiği sözü geldi; zira unutmuş olsa da iki kez sözünden dönmüştü ve artık yavaş yavaş üstadının sözünün doğru olabileceği hissine kapıldı. Onun yaptığı işler Musa (a.s) için başlangıçta tahammülü güç bir şeydi. Bu yüzden yine özür dileyerek şöyle dedi: ‘Bundan sonra sana bir şey sorarsam benimle arkadaş olma artık, bir daha bir şey sorarsam benden ayrılmada gerçekten de mazursun.’

Musa’nın (a.s) üstadıyla bu konuşması ve yeniden taahhüt vermesinden sonra yola koyuldular. Bir köye geldiler ve o köyün halkından yiyecek birşey istediler, ama köylüler bu misafirlere bir şey ikram etmediler. Şüphesiz Hz. Musa ve Hz. Hızır onlara yük olmak niyetinde değillerdi. Galiba yiyeceklerini yolda ya kaybetmiş ya da bitirmişlerdi. Bu yüzden onlara misafir olmak istemişlerdi (alim adam, Hz. Musa’ya yeni bir ders olması için onlara bilerek böyle bir öneride bulunmuş olabilir).

Daha sonra Kur’an şöyle buyuruyor: ‘Orada bir duvar buldular, yıkılmak üzereydi. O zat, duvarı doğrulttu.’ ve yıkılmasına engel oldu.

Hz. Musa o zaman doğal olarak aç ve yorgundu, hepsinden önemlisi bir taraftan kendisi ve üstadının yüce onuru köylülerin münasebetsiz hareketlerinden dolayı zedelendiğini görürken, diğer taraftanda Hz. Hızır’ın bu saygızlığa karşı yıkılmak üzere olan duvarı tamir etmeye koyulduğunu görüyordu. Galiba yaptıkları kötülüğün ücretini vermek istiyordu onlara. Üstadı hiç olmazsa bu işin karşılığında onlardan bir ücret alsındı ki, yemek alabilsenlerdi.

Bu yüzden verdiği taahhüdü tümüyle yine unutmuştu. Dolayısıyla yeniden itiraz etti, ama öncekilere göre daha yumuşak bir şekilde ‘Dileseydin bu hizmete karşılık bir ücret alırdın.’ dedi

İşte burada alim kişi Hz. Musa’ya son sözünü söyledi. Çünkü geçmiş olaylardan, Hz. Musa’nın Onun yaptıklarına tahammülünün olmadığını anladı ve şöyle buyurdu: ‘İşte seninle benim aramdaki ayrılık bu artık. Sabredemediğin şeylerin iç yüzünü haber vereyim sana.’

Böyle bir kılavuzdan ayrılmak çok acıydı, ama gerçekler acı olduğundan Hz. Musa bu acıyı kabullenmek zorundaydı.

Meşhur müfessir Ebu’l Futuh Razi, şöyle diyor: ‘Hz. Musa’dan (a.s), yaşamının en zor anlarından sorduklarında buyurdu ki: ‘Çok zorluklar gördüm (Firavun’un dönemdeki zorluklar, Benî İsrail’in dönemindeki çetinliklere işarettir), ama hiçbiri Hızır’ın benden ayrılacağını söylemesi kadar kalbimde etki etmedi.’[11]

Hz. Musa ve Hz. Hızır’ın ayrılmaları kesinleştikten sonra, bu ilahi üstadın Hz. Musa’nın tahammül edemediği işlerin sırrını açıklaması gerekiyordu. Gerçekte Hz. Musa’nın onunla yaptığı arkadaşlıktan elde ettiği şey birçok meslenin anahtarı ve birçok soruya cevap olacak bu ilginç üç olayın sırrını anlamış olmasıdır.

Olayların İçyüzü.

Önce geminin sırrıyla başladı: ‘Gemi, denizde çalışan yoksul kimselerindi, onu kusurlu bir hale getirmek istedim, çünkü ilerde bir padişah var, bütün gemileri zaptetmede.’

Yani görünüşte geminin delinmesi her ne kadar rahatsızlık verici olsada, perde arkasında gasıp bir padişahın pençesinden kurtulmak vardı. Çünkü padişah hasarlı gemilere el koymayı kendisine yedirmiyor, onları gasp etmiyordu. Kısacası bu iş bir grup fakirin menfaatini korumak içindi ve yapılması gerekiyordu.

Sonra genç çocuğu öldürme olayının perde arkasını açıkladı: ‘Çocuğa gelince: Anası, babası inanmış kimselerdi. Bu çocuğun, onları azgınlığa ve kafirliğe sevketmesinden korktuk da öldürdük.’

O alim kişi, o genci öldürmesine neden olarak, eğer yaşasaydı imanlı anne, babasının başlarına gelecekte getireceği kötü neticeyi delil olarak getiriyordu.

Rivayetlerde şöyle buyurulmaktadır: ‘Allah, o oğlanın yerine bir kız verdi ki, onun neslinden yetmiş peygamber dünyaya geldi.’[12]

Alim kişi üçüncü olayın yani duvarın tamirinin arkasındaki sırrı şöyle açıklıyordu: ‘Duvarsa, şehirdeki iki yetim çocuğundu ve altında, onlara ait bir define vardı, babaları da temiz bir adamdı. Rabbin, onların ergenlik çağına gelmelerini ve definelerini çıkarıp elde etmelerini diledi.’ Bu rablerinden onlara rahmetti. Ben, o iki yetimin iyiliksever anne ve babalarının hatırına, o duvarın yıkılıpta define ortaya çıkmasın ve tehlikeye düşmesin diye yaptım.

Son olarak Hz. Musa şüphede kalmasın ve bütün bunların belli bir plan ve görev üzerine olduğunu bilsin diye şöyle dedi: ‘Bunları kendiliğimden yapmadım. Rabbimin emriyle yaptım. İşte sabredemediğin şeylerin iç yüzü.’

Uydurma Efsaneler.

Hz. Musa’yla, Hz. Hızır’ın macerasının aslı Kur’an’da geldiği şekliyle böyledir. Ama maalesef onun hakkında öyle efsaneler uydurdular ki onları bu maceraya eklersek hurafeye dönüşür. Diğer hikaylerde olduğu gibi bu hikayede böyle bir yazgıya uğramıştır.

Gerçekleri anlayabilmek için Kur’an’ın[13] ölçü alınması gerekir. Hatta hadisler, eğer Kur’an’a uyarsa kabul edilebilirler, uymazlarsa kesinlikle kabul edilmezler.[14]

Hz. Hızır’ın macerası hakkında daha fazla bilgi için bkz:

1-Mecma-ul Beyan, c.6, 65-81. ayetler.

2-Nur-us Sakaleyn, c.3, söz konusu ayetin tefsiri.

3-el-Mizan, c.13, söz konusu ayetin tefsiri.

4-el-Dürrü-l Mensur, vb. kitaplar.   


[1] -Kehf/65-82.

[2] -el-Mizan (Farsça tercümesi), c.13, s.584.

[3] -a.g.e.

[4] -Kemal-ud Din, c.3, s.357; Bihar-ul Envar, c.51, s.222

[5] -Yevm-ul Hilas, s.157.

[6] -Bihar-ul Envar, c.12, s.172-215, c.13, s.278-322.

[7] -Bazı rivayetlerde de Masum İmamların Hz. Hızır’ı gördükleri belirtilmektedir: ‘Resulullah’ın (s.a.a) ruhu kabzedildiğinde Hızır geldi ve evin kapısının önünde oturdu. Evde ise Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin (aleyhim-us selam) vardı.’ (Kemal-ud Din, c.2, s.390; Bihar-ul Envar, c.13, s.299)

[8] -Kemal-ud Din, c.2, s.390; Bihar-ul Envar, c.13, s.299.

[9] -Gaybet-i Numani, s.99; Bihar-ul Envar, c.52, s.158.

[10] -Bu makalede ne zaman ‘alim kişi’ veya ‘alim adam’ dersek Hz. Hızır’ı kastetmekteyiz.

[11] -Tefsir-i Ebu’l Futuh Razi, söz konusu ayetin tefsiri.

[12] -Nur-us Sakaleyn, c.3, s.286-287.

[13] -Kehf/65-82.

[14] -Tefsir-i Nümune, c.12, s.486 ve sonrası; el-Mizan, c.14, söz konusu ayet.

Diğer Dillerde Soru Tercümesi
Yorumlar
yorum Sayısı 0
Lütfen soruyu doğru giriniz
örnek : Yourname@YourDomain.com
Lütfen soruyu doğru giriniz
Lütfen soruyu doğru giriniz

Konusal Sınıflandırma

Rastgele Sorular

  • Gayri Müslüman Olan bir kimse bize “esselamu Aleykum” şeklinde Selam verse bizim ona karşı cevabımız nasıl olmalıdır?
    9463 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2012/04/07
    Dini öğretilerde çok dikkate alınmış ve kendisine çok tekit edilmiş olan konulardan birisi Müminlerin birbirine selam vermeleridir. Bu düsturdan istisna edilen bazı konular ve yerler var olmaktadır. Onlardan bir tanesi gayri Müslüman olan kimselere selam vermektir. Fıkıh kitaplarında Müslüman olmayanlara selam vermek mekruhtur denilmektedir: Kâfirlerin vermiş olduğu ...
  • Kur’an’da ‘Leyl’ (gece) kelimesi neden hep ‘Nehar’ (gündüz) kelimesinden önce gelmiştir?
    11620 Tefsir 2012/04/04
    Kur’an’da ‘gece’ kelimesinin ‘gündüz’ kelimesinden önce gelmesi konusunda müfessirlerin öne sürdüğü görüşlerin önemlileri şunlardır: 1- Bazılarına göre gecenin gündüzden önce gelmesinin nedeni Hak Teala’nın geceyi gündüzden önce yaratmasından dolayıdır.[1] 2- Bazılarına göre ‘gece’ kelimesinden sonra ve ‘gündüz’ kelimesinden önce gelen ...
  • Savunma hedeflerinin gerçekleşmesinde kadın ve kızların rolü nedir?
    7246 زن و حکومت اسلامی 2012/06/14
    Düşman karşısında savunma yapmak insan ve tüm diri varlıkların fıtri ve zati bir özelliğidir. İslam’ın hayat bahşedici mektebi de bunu değerli ve kutsal bir husus olarak değerlendirmiş ve takipçilerini buna çağırmıştır. Hatta savunma ve öncüllerini Müslümanlara farz kılmıştır. Bu, özel bir grubu özgü değildir. Kadın ve erkek ...
  • İslam’la Hıristiyanlık arasındaki Allah’ın oğlunun olması ve olmaması meselesindeki tezat ve zıtlık nasıl giderilebilir?
    8501 Eski Kelam İlmi 2010/06/12
    Müslümanlar, Tevhid suresi gereğince Allah-u Teala’nın kimseyi doğurmadığına ve kimseden doğmadığına inanmaktalar. Bu inanç bütün tevhidi dinlerde vardır. Hz. İsa’nın (a.s) dinide bu kaidenin dışında değildir; zira bütün semavi dinler akıl ve fıtrat üzerine kuruludur. Allah-u Teala’nın varlık aleminin yaratıcısı ve hiçbir şeye muhtaç olmadığı konusu akıl ...
  • Sami kavimlerinden olmayıp Avrupa, Hindistan vs. kavimlerden de peygamber gelmiş midir?
    17280 Eski Kelam İlmi 2010/01/02
    İnsan sorumlu bir varlıktır. Bu sorumlulukların hangi sorumluluklar olduğunun bilinmesi için Allah tarafından peygamberlerin gönderilmesi gerekir. Yoksa sorumluluğun manası olmaz.  Kur'an-ı Kerim, çeşitli ayetlerde nerede ...
  • Ben bir miktar çeyizimi kendi maaşımla hazırlayabilir miyim? Kocam, buna muhaliftir ve tüm çeyizi ailen hazırlamalıdır ve ben razı değilim demektedir! Ben onun görüşünün aksine davranabilir miyim?
    6029 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2012/01/18
    Hz. Ayetullah Uzma Hamaney’in Bürosu (ömrü uzun olsun):Maaşınızın tasarruf hakkı kendi elinizdedir ve eşinizin rızası şart değildir.Hz. Ayetullah Uzma Sistani’nin Bürosu (ömrü uzun olsun):Maaş size aittir ve her türlü tasarruf sizin için caizdir.Hz. Ayetullah Uzma Mekarim Şirazi’nin Bürosu (ömrü uzun olsun):Herkesin kendi malında tasarruf ...
  • Garanık efsanesi nedir?
    11106 Tefsir 2011/04/11
    Garanık efsanesi, Kur'an ve Peygamber'in (s.a.a) mevkisini düşürmek için çalışan düşmanlar tarafından uydurulan bir efsanedir. Onlar şöyle demişlerdir: Peygamber (s.a.a) Mekke'de en-Necm suresini okurken müşriklerin putlarının isimlerinin anıldığı ayete yani: "أَ فَرَءَیْتُمُ اللَّاتَ وَ الْعُزَّى‏ وَ مَنَوةَ الثَّالِثَةَ الْأُخْرَى"
  • İslam’ın telepati hakkındaki görüşü nedir?
    77921 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2008/03/15
    Telepati deyimi Yunanca bir deyim olup,uzaklık anlamında tele ve duygu anlamında patus sözcüklerinden oluşmuştur. Telepati kendi duygu organlarından yararlanmadan esrarengiz bir şekilde başkalarının hislerini bilmesi veya duymasını ifade eder. Telepati yanlıları şöyle diyorlar: Normal insanlar için bile yüzlerce kilometre uzakta bulunan dost ve akrabalarının ölümü zamanında tevehhüm ...
  • Tekvini velayet nedir? Tekvini velayet ile Masum İmamlar arasındaki irtibat nedir?
    5763 ولایت، برترین عبادت 2019/02/20
    “Velayet” kelimesi arapça bir kavram olup kök anlam olarak sözlükte “birbirini takip etmek,bir şey diğerinin ardı sıra gelmek ,aralarında mesafe olmaksızın bir şeye yakın olmak” anlamındadır. Bu bağlamda sevgi, bağlılık, yardım, nusret, uyum, egemenlik, rehberlik ve sorumlu anlamlarında kullanılmıştır. “Tekvini velayet” ise varlık alemindeki mahlukat üzerinde egemenlik ...
  • Cebrail sadece vahiy esnasında mı Peygamber-i Ekrem’e nazil oluyordu yoksa sürekli Peygamberin yanında mıydı?
    9267 Eski Kelam İlmi 2011/09/21
    Cebrail Peygamber-i Ekrem’e sadece vahiy indirme esnasında gelmekteydi; çünkü rivayetlerde mesela Peygamber-i Ekrem (s.a.a) filan işle meşgulken Cebrail kendisine nazil oldu diye ifade edilen birçok örnek mevcuttur. Bu, Cebrail’in her zaman Peygamberle birlikte olmadığını yansıtıyor. Eğer Cebrail sürekli Peygamberin yanında olsaydı, artık nüzulün bir anlamı kalmazdı; zira nüzul mertebenin ...

En Çok Okunanlar