Gelişmiş Arama
Ziyaret
14505
Güncellenme Tarihi: 2008/04/09
Soru Özeti
İslam dininde aklın işlevlilik sınırı ne kadardır ve nerelerde ve nereye kadar ondan istifade edilebilir?
Soru
İslam dininde aklın işlevlilik sınırı ne kadardır ve nerelerde ve nereye kadar ondan istifade edilebilir?
Kısa Cevap

Akıl, Allah’ın insan vücudunda karar kıldığı, en değerli bir güçtür ve onun kısım ve dereceleri vardır.

Teorik akıl; onun görevi olayları derk etmek, tanımak ve o olaylar hakkında hüküm vermektir.

Pratik akıl; insan davranışlarını kontrol eden güçtür, diğer bir deyişle onun işi olması gereken ve olmaması gereken şeyleri derk etmektir ve aslında Pratik akıl, yaşantı ilimlerinin temelidir. Pratik akıldaki hüküm, “Bu işi yapsam mı, yapmasam mı?” şeklindedir.

Akıl yaratılmış olan varlıklardan bir varlık olduğu ve her varlık da sınırlı bir yapıya sahip olduğu için, onun işlev alanının da sınırlı olması kaçınılmazdır. Yani aklın, faaliyet ve işlevlilik alanının sınırı mahlûkların dairesi içersindedir ve Allah’ı sınırlı ölçüde tanıma gücü vardır. Ama O’nun sınırsız olan zatı ve künhüne(hakikatine) ulaşamaz.

Akıl, tekvini ve teşrii kanunlar alnında faaliyet göstererek onları anlayabilir. Ama her iki alanda da vahye muhtaç olmaması düşünülemez. Mead’ın(geri dönüş) ince ayrıntıları ve hükümlerin illeti gibi konuları anlamaktan acizdir ve bu yüzden de şeriatın kılavuzluğuna ihtiyacı vardır.

Ayrıntılı Cevap

Akıl kelimesi ve ondan türeyen kelimelerin sözlük anlamı, anlamak, idrak etmek ve ayakkabı bağı anlamındadır.[1]

Kuran-ı Kerim’de anlamak ve idrak manasında gelmiştir.[2] Rivayetlerde, ise teşhis ve derk eden, insanı iyiliğe ve salaha yönlendiren ve fesat ve şerden uzak tutan bir güç anlamlarının ifade eder.[3]

Akıl, terim anlamı olarak; insanların gerçekleşen olayları onun vesilesiyle derk ettikleri bileşiksiz bir cevherdir. Buna göre akıl, gerçekleşen olayları derk etme gücüdür. Bu hakikatleri derk etmeye ilave olarak, akıl insanın ruhunu kontrol ederek ona yücelik vermektedir.[4]

Aklın çeşitli kısım ve dereceleri vardır.

Teorik akıl; İnsanın vesilesiyle, tabiata, matematiğe, mantığa, ilahiyata ve genel olarak teorik hikmetle ilgili olan, var olan ve olmayanları derk ettiği bir güçtür.

Pratik akıl; İman, karar alma, azim ve iradenin konu olduğu, yani amelin başladığı yerlerdedir.

Normal akıl; bütün çaba ve uğraşısı zahirdeki hayatı korumak olan akıldır. İnsanların çoğunluğu bu şekilde derk eden ve faal olan bir güce akıl demektedirler.[5]

Başka bir deyişle, teorik aklın işi olayları derk etmek, tanımak ve o olaylar hakkında hüküm vermektir.[6]

Pratik akıl insan davranışlarını kontrol eden güçtür[7], diğer bir deyişle onun işi olması gereken ve olmaması gereken şeyleri derk etmektir ve aslında pratik akıl, sosyal bilimlerinin temelidir. Pratik akıldaki hüküm, “Bu işi yapılsın, yapılmasın” şeklindedir.[8]

Pratik akıl, İmam Cafer Sadık(a.s.)’ın tabirine göre, insanın Allah’a kulluğunu ve cenneti kazanmayı sağlayan sermayesidir.[9]

İslam okulunda, aklın yüce ve değerli bir yeri vardır. Allame Tabatabai, El-Mizan tefsirinde şöyle yazmaktadır: Akıl, insan vücudundaki en şerefli güçtür.[10] Allah-u Teala, Kuran-ı Kerim’de üç yüzden fazla yerde, insanları bu Allah vergisi güçten istifade etmeye davet etmektedir.[11] Allame Tabatabai’ye göre, İslam dininde akletmek ve düşünmenin yeri o kadar yücedir ki Allah-u Teala, hiçbir ayette kullarını anlamamaya veya körü körüne bir işi yapmaya çağırmamıştır.[12]

 

Aklın işlevi ve faaliyet alanı:

Akli ve nakli delillere göre, aklın işlevi ve faaliyet alanı âlemdeki mahlûklar ve varlıklar çerçevesindedir. Şeriat hükümlerini ve Allah’ı tanıması çok sınırlıdır; yani insan aklı Allah’ın zatını tanımaya ve derk etmeye kadir değildir. Çünkü bütün mahlûklar, yaratılmış ve oluşturulmuş olmalarından dolayı sınırsız ve sonsuz olamazlar. İnsan aklı da Allah’ın yarattığı bir şey olduğu için sınırlıdır ve sınırsız ve sonsuz olan bir varlığı tanıyamaz.

İnsan aklı, âlemi, ondaki varlıkları ve ona hâkim olan kuralları tanıyabilir ve hüküm verebilir.

Hükümlerin anlaşılması hususunda da ona dayanmaktadırlar. Fıkıh ilminde akıl, Kuran ve sünnetin yanında delil olarak kullanılmaktadır. Usul ilminde de aynı şekilde Hüsn ve Kubh-u Akli (aklın derk ettiği iyi ve kötü şeyler) babında kullanılmaktadır ve akıl, Allah’ın emir ve yasaklarına uymanın gerekliliğine hükmetmektedir.[13]

Tabiî ki İslam dininde, inançlar ve hükümler alanında da akıl ötesi bazı hükümler ve konular vardır ve akıl bu konuları reddetmemekle birlikte onların aslını (örneğin, hükümlerin felsefesini ve Mead’ın (Kiyamet’in) ince ayrıntıları gibi konuları anlayamaz.

Allame Tabatabai, Fransız Hanri Karbon’un: “Eğer akıl ile Kuran, sünnet ve şeriat arasında ihtilaf olursa ne yaparsınız?” diye sorusunun cevabında şöyle diyor: “Kur’an açıkça aklın görüşünü onayladığı ve tasdik ettiği için, hiçbir zaman onların arasında ihtilaf oluşmaz.”[14]

Buna ilave olarak, Nehcü’l-Belage’deki Hz. Ali’nin (a.s.) peygamberlerin risaleti hakkındaki sözlerinden, akıl ve Kur’an’ın çelişmesinin imkansız olduğuve bunların uyumlu bir şekilde birbirlerini onayladıkları anlaşılmaktadır. Hz. Ali (a.s) şöyle demiştir: “Ve akıl hazinelerini onlar için ortaya çıkarttı”[15]

Hz. Ali (a.s.) bu açıklamasında, peygamberlerin gönderiliş felsefesinin, insanların uyuşmuş akıllarını uyandırmaları olduğunu açıklamıştır.

İnsanın akıl ve fıtratı, bütün hakikat ve gerçeklerin bulunduğu bir depo gibidir. Peygamberlerin söyledikleri her şey akıl ve mantığa uygundur. Usul ve Fıkıh ilminde Mulazime (gereklilik) kaidesi vardır: “Aklın hükmettiği her şeye şeriat ta hükmeder.”[16] Bunun tersi de doğrudur; yani “Şeriat’ın hükmettiği her şeye akıl da hükmeder.” Çünkü Şeriat’ın kaynaklarından birisi de akıldır.

Buna göre, peygamberlerin ve Şeriat’ın hükümleri aklın karşısında değildir. Onların söyledikleri her şey aklın derinliklerinde olan ama şeytanın vesveseleri sonucu insanların gaflet ettiği şeylerdir. Peygamberler, insanların akıllarının derinliklerinde olan hazineleri onlara hatırlatmak için gelmişlerdir.

Bu açıklamalardan anlaşılıyor ki şeriat ve akıl birbiriyle uyumlu ve iç içedirler ve şeriatta fıtratla çelişecek bir hüküm yoktur. Bu yüzden, insan bir şeyi kabul etmek için vicdanını ikna edecek delillerin peşine gitmektedir ve bir hakikat delille açıklandığı zaman onu kabul etmektedir. Bütün bu açıklamalar, âlemi ve ondaki varlıkları tanımak, varlık âlemine hâkim olan kanunlar, aklın gücü ve sınırları içerisindeki, aklın değerlendirdiği ve hüküm verdiği şeriat hükümleri ile ilgili konularla ilgiliydi. Ama akıl, Allah’ın zatını ve hakikatini tanıma hususunda sınırlı ve güçsüzdür.

Hz. Ali (a.s.) bu hususta şöyle buyurmaktadır: “Akıllar, Allah’ın sıfatlarını tam olarak kavrayacak güçte değillerdir …”[17]

Allah’ın sıfatları O’nun zatının ta kendisidir ve Allah da sınırsız bir varlıktır. Yani Allah’ın ilmi, kudreti ve hayatı ve bu türden kemal sıfatları da aynı şekilde sınırsız ve zatının ta kendisidirler. Onun sıfatları sınırsız olduğu için, insan aklı onların hakikatine ulaşamaz ve onları derk edemez. Diğer bir açıklamayla, insan yaratık olduğu ve sınırlı olduğu için, sınırsız olan bir varlığın zatına ulaşamaz. Hz. Ali (a.s) şu sözünün manası da budur: “İnsanların akıllarına sıfatlarının gerçeğine vakıf kılmamıştır.” Elbette bu Allah’ın insanların, kendisini tanımalarına engel olduğu anlamına gelmez; çünkü Hz. Ali (a.s.) hutbenin devamında şöyle buyurmaktadır: “Akılı kendisini tanıma hususunda perdelememiştir.”[18] Yani Allah insanı, kendisini tanımaktan menetmemiştir.

İmam Cafer Sadık(a.s.) bu hususta şöyle buyurmaktadır: “… Akıl sayesinde kullar, kendi yaratıcılarını tanımakta, yaratılmış olduklarını bilmekte, onun rab olduğunu ve kendilerinin de onun tedbiri altında olduklarını ve yaratıcılarının ebedi ve kendilerinin de fani olduklarını anlamaktadırlar.”[19]

İnsan aklı, bu âlemin bir yaratıcısı olduğunu ve o yaratıcının ilim, kudret ve hayat gibi kemal ve celal sıfatlarına sahip olduğunu anlayabilecek ölçüdedir. Aklın tanıma görevi bu ölçüdedir; Allah ona bu gücü vermiş ve menetmemiştir. Ama bundan daha fazlası olan, Allah’ın künhünü, hakikatini ve sıfatlarının gerçeğini tanımakta ise insan aklı aciz ve güçsüzdür.



[1] Muin, Muhammed, Ferheng-i Muin, (bir ciltlik), Akıl kelimesi.

[2] Seccadi, Seyit Cafer, Kelami ve Felsefi İlimler Sözlüğü, Akıl sözcüğü.               

[3] Kuleyni, Usul-u Kâfi, c:1, s: 11.

[4] Kereci, Ali, Felsefi Terimler ve Onların Birbirleriyle Olan Farklılıkları, s: 171–172.

[5] Cevadi Amuli, Abdullah, Kuran’da Fıtrat, c: 12, s: 29–30 ve 397.

[6] Şehit Mutahheri, On Konuşma, s: 30–31.

[7] Cevadi Amuli, Abdullah, Rehig-i Mehtum, c: 1, birinci bölüm, s: 153.

[8] Şehit Mutahheri, On Konuşma, s: 30–31.

[9] Kuleyni, Usul-u Kâfi, c:1, s: 11, 3’üncü hadis.

[10] Tabatabai, Muhammed Hüseyin, El-Mizan, c: 3, s: 57.

[11] Aynı kaynak, c: 5, s: 255.

[12] Nefisi, Şadi, 14’üncü asır Tefsirlerindeki Akılcılık, s: 194–195.

[13] Meliki İsfahani, Mücteba, Usul Terimleri Sözlüğü, c: 2, s: 279.

[14] Kedyur, Muhsin, Akıl Defteri, s: 115.

[15] Nehc-ül Belage, Birinci Hutbe.

[16] Sebzivari, Seyit Abdula’la, Tehzib-ul Usul, c:1, s. 145; Muzaffer, Muhammed Rıza, Usul-ul Fıkıh, c: 1, s: 217.

[17] Nehc-ül Belage, 49’uncu hutbe.

[18] Aynı kaynak.

[19] Kuleyni, Usul-u Kâfi, c:1, s:33–34.

Diğer Dillerde Soru Tercümesi
Yorumlar
yorum Sayısı 0
Lütfen soruyu doğru giriniz
örnek : Yourname@YourDomain.com
Lütfen soruyu doğru giriniz
Lütfen soruyu doğru giriniz

Konusal Sınıflandırma

Rastgele Sorular

  • Neden felsefî ikinci makuller tür ve ayıraca sahip değildir? Mantıkî ikinci makuller de böyle midir?
    10086 İslam Felsefesi 2011/10/23
    Makul, felsefî bir terim olup zihne gelen şey anlamındadır ve hissedilenin yani hisle duyumsananın karşısında yer alır. Makul terimi bazen aklî suretler için, bazen dışarıda bir varlığı olmayan hususlar için ve bazen de hissedilmeyen ve soyut olan şeyler için kullanılır ki bu durumda makulden kasıt akıldır. Bizim konumuzda makulden ...
  • Bozgunculuğun bahsedildiği Kur’an ayetleri hangileridir?
    13595 Tefsir 2011/01/20
    Bozgunculuk ıslah karşısında olup her tahripkâr işe denir. Bundan dolayı noksanlık ve tahrip cihetinde yer alan her iş veya bireysel ve toplumsal meselelerdeki ifrat ve tefrit bozgunculuk sıfatıyla anılır. Kur’an-ı Kerim’in hedef ve misyonu insanları her türlü bozgunculuktan kurtarmaktır. Bu yüzden Kur’an-ı Kerim’in birçok ...
  • Hayız kanın özelliklerini görmedim diye kendi adet dönemimin içinde namaz kılabilir miyim?
    49297 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2010/05/19
    Bu sorunun kısa cevabı yoktur. Ayrıntılı cevap seçeneğini tıklayınız. ...
  • Masum olmayan bir kimse Allah’ın halifeliğinin örneği olabilir mi?
    7124 Eski Kelam İlmi 2011/01/20
    Allah’ın halifeliğinin örneklerine değinmeden önce Allah’ın halifesinin kim ve vasıflarının ne olduğunu açıklamak gerekir. Hilafet ve halifelik kavramının batınında halife kılanın halifede zuhur etmesi manası saklıdır ve halife ise halife kılan özneye kimliği bağlı olan kimsedir. Halifenin ondan ayrı bir mana ve hakikati yoktur. ...
  • Bir insanın mürtet olmasının hükmü şeriat hâkiminin hükmüne gerek duyar mı?
    8484 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2012/03/12
    Sorunuz büyük taklit mercilerinin bürolarından soruldu ve alınan cevapları aşağıda aktarıyoruz: Hz. Ayetullah Uzma Hamaney (ömrü uzun olsun): Mürtetlik şeriat hâkiminin hükmüne gerek duymaz. Eğer dinin gereklerinden birini inkâr etmek peygamberliği veya aziz İslam Peygamberini inkâr etmeyle veyahut şeriata bir noksanlıkta bulunmayla sonuçlanırsa, ...
  • İyi ve kötülerin birbirlerine karşı olan sevgi ve kini nasıldır?
    6393 Diraytü’l-Hadis (Hadis Etidü) 2011/11/12
    Sorunun açıklığa kavuşması için İmam Askeri’nin (a.s) hadisinin metnini hatırlatacağız. İmam Hasan Askeri (a.s) şöyle buyurmuşlardır: “İyilerin, iyilerle dostluğu, iyiler için sevaptır, kötülerin, iyilere muhabbeti, iyiler için büyüklüktür; kötülerin, iyilerle düşmanlığı, iyiler için süstür (ziynettir) ve iyilerin, kötülerle düşmanlığı, kütüler için rüsvalıktır.”[1] Buna ...
  • Zırar mescidinin anlamı nedir? Onun inşa edilme hikâyesi nedir?
    12235 tarihi Yerler 2012/03/12
    “Zırar” Arapçada mufaale babından olup bilerek[1] zarar verme[2] anlamına gelir. Kur’an-ı Kerim’de Tövbe suresinde Zırar mescidi macerasına işaret edilmiştir. Zırar mescidinin bu adla adlandırılmasının nedeni, bir grup münafığın İslam ve Müslümanlar aleyhine olan kendi kirli emellerini hayata geçirmek ve Hz. Peygamber ...
  • Melekler Âdem’in yaratılmasından önce Âdem’in bozgunculuk çıkaracağını nerden bilmekteydiler?
    12817 Tefsir 2011/06/20
    Meleklerin Âdem’in yaratılmasından önce Âdem’in bozgunculuk çıkaracağını nerden bildiği hususunda bir takım ihtimaller beyan edilmiştir:1. Lavh-i Mahfuz kanalıyla Âdem’in zürriyetinin yeryüzünde bozgunculuk çıkaracağı ve kan akıtacağı öğrenilmiştir. 2. İlahi haberler yoluyla öğrenilmiştir.3. Bu konu gerçekte meleklerin öngörüsüydü; çünkü onlar insanın bir takım tabii çelişkiler taşıyan toprak ...
  • Kur’an’ın nüzulu hangi yılda tamamlandı?
    15341 Kur’anî İlimler 2011/04/28
    Peygambere nazil olan son ayet ve son sure hakkındaki rivayetler farklıdır. Bazı rivayetlerde Peygambere (s.a.a) nazil olan son surenin Nasr suresi olduğunu söylenirken bazılarında da Beraet suresinin son sure olduğunu söylenmektedir. Yine bazı rivayetlerde Bakara suresinin 281. ayetinin son ayet olduğunu söylenirken bazılarında da ‘Bugün dininizi size ikmale ...
  • Bir mercii taklit etmede kendisinin rızası gerekli midir?
    5648 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2011/10/30
    Hz. Ayetullah Mehdi Hadevi Tahrani’nin bu husustaki görüşü şudur:Eğer şerî muteber yollardan (açık delil, şöhret ve vicdanî ilim) bir şahsın taklit için salahiyeti olduğu tespit edilirse, onu taklit etmek caiz olur ve kendisinin onayına gerek duyulmaz. Daha fazla bilgi edinmek için aşağıdaki adrese müracaat ediniz:

En Çok Okunanlar