Gelişmiş Arama
Ziyaret
11744
Güncellenme Tarihi: 2010/07/24
Soru Özeti
Akıl din ile neden çelişir?
Soru
Akıl, dini çelişik kıldığı bir durumda neden yine bizim Müslüman olmamız gerekiyor?
Kısa Cevap

Akıl, insanların içsel hücceti olup kemal yolunda kendilerine rehberlik eder. Şeriat (din) ise kirlilik girdabından insanları kurtarmak ve onları insanî kemal ve saadete sevk etmek için dışsal bir hüccettir. Buna göre zahir ve batın hüccetlerin birbiriyle çatışır olması mümkün değildir. Akıl bir fenomen ve her fenomen de sınırlı olması nedeniyle onun işlev alan ve sahası da tabii olarak sınırsız olamaz. O halde aklın işlev sınırı ve faaliyet alanı yaratıklar alanına özgüdür. Tanrıyı tanımada sınırlı bir kabiliyeti vardır ve Tanrının sonsuz olan zat ve hakikatine ulaşamaz. Akıl tekvin ve teşri kanunları sahasında faaliyet gösterebilir ve onları anlayabilir. Ama her iki sahada da vahiyden yoksun olamaz. Aklın kapasitesi ahretin detayları ve hükümlerin nedeni gibi konularda azdır ve şeraitin kılavuzluklarına muhtaçtır. Neticede İslam ve akılcılık arasında hiçbir tezat mevcut değildir. Elbette bazen din sahası dışında olan bir hususu din sahasına sokarak yahut doğru şart ve mukaddimeler hakkında ussal kanıttan yoksun olunması veyahut aklın özel bir anlamının seçilmesi bizi bu uyuşmazlığa sevk eder. Son nokta olarak, siz iddialarınızda hiçbir delil yahut numune ve örnek zikretmemişsiniz.

Ayrıntılı Cevap

Terim olarak akıl insanların vesilesiyle gerçekleri buldukları yalın bir cevherdir. Bundan dolayı akıl gerçeği bulmaktır. Gerçekleri bulmaya ek olarak, düşünme özününün muhafızı ve üstün kılıcısıdır.[1] Bilgelerin ıstılahında nazarî akıl ve amelî akıl olmak üzere aklın bölümleri vardır. Nazarî aklın işlevi gerçekleri derk etmek, tanımak ve onlar hakkında yargıda bulunmaktır.[2] Amelî akıl ise insan davranış ve hareketini kontrol eden yetidir.[3] Başka bir ifade ile işlevi, yapılması gereken ve yapılmaması gerekenleri derk etmektir. Gerçekte amelî akıl hayat bilimlerinin temelidir. Amelî aklın yargısına konu olan şey ise bu işi yapayım mı yoksa yapmayayım mıdır?[4] Amelî akıl İmam Sadık’ın (a.s) tabiriyle insan kulluğunun merkezi ve Yüce Allah’tan cenneti kazanma sermayesidir. “Akıl kendisiyle Rahmana kulluk edilen ve cennetlerin kazanıldığı şeydir.”[5] Özetle, akıl ve vahiy tartışmalarında akıldan kasıt, tümel hususları derk eden insanın idrak yetisidir. İslam’ın hayat bahşeden okulunda, akıl üstün ve yüksek bir konuma sahiptir. Allame Tabatabi el-Mizan Tefsiri’nde şöyle demektedir: Akıl insan vücudundaki en değerli güçtür.[6] Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de üç yüz defadan çok insanları bu Allah vergisi güçten istifade etmeye ve yararlanmaya davet etmiştir.[7] Allame Tababai’nin görüşünde, İslam’da akıl yürütme ve düşünmenin önemi o kadar çok ve değerlidir ki Yüce Allah Kur’an’da hatta bir ayette dahi kullarına anlamamayı yahut körü körüne bir yolu kat etmeyi emretmemiştir.[8] Bu yüzden İslam ve akılcılık arasında hiçbir tür tezat mevcut değildir. Elbette bazen din sahası dışında olan bir hususu din sahasına sokarak yahut doğru şart ve mukaddimeler hakkında ussal kanıttan yoksun olunması veyahut aklın özel bir anlamının seçilmesi bizi bu uyuşmazlığa sevk eder. Beyan önderi Hz. Ali’nin (a.s) peygamberlerin misyonu hakkında Nehcü’l-Belağa’daki nuranî sözlerine bakarak akıl ve şeraitin birbiriyle çatışmamayla kalmayıp, birbirini tamamladığı ve teyit ettiği neticesi alınmaktadır. “…Akılların definelerini onlar için çıkarırlar.”[9] Hz. Ali (a.s) bu beyanda, peygamberlerin gönderilme felsefesi hakkında, Yüce Allah insanların gömülmüş uyuyan akıllarını uyandırması için onlara peygamberleri gönderdi, diye buyurmaktadır. İnsan akıl ve fıtratı, tüm hakikat ve gerçeklerin kendinde bulunduğu bir mahzen gibidir. Dolayısıyla peygamberlerin söyledikleri her şey akıl ve mantık ile uyumludur. Fıkıh usulünde bir ıstılah (gereklilik kaidesi) vardır: “Aklın hükmettiği her şeye şeriat da hükmeder.”[10] Bunun tersi de doğrudur: “Şeriatın hükmettiği her şeye akıl da hükmeder.” Binaenaleyh şerait hükümlerinin temellerinden biri de akıldır. Bundan dolayı peygamberlerin ve şeriat sahibinin hükümleri aklın aksine değildir. Onların söyledikleri her şey aklın bildiği ama şeytanların vesveseleriyle insanların gaflet ettiği hususlardır. Peygamberler akılların definelerini ve bildiklerini insanlara hatırlatmak için gelmişlerdir. Esasen insanları hak ve hakikate davet etmede peygamberlerin yöntemi ile insanın doğru kanıtlama ve mantık yoluyla elde ettiği şey arasında bir fark yoktur. Fark sadece peygamberlerin gaybî kaynaktan yardım dilemeleri ve vahyin zülâl pınarından beslenmeleridir. Elbette büyük şahsiyetler yüce âleme bağlı olmalarına rağmen kendilerini aşağı çekmiş insanların anlayış ve idraki oranında konuşmuş ve insanlardan bu fıtrî ve herkeste olan gücü kullanmalarını ve sağlam ve mantıklı kanıt ve delillere bağlanmalarını istemişlerdir. O halde peygamberlerin konumu insanları basiretsiz bir hareket ve kör körüne bir itaate mecbur kılmaktan arıdır. Kur’an-ı Kerim şöyle buyuruyor: “De ki: Bu, benim yolumdur; ben ve bana uyanlar basiretle Allah’a çağırırız.”[11] Bu yüzden din ve akılcılık yahut gaye, kaynak ve yöntemleri bir olan şeriat ve hikmetin birbiriyle hiçbir ihtilafı yoktur. Gerçek din ussal delille tabiat ötesine yönelik kesin bilgi ve ilim elde etmeleri için insanları davet eder. Akıl ve nakil, birbirinin uzantısında yer alır. Akıl, insanların içsel hücceti olup kemal yolunda kendilerine rehberlik eder. Şeriat ise kirlilik girdabından insanları kurtarmak ve onları insanî kemal ve saadete sevk etmek için dışsal bir hüccettir. Nitekim İmam Kazım (a.s) şöyle buyurur: Yüce Allah insanlar için zahirî hüccet ve batınî hüccet diye iki hüccet karar kılmıştır. Zahirî hüccet, ilahî elçiler, peygamberler ve imamlardır (a.s). Batınî hüccet ise akıldır.[12] Buna göre zahir ve batın hüccetlerin birbiriyle çatışır olması mümkün değildir. Hüccet, delil ve kılavuz anlamındadır. Kılavuz ise yol, maksat ve onun sonunu bilen kimseye denir. İmam Kazım’dan (a.s) nakledilen rivayet esasınca bir olan Allah’a ulaşmak için dışarıdan bir kılavuz ve içeriden bir kılavuz olmak üzere iki kılavuz mevcuttur. Elbette bu iki zahir ve batın hüccetin iki bağımsız ve birbirine ihtiyaç duymayan yol olmadığına dikkat etmek gerekir. İnsan ancak bu iki kılavuz arasında yöndeşlik ve uyuşmanın ideal şekliyle gerçekleştiği zaman hedefe ulaşır. Zira İmam Hüseyin’in (a.s) buyurduğu gibi aklın kemali Hakk’a uymadadır.[13] Hakeza Kur’an-ı Kerim’in buyurduğu gibi Allah haktır[14] ve hakikat O’nun nezdindendir.[15] Öyleyse Hakk’a uymayla akıl kemale ulaşır. Rabbin buyruklarından biri de zahir hüccetine uymaktır. Kur’an-ı Kerim şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler, Allah'a itaat edin; peygambere itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de.”[16] Şu önemli bir noktadır: Dinî yüce hakikatler bazen Dekart’ın cüzî ve hesaplayıcı aklı (Dekart’ın görüşünde tümel aklın bir anlamı yoktur ve ona işaret etmemektedir. Onun tüm dikkati hesaplayıcı ve ileriyi düşünen akıl üzerinedir) veya Pragmatizm’in aklı (Pragmatizm perspektifinde tecrübî sorunlarımızı bir nebze halleden akılcılık faydalıdır) veyahut Kant’ın bakışındaki nazarî akıl (Kant perspektifinde nazarî akıl meseleleri halletmede yetersizdir ve bu alandaki aklî hükümler pratik değerden yoksundur) ile çatışır. Fedakârlık, özveri, şahadet, infak, gaybe iman ve İslamî temel binlerce gerçeğin cüzî ve hesaplayıcı akıl ile tahlil edilemeyeceği ve açıklanamayacağı açıktır. Öte taraftan da akıl ve vehim arasında da fark gözetmek gerekir. Bazen vehim aklın yerine geçer. Bu yüzden benzer şeyleri hakiki hususların yerine geçirir. Nitekim ayet-i şerifede şöyle buyrulmuştur: “…kendilerini gerçekte güzel iş yapmakta sanıyorlar.”[17] Ama gerçekte sanı ve düşünceleri tamamıyla vehim ve yanlıştır. Netice itibariyle akıl ve dinin uyuşması ve yöndeşliğinin açıklanmasıyla ve gaye, kaynak ve yöntemlerinin bir olması nedeniyle İslam ile ussal kanıtlar arasında tezat ve çelişki olduğuna dair farzın çürütülmesiyle ussal esaslardan bir esasın dinî hakikatler ile uyuşmaması durumunda, ya ussal kanıtın ve istidlalin mantıkî öncül ve ölçülerine riayet edilmemiş veya dinî önerme hakkındaki yorumumuz yanlış ve vehme tabi olmuştur. Elbette İslam’ın inanç (usuller) ve hükümler (cüzî hususlar) olmak üzere iki alanında bazı hüküm ve meseleler akıl üstüdür ve akıl onlara muhalefet etmemekle birlikte hakikatlerine ulaşmaz ve onları anlayamaz. Hükümlerin nedeni veya ahretin detayları ile ilgili konular gibi. Ama bizim düşünce ve perspektifimizde bazı hükümlerin akıl ile çatışır ve ona muhalif olarak addedilmesinin iki nedeni vardır. Birinci neden: Birçok İslamî temel gerçek cüzî ve hesaplayıcı akıl ile tahlil edilir ve açıklanır değildir. İkinci neden: Akıl ve vehim arasına fark konmalıdır ve açıklandığı gibi vehmin bulguları aklın bulguları olarak algılanabilir. Sonuç itibariyle ussal kanıt Tanrının hücceti olduğundan, aklî sermaye ile metinlere müracaat eden herkes sonsuz kutsal ilimlerden nasiplenir ve hissesini alır; hem naklî metin ve hem de aklî kanıttan faydalanır. Ama eksik tümevarım ve mantıkî örneklendirme veyahut mugalâta tarzı ile kutsal metinleri anlamaya çalışırsa, beşerin toz ve dumanı dinî kutsal içeriğin etrafını bir halka gibi sarar ve onu tozlu kılar. Aynı şekilde, dinin tüm tümel ve tekil meseleleri aklî olarak savunulabilir mi diye soran kimseye şöyle cevap vermek gerekir: Akıl, dini bilmek için lazım ama yeterli değildir. Bu yüzden, dinin cüzî hususları akıl ile savunulamaz; zira ister tabii olsun, ister şerî olsun cüzî hususlar ussal kanıt alanına girmez. Başka bir ifadeyle, bilimsel, aynî, hakiki ve itibarî olmak üzere tüm cüzî hususlar ussal kanıt alanı dışında kalır ve aklın alanında olmayan bir şeyin ussal nedenselliği ve açıklaması olmaz. Ama tümellerde, tabiatın ve şeraitin tümel çizgilerinde ussal nedenselliğe yol açıktır. Daha açık söylersek, akıl kendini birçok alanda yetersiz ve aciz gördüğünden vahye ihtiyaç duyar. Aklın mantıkı şudur: Ben, birçok şeyi anlamadığımı ve vahye ihtiyaç duyduğumu biliyorum.[18]

Daha fazla bilgi için aşağıdaki kaynaklara müracaat ediniz:

1-     Tefekkür Der Kur’an, Allame Tabatabai, Seyyid Muhammed Hüseyin.

2-     Hikmet-ı Nazarî ve Amalî Dar Nahcü’l-Belağa, Cevadi Amuli, Abdullah.

3-     Şeriat Dar Ayne-i Marifet, Cevadi Amuli, Abdullah, s. 199-224.

4-     Din Şinasi, Cevadi Amuli, Abdullah, s. 170-174.

5-     Baverha ve Porseşha, Mehdi Hadevi Tehrani, s. 51-58.

6-     Meban-i Kelam-i İçtihad, Mehdi Hadevi Tehrani, s.280-284.

7-     Neşriye-i Porsuman, Piş Şemare-i Devazdehom, Mordad Mah Sal-ı 138, Makale: İslam ve Akl, Hemsuyi Ya Tezad, Rızaneya, Hamid Rıza. 


[1] Kereci, Ali, Islahat-ı Felsefi ve Tefavut-ı Anha Ba Yekdiger, s. 171-173.

[2] Şehid Mutahari, Deh Goftar, s. 30-31.

[3] Cevadi Amuli, Abdullah, Rahik-i Mahtum, c. 1, Bahş-ı Evvel, s. 153.

[4] Şehid Mutahari, Deh Goftar, s. 30-31.

[5] Kuleyni, Usul-i Kafi, c. 1, s. 11, Hadis. 3.

[6] Tabatabai, Muhammed Hüseyin, el-Mizan, c. 3, s. 57.

[7] İbid, c. 5, s. 255.

[8] Nefisi, Şadi, Aklgerayi Der Tefasir-i Karn Çardehom, s. 194-195.

[9] Negcü’l-Belağa, Hutbe.1.

[10] Sebzivari, Seyid Abdulala, Tehzibu’l-Usul, c. 1, s. 145; Muzaffer, Muhammed Rıza,

sulu’l-Fıkh, c.1, s. 217.

[11] Yusuf suresi, 108. ayet.

[12] Bkn: Munteheb-u Mizani’l-Hikme, Reyşehri, Muhammed, s. 358, Şımara-i Rivayet. 4387

[13] Bkn: Munteheb-u Mizanı’l-Hikme, s. 359, Şımara-i Rivayet. 4407.

[14] Lokman suresi, 30. ayet.

[15] Ali İmran suresi, 60. ayet.

[16] Nisa suresi, 59. ayet.

[17] Kehf suresi, 104. ayet.

[18] Cevadi Amuli, Abdullah, Din Şinasi, (Silsile Bahshay-ı Felsefe-i Din), s. 127-174.

Diğer Dillerde Soru Tercümesi
Yorumlar
yorum Sayısı 0
Lütfen soruyu doğru giriniz
örnek : Yourname@YourDomain.com
Lütfen soruyu doğru giriniz
Lütfen soruyu doğru giriniz

Konusal Sınıflandırma

Rastgele Sorular

  • Yemek yemek için ev sahibinden izin almak gerekir mi?
    6842 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2011/02/14
    İslami açıdan insanın yemeğinin helal ve pak olmasının yanı sıra mubah da olması gerekir yani o yemeğin sahibi de razı olmalıdır ve biz de onun razılığını bilmeliyiz. Başkalarını malını izinleri olmaksızın kullanmak haramdır. Ancak bir kimse başkasını yemek için evine davet etmiş yemek sofrasını açmış veya bir bağ sahibi ...
  • Bu asırda kızları köleliğe çekmek caiz midir?
    6938 Eski Kelam İlmi 2011/10/23
    Her şeyden önce köleliğin İslam dini tarafından temelleri atılan bir kurum olmadığını, bilakis bu fenomenin İslam’ın doğduğu çağda dünyanın tüm bölgelerinde yaygın olan bir realite olduğunu bilmeliyiz. İslam köle sahiplerine ciddi bir zarar vermeksizin ve mevcut toplumsal dengeyi ani ve hızlı bir girişimle ortadan kaldırmaksızın imkânların elverdiği ölçüde ve ...
  • Çocukken bir defa kız kardeşimin sütünü içmiş olan amcakızım ile evlenebilir miyim?
    7868 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2010/12/22
    Bu sorunun kısa cevabı yoktur. Ayrıntılı cevap seçeneğini tıklayınız. ...
  • Allah gerçekleşmeden önce insan amelini nasıl bilmektedir?
    6359 Eski Kelam İlmi 2011/08/21
    Bizim için böyle bir sorunun meydana gelmesinin sebebi, Allah ile zaman arasındaki bağı doğru anlamamamızdır. Allah ezeli, ebedi ve zaman üstüdür; yani Allah zamanı kuşatmıştır ve onunla sınırlı değildir. Esasen Allah geçmişte gelecek hakkında bilgi sahibidir diye bir şey söylememiz doğru değildir; çünkü Allah için geçmiş ve gelecek diye ...
  • Eğer birisi ramazan ayında tutmamış orucunu bir sonraki ramazan ayına kadar kaza etmezse hükmü nedir?
    6682 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2015/09/14
    sorunuzun üç sureti var: biz mercii taklitlerin görüşlerini dikkati nazarda tutarak sorununuzun her bir suretini ayrı ayrı cevaplandırırız. Bir: eğer hastalıktan ötürü orucunu tutmamış ve hastalığı bir sonraki ramazana kadar devam etmişse, tutmamış oruçlarının kazası farz değildir ve her gün yerine yaklaşık on sir (750 gram) denkliğinde ...
  • Eğer bir kız ve erkek evlenmeyi kararlaştırırlarsa ve aralarında ilişki olursa, ama erkek ahdine vefa göstermez ve kızı terk ederse günah işlemiş sayılır mı?
    9322 Pratik Ahlak 2011/08/21
    İslam ahit ve anlaşma dini olup ahde vefa göstermeyi müminlerin alamet ve sıfatlarından biri saymaktadır. Peygamber-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurmaktadır: Müminler şart ve taahhütlerine bağlıdır.[1] Maalesef bazı insanlar bu önemli hususa bağlı değildir ve menfaat, heves ve arzularının ...
  • Ben hastayım ve cep haclığımı da babamdan alıyorum. Bunun dışında param yoktur ki orucumun kefaretini verebileyim, Acaba yine orucumun kefaret üzerimde farz mıdır? Bu senenin kefaret miktarı kaç tümendir?
    6170 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2012/03/14
    Fukahanın (fıkıh âlimleri) fetvası esasınca orucunu kasten (amdi olarak) ve her hangi bir mazereti olmaksızın yiyen bir kimse üç çeşit kefaretten birisini seçmek arasında muhayyerdir. Birincisi: Bir köle azat etmek. Günümüz dünyasında köle konusu mevcut olmadığından dolayı bu şık kendiliğinden devre dışı kalıyor.
  • İmam Ca'fer Sadık'a göre Kur'an karisinin özellikleri
    12688 Kur’anî İlimler 2011/07/19
    İmam Cafer Sadık (a.s) Kur'an karisi için bir takım özellikler ve vasıflar zikretmiştir. Bu cümleden şu vasıfları zikredilebilir: Ehl-i Beyt'in velayetini bilmesi, Kur'an'ı doğru okuması, Kur'an'ı okurken ondan etkilenmesi, abdestli olması, doğru bir kimse olması ve yağcılıktan uzak durması, Kur'an'a karşı tevazu ve huşu göstermesi, ilim öğrenmek yolunda çaba göstermesi, ...
  • Hangi surede hay ve kayyum sıfatları yer almaktadır?
    17459 Tefsir 2010/11/08
    Hay ve kayyum Yüce Allah’ın iki zatî sıfatıdır. “Hay” “diri” manasında ve “kayyum” da “zatıyla kaim olan ve başkalarının kendisiyle kaim olduğu varlık” anlamındadır. Bu iki sıfat beraber bir şekilde Kur’an surelerinin üç ayetinde yer almaktadır:1. Bakara suresi 255. ayet: “
  • Dinin afetleri nelerdir?
    12217 Din Felsefesi 2010/08/22
    Din, kendisinde hata, yanlış, hasar ve afetin yer alamayacağı kutsî ve ilahî bir olgudur. Hata ve yanlış yapma beşerî hususlarla ilgilidir. Din ve dindarlığın hasarlarını bilme bahsindeki hasar ve afet, dinin hakikatiyle ilgili değildir. Bilakis insanların dine bakış tarzları, insanın dini anlama ve telaki etme şekli, ...

En Çok Okunanlar