Gelişmiş Arama
Ziyaret
11492
Güncellenme Tarihi: 2010/07/24
Soru Özeti
Akıl din ile neden çelişir?
Soru
Akıl, dini çelişik kıldığı bir durumda neden yine bizim Müslüman olmamız gerekiyor?
Kısa Cevap

Akıl, insanların içsel hücceti olup kemal yolunda kendilerine rehberlik eder. Şeriat (din) ise kirlilik girdabından insanları kurtarmak ve onları insanî kemal ve saadete sevk etmek için dışsal bir hüccettir. Buna göre zahir ve batın hüccetlerin birbiriyle çatışır olması mümkün değildir. Akıl bir fenomen ve her fenomen de sınırlı olması nedeniyle onun işlev alan ve sahası da tabii olarak sınırsız olamaz. O halde aklın işlev sınırı ve faaliyet alanı yaratıklar alanına özgüdür. Tanrıyı tanımada sınırlı bir kabiliyeti vardır ve Tanrının sonsuz olan zat ve hakikatine ulaşamaz. Akıl tekvin ve teşri kanunları sahasında faaliyet gösterebilir ve onları anlayabilir. Ama her iki sahada da vahiyden yoksun olamaz. Aklın kapasitesi ahretin detayları ve hükümlerin nedeni gibi konularda azdır ve şeraitin kılavuzluklarına muhtaçtır. Neticede İslam ve akılcılık arasında hiçbir tezat mevcut değildir. Elbette bazen din sahası dışında olan bir hususu din sahasına sokarak yahut doğru şart ve mukaddimeler hakkında ussal kanıttan yoksun olunması veyahut aklın özel bir anlamının seçilmesi bizi bu uyuşmazlığa sevk eder. Son nokta olarak, siz iddialarınızda hiçbir delil yahut numune ve örnek zikretmemişsiniz.

Ayrıntılı Cevap

Terim olarak akıl insanların vesilesiyle gerçekleri buldukları yalın bir cevherdir. Bundan dolayı akıl gerçeği bulmaktır. Gerçekleri bulmaya ek olarak, düşünme özününün muhafızı ve üstün kılıcısıdır.[1] Bilgelerin ıstılahında nazarî akıl ve amelî akıl olmak üzere aklın bölümleri vardır. Nazarî aklın işlevi gerçekleri derk etmek, tanımak ve onlar hakkında yargıda bulunmaktır.[2] Amelî akıl ise insan davranış ve hareketini kontrol eden yetidir.[3] Başka bir ifade ile işlevi, yapılması gereken ve yapılmaması gerekenleri derk etmektir. Gerçekte amelî akıl hayat bilimlerinin temelidir. Amelî aklın yargısına konu olan şey ise bu işi yapayım mı yoksa yapmayayım mıdır?[4] Amelî akıl İmam Sadık’ın (a.s) tabiriyle insan kulluğunun merkezi ve Yüce Allah’tan cenneti kazanma sermayesidir. “Akıl kendisiyle Rahmana kulluk edilen ve cennetlerin kazanıldığı şeydir.”[5] Özetle, akıl ve vahiy tartışmalarında akıldan kasıt, tümel hususları derk eden insanın idrak yetisidir. İslam’ın hayat bahşeden okulunda, akıl üstün ve yüksek bir konuma sahiptir. Allame Tabatabi el-Mizan Tefsiri’nde şöyle demektedir: Akıl insan vücudundaki en değerli güçtür.[6] Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de üç yüz defadan çok insanları bu Allah vergisi güçten istifade etmeye ve yararlanmaya davet etmiştir.[7] Allame Tababai’nin görüşünde, İslam’da akıl yürütme ve düşünmenin önemi o kadar çok ve değerlidir ki Yüce Allah Kur’an’da hatta bir ayette dahi kullarına anlamamayı yahut körü körüne bir yolu kat etmeyi emretmemiştir.[8] Bu yüzden İslam ve akılcılık arasında hiçbir tür tezat mevcut değildir. Elbette bazen din sahası dışında olan bir hususu din sahasına sokarak yahut doğru şart ve mukaddimeler hakkında ussal kanıttan yoksun olunması veyahut aklın özel bir anlamının seçilmesi bizi bu uyuşmazlığa sevk eder. Beyan önderi Hz. Ali’nin (a.s) peygamberlerin misyonu hakkında Nehcü’l-Belağa’daki nuranî sözlerine bakarak akıl ve şeraitin birbiriyle çatışmamayla kalmayıp, birbirini tamamladığı ve teyit ettiği neticesi alınmaktadır. “…Akılların definelerini onlar için çıkarırlar.”[9] Hz. Ali (a.s) bu beyanda, peygamberlerin gönderilme felsefesi hakkında, Yüce Allah insanların gömülmüş uyuyan akıllarını uyandırması için onlara peygamberleri gönderdi, diye buyurmaktadır. İnsan akıl ve fıtratı, tüm hakikat ve gerçeklerin kendinde bulunduğu bir mahzen gibidir. Dolayısıyla peygamberlerin söyledikleri her şey akıl ve mantık ile uyumludur. Fıkıh usulünde bir ıstılah (gereklilik kaidesi) vardır: “Aklın hükmettiği her şeye şeriat da hükmeder.”[10] Bunun tersi de doğrudur: “Şeriatın hükmettiği her şeye akıl da hükmeder.” Binaenaleyh şerait hükümlerinin temellerinden biri de akıldır. Bundan dolayı peygamberlerin ve şeriat sahibinin hükümleri aklın aksine değildir. Onların söyledikleri her şey aklın bildiği ama şeytanların vesveseleriyle insanların gaflet ettiği hususlardır. Peygamberler akılların definelerini ve bildiklerini insanlara hatırlatmak için gelmişlerdir. Esasen insanları hak ve hakikate davet etmede peygamberlerin yöntemi ile insanın doğru kanıtlama ve mantık yoluyla elde ettiği şey arasında bir fark yoktur. Fark sadece peygamberlerin gaybî kaynaktan yardım dilemeleri ve vahyin zülâl pınarından beslenmeleridir. Elbette büyük şahsiyetler yüce âleme bağlı olmalarına rağmen kendilerini aşağı çekmiş insanların anlayış ve idraki oranında konuşmuş ve insanlardan bu fıtrî ve herkeste olan gücü kullanmalarını ve sağlam ve mantıklı kanıt ve delillere bağlanmalarını istemişlerdir. O halde peygamberlerin konumu insanları basiretsiz bir hareket ve kör körüne bir itaate mecbur kılmaktan arıdır. Kur’an-ı Kerim şöyle buyuruyor: “De ki: Bu, benim yolumdur; ben ve bana uyanlar basiretle Allah’a çağırırız.”[11] Bu yüzden din ve akılcılık yahut gaye, kaynak ve yöntemleri bir olan şeriat ve hikmetin birbiriyle hiçbir ihtilafı yoktur. Gerçek din ussal delille tabiat ötesine yönelik kesin bilgi ve ilim elde etmeleri için insanları davet eder. Akıl ve nakil, birbirinin uzantısında yer alır. Akıl, insanların içsel hücceti olup kemal yolunda kendilerine rehberlik eder. Şeriat ise kirlilik girdabından insanları kurtarmak ve onları insanî kemal ve saadete sevk etmek için dışsal bir hüccettir. Nitekim İmam Kazım (a.s) şöyle buyurur: Yüce Allah insanlar için zahirî hüccet ve batınî hüccet diye iki hüccet karar kılmıştır. Zahirî hüccet, ilahî elçiler, peygamberler ve imamlardır (a.s). Batınî hüccet ise akıldır.[12] Buna göre zahir ve batın hüccetlerin birbiriyle çatışır olması mümkün değildir. Hüccet, delil ve kılavuz anlamındadır. Kılavuz ise yol, maksat ve onun sonunu bilen kimseye denir. İmam Kazım’dan (a.s) nakledilen rivayet esasınca bir olan Allah’a ulaşmak için dışarıdan bir kılavuz ve içeriden bir kılavuz olmak üzere iki kılavuz mevcuttur. Elbette bu iki zahir ve batın hüccetin iki bağımsız ve birbirine ihtiyaç duymayan yol olmadığına dikkat etmek gerekir. İnsan ancak bu iki kılavuz arasında yöndeşlik ve uyuşmanın ideal şekliyle gerçekleştiği zaman hedefe ulaşır. Zira İmam Hüseyin’in (a.s) buyurduğu gibi aklın kemali Hakk’a uymadadır.[13] Hakeza Kur’an-ı Kerim’in buyurduğu gibi Allah haktır[14] ve hakikat O’nun nezdindendir.[15] Öyleyse Hakk’a uymayla akıl kemale ulaşır. Rabbin buyruklarından biri de zahir hüccetine uymaktır. Kur’an-ı Kerim şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler, Allah'a itaat edin; peygambere itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de.”[16] Şu önemli bir noktadır: Dinî yüce hakikatler bazen Dekart’ın cüzî ve hesaplayıcı aklı (Dekart’ın görüşünde tümel aklın bir anlamı yoktur ve ona işaret etmemektedir. Onun tüm dikkati hesaplayıcı ve ileriyi düşünen akıl üzerinedir) veya Pragmatizm’in aklı (Pragmatizm perspektifinde tecrübî sorunlarımızı bir nebze halleden akılcılık faydalıdır) veyahut Kant’ın bakışındaki nazarî akıl (Kant perspektifinde nazarî akıl meseleleri halletmede yetersizdir ve bu alandaki aklî hükümler pratik değerden yoksundur) ile çatışır. Fedakârlık, özveri, şahadet, infak, gaybe iman ve İslamî temel binlerce gerçeğin cüzî ve hesaplayıcı akıl ile tahlil edilemeyeceği ve açıklanamayacağı açıktır. Öte taraftan da akıl ve vehim arasında da fark gözetmek gerekir. Bazen vehim aklın yerine geçer. Bu yüzden benzer şeyleri hakiki hususların yerine geçirir. Nitekim ayet-i şerifede şöyle buyrulmuştur: “…kendilerini gerçekte güzel iş yapmakta sanıyorlar.”[17] Ama gerçekte sanı ve düşünceleri tamamıyla vehim ve yanlıştır. Netice itibariyle akıl ve dinin uyuşması ve yöndeşliğinin açıklanmasıyla ve gaye, kaynak ve yöntemlerinin bir olması nedeniyle İslam ile ussal kanıtlar arasında tezat ve çelişki olduğuna dair farzın çürütülmesiyle ussal esaslardan bir esasın dinî hakikatler ile uyuşmaması durumunda, ya ussal kanıtın ve istidlalin mantıkî öncül ve ölçülerine riayet edilmemiş veya dinî önerme hakkındaki yorumumuz yanlış ve vehme tabi olmuştur. Elbette İslam’ın inanç (usuller) ve hükümler (cüzî hususlar) olmak üzere iki alanında bazı hüküm ve meseleler akıl üstüdür ve akıl onlara muhalefet etmemekle birlikte hakikatlerine ulaşmaz ve onları anlayamaz. Hükümlerin nedeni veya ahretin detayları ile ilgili konular gibi. Ama bizim düşünce ve perspektifimizde bazı hükümlerin akıl ile çatışır ve ona muhalif olarak addedilmesinin iki nedeni vardır. Birinci neden: Birçok İslamî temel gerçek cüzî ve hesaplayıcı akıl ile tahlil edilir ve açıklanır değildir. İkinci neden: Akıl ve vehim arasına fark konmalıdır ve açıklandığı gibi vehmin bulguları aklın bulguları olarak algılanabilir. Sonuç itibariyle ussal kanıt Tanrının hücceti olduğundan, aklî sermaye ile metinlere müracaat eden herkes sonsuz kutsal ilimlerden nasiplenir ve hissesini alır; hem naklî metin ve hem de aklî kanıttan faydalanır. Ama eksik tümevarım ve mantıkî örneklendirme veyahut mugalâta tarzı ile kutsal metinleri anlamaya çalışırsa, beşerin toz ve dumanı dinî kutsal içeriğin etrafını bir halka gibi sarar ve onu tozlu kılar. Aynı şekilde, dinin tüm tümel ve tekil meseleleri aklî olarak savunulabilir mi diye soran kimseye şöyle cevap vermek gerekir: Akıl, dini bilmek için lazım ama yeterli değildir. Bu yüzden, dinin cüzî hususları akıl ile savunulamaz; zira ister tabii olsun, ister şerî olsun cüzî hususlar ussal kanıt alanına girmez. Başka bir ifadeyle, bilimsel, aynî, hakiki ve itibarî olmak üzere tüm cüzî hususlar ussal kanıt alanı dışında kalır ve aklın alanında olmayan bir şeyin ussal nedenselliği ve açıklaması olmaz. Ama tümellerde, tabiatın ve şeraitin tümel çizgilerinde ussal nedenselliğe yol açıktır. Daha açık söylersek, akıl kendini birçok alanda yetersiz ve aciz gördüğünden vahye ihtiyaç duyar. Aklın mantıkı şudur: Ben, birçok şeyi anlamadığımı ve vahye ihtiyaç duyduğumu biliyorum.[18]

Daha fazla bilgi için aşağıdaki kaynaklara müracaat ediniz:

1-     Tefekkür Der Kur’an, Allame Tabatabai, Seyyid Muhammed Hüseyin.

2-     Hikmet-ı Nazarî ve Amalî Dar Nahcü’l-Belağa, Cevadi Amuli, Abdullah.

3-     Şeriat Dar Ayne-i Marifet, Cevadi Amuli, Abdullah, s. 199-224.

4-     Din Şinasi, Cevadi Amuli, Abdullah, s. 170-174.

5-     Baverha ve Porseşha, Mehdi Hadevi Tehrani, s. 51-58.

6-     Meban-i Kelam-i İçtihad, Mehdi Hadevi Tehrani, s.280-284.

7-     Neşriye-i Porsuman, Piş Şemare-i Devazdehom, Mordad Mah Sal-ı 138, Makale: İslam ve Akl, Hemsuyi Ya Tezad, Rızaneya, Hamid Rıza. 


[1] Kereci, Ali, Islahat-ı Felsefi ve Tefavut-ı Anha Ba Yekdiger, s. 171-173.

[2] Şehid Mutahari, Deh Goftar, s. 30-31.

[3] Cevadi Amuli, Abdullah, Rahik-i Mahtum, c. 1, Bahş-ı Evvel, s. 153.

[4] Şehid Mutahari, Deh Goftar, s. 30-31.

[5] Kuleyni, Usul-i Kafi, c. 1, s. 11, Hadis. 3.

[6] Tabatabai, Muhammed Hüseyin, el-Mizan, c. 3, s. 57.

[7] İbid, c. 5, s. 255.

[8] Nefisi, Şadi, Aklgerayi Der Tefasir-i Karn Çardehom, s. 194-195.

[9] Negcü’l-Belağa, Hutbe.1.

[10] Sebzivari, Seyid Abdulala, Tehzibu’l-Usul, c. 1, s. 145; Muzaffer, Muhammed Rıza,

sulu’l-Fıkh, c.1, s. 217.

[11] Yusuf suresi, 108. ayet.

[12] Bkn: Munteheb-u Mizani’l-Hikme, Reyşehri, Muhammed, s. 358, Şımara-i Rivayet. 4387

[13] Bkn: Munteheb-u Mizanı’l-Hikme, s. 359, Şımara-i Rivayet. 4407.

[14] Lokman suresi, 30. ayet.

[15] Ali İmran suresi, 60. ayet.

[16] Nisa suresi, 59. ayet.

[17] Kehf suresi, 104. ayet.

[18] Cevadi Amuli, Abdullah, Din Şinasi, (Silsile Bahshay-ı Felsefe-i Din), s. 127-174.

Diğer Dillerde Soru Tercümesi
Yorumlar
yorum Sayısı 0
Lütfen soruyu doğru giriniz
örnek : Yourname@YourDomain.com
Lütfen soruyu doğru giriniz
Lütfen soruyu doğru giriniz

Konusal Sınıflandırma

Rastgele Sorular

  • Zekât düşen bir mala humus da taalluk eder mi? Nelere zekât düşer? Zekât ve humus arasındaki fark nedir?
    12693 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2012/03/12
    Zekât düşen şeylerin, zekâtı verildikten sonra yıllık harcamalardan geriye fazlası kalmışsa bunların humusu verilmelidir.[1] Dokuz şeye zekât düşer: 1. Buğday, 2. Arpa, 3. Hurma, 4. Kuru üzüm, 5. Altın, 6. Gümüş,[2] 7. Deve, 8. İnek, 9. Koyun. Bu dokuz ...
  • Ramazan ayında göreve çıkan kimselerin orucunun hükmü nedir?
    8722 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2011/05/23
    Böyleli kimselerin namazı kasır şeklinde olmalı ve bu kimseler oruçlarını bozmalı ve ramazan ayından sonra oruçlarını kaza etmeliler. Nezir yaparak yolculuk esnasında ramazan ayının orucu tutulamaz. Öğleden önce ikamet edilen yere veya on gün kalınacak yere varılırsa eğer yolculuk esnasında orucu bozacak her hangi bir iş yapılmamışsa ...
  • Akıl din ile neden çelişir?
    11491 Yeni Kelam İlmi 2010/07/24
    Akıl, insanların içsel hücceti olup kemal yolunda kendilerine rehberlik eder. Şeriat (din) ise kirlilik girdabından insanları kurtarmak ve onları insanî kemal ve saadete sevk etmek için dışsal bir hüccettir. Buna göre zahir ve batın hüccetlerin birbiriyle çatışır olması mümkün değildir. Akıl bir fenomen ve her fenomen ...
  • Eğer Hz. Peygamber (s.a.a) cuma günü doğmuşsa, neden biz pazartesi günü oruç tutuyoruz?
    7582 Eski Kelam İlmi 2011/08/21
    1. İslam Peygamberinin (s.a.a) yaşam tarihindeki en ihtilaflı meselelerden biri, o yüce şahsiyetin doğum tarihi hakkında bulunan ihtilaftır. Eğer bir kimse bu husustaki tüm görüşleri toplamak isterse yirmi görüşe ulaşır. Hz. Peygamberin (s.a.a) yaşamını yazanların çoğu, onun Fil yılında, miladi 570 yılında doğduğu görüşündedir; zira Hz. Peygamberin (s.a.a) miladi ...
  • bazı vacip ve müstahaplara önem verilmesi namazın yerine geçebilir mi?
    5417 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2010/11/08
    Cevaba geçmeden önce bir noktayı açıklamamız lazım, oda şudur: İslami hüküm ve yasalarda, her ne kadar maslahat ve mefsede konusunu göz önünde tutulmuş ise de, insanın aklı bu hükümlerin tüm fayda ve zararlarını tek başına derk edebilmesi olanaksızdır. Bu bağlamda kesinlikle Allahın vahyine ve masumların sözlerine tabi ...
  • Mastürbasyonun evlilikten farkı nedir?
    18333 Hukuk ve Şer’I Hükümler Felsefesi 2010/08/08
    Mastürbasyon insanın ihtiyacını gerçek şekilde gidermez ve sahte bir doyumdur. İnsanın şehvanî ihtiyacı sadece meninin çıkmasıyla giderilmez. Bunun aşk, duygu, yakınlık ve sevgi ile beraber olması gerekir. Bu nedenle bu fiili işleyenler içlerinde eksiklik hissederler. Bu da cismanî ve ruhî hastalıkları peşinden getirebilir. Ama evlilik şehvanî ...
  • Allah'ın doğru yolu olan sıratı müstakimden insanları saptıran amil nedir? Bu sapıtma insanın kendi elinde midir yoksa onun ihtiyarı dışında mıdır?
    16211 Diraytü’l-Hadis (Hadis Etidü) 2011/01/31
    doğru yoldan sapıtmanın amillerini tanıyabilmek için ilkin "sırat" ve "müstakim" kavramlarının tanınması gerekiyor. "Sırat"ın lügatteki anlamı geniş ve aydın olan ana yol ve ana caddedir. "Müstakim" "k. v. m" kökünden gelmektedir. Eğri ve bükük olamayan şey anlamındadır. Bu nedenle "doğru yol" anlamında olan "sıratı ...
  • Ben bir miktar çeyizimi kendi maaşımla hazırlayabilir miyim? Kocam, buna muhaliftir ve tüm çeyizi ailen hazırlamalıdır ve ben razı değilim demektedir! Ben onun görüşünün aksine davranabilir miyim?
    5578 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2012/01/18
    Hz. Ayetullah Uzma Hamaney’in Bürosu (ömrü uzun olsun):Maaşınızın tasarruf hakkı kendi elinizdedir ve eşinizin rızası şart değildir.Hz. Ayetullah Uzma Sistani’nin Bürosu (ömrü uzun olsun):Maaş size aittir ve her türlü tasarruf sizin için caizdir.Hz. Ayetullah Uzma Mekarim Şirazi’nin Bürosu (ömrü uzun olsun):Herkesin kendi malında tasarruf ...
  • Aceleyi gidermek için ne yapılmalıdır?
    6413 Teorik Ahlak 2012/05/03
    Acele, dinsel öğretilerin men ettiği hususlardandır. Bu, işleri yapmada erken girişimde bulunmak anlamına gelir. Acele etmek hız ve işleri zamanında yapmak ile fark eder. Hız, öncüllerin ve gerekli şartların hazır olmasından sonra insanın fırsatı elden vermemesi ve işi yapmak için girişimde bulunmasıdır. Acelenin karşısında ise soğukkanlılık ve ...
  • Kediyi çevreyle ilgili olarak başıboş kalmasın ve zarar görmesin diye kısırlaştırmanın hükmü nedir?
    6103 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2012/01/05
    Hz. Ayetullah Hamanei’nin Bürosu: Hayvanın eziyet çekmesine neden olursa caiz değildir. Hz. Ayetullah Mekarim Şirazi’nin Bürosu: Bu iş gerekliyse sakıncası yoktur.Hz. Ayetullah Mehdi Hadevi Tahrani’nin Cevabı: Bu iş, hayvana eziyet ...

En Çok Okunanlar