Gelişmiş Arama
Ziyaret
6937
Güncellenme Tarihi: 2011/06/14
Soru Özeti
bir taraftan İmam Hasan Askeri (a.s.) İmam Mehdi’yi (af.) insanlardan saklıyor, diğer taraftan İmamın tanınması vaciptir deniliyor. Bu tezadın arasını nasıl bulabiliriz?
Soru
Şiilerin anlayışında ve nakletmiş oldukları rivayetlere göre imam Hasan Askeri (a.s.) (imam Mehdinin babası) kendi çocuğunun (imam Mehdinin) doğumunu itimat ettiği çok az kimseler hariç herkesten gizli tutuyordu. Diğer taraftan da bunun tam tersini savunuyor ve şöyle diyor: Her kim imamı tanımazsa Allah'ı tanımamıştır. Allah'ı tanımayan bir kimse Allah'tan başkasına ibadet eder. Dolayısıyla bu haliyle ölürse küfür ve nifak üzere ölmüş olur! Sonra neden imam Mehdinin babası o kadar işi sıkı tutmuş ve Şiiler için böyleli zor bir durumu seçmişti?
Kısa Cevap

İmamı tanımak Şia anlayışında çok öneli bir konudur. Zira imamı tanımadan Allah ve Allahın resulü de doğru bir şekilde tanınamaz. Çünkü imamın tavsiyeleri ve imamın bayan, kılavuzlukları ve açıklamalarıyla ancak Allah ve Allah'ın Resulü doğru bir şekilde tanınır. Bundan dolayıdır ki imamı gerçek bir şekilde tanımayan birçok kimseler diğer usul-i ve inançsal meseleleri de doğru bir şekilde tanıyamamış ve bu bağlamda yanlışlıklara saplanmışlardır.  

İmamı tanımak imamı fiziksel ve karşı karşıya gelip onunla yüzleşmek anlamında değildir. Zira fiziksel olarak imamı tanıyıp onu görür ve onunla karşılaşan birçok insan vardı. Ama buna rağmen bunlar miskali zerre kadar imamı tanımadılar. Aynen bu durum Peygamber (s.a.a.) hakkında da geçerlidir. Birçoğu peygamberi (s.a.a.) fiziksel olarak gördüler, onunla sürekli karşılaşıyorlardı. Ama buna rağmen ona iman etmediler. Ebu Cehil bunlardan birisidir. Bu durumun tam tersi de söz konusu olmuştur. Yani ömründe bir defa bile Peygamberle (s.a.a.) karşılaşmamış, fiziksel olarak Onu görmemiş birçok insanlar söz konusu olmuştur. Ama bu insanlar Peygamberi (s.a.a.) tanıma noktasında çok derin idrake sahipti ki peygamberin temcine layık olmuşlardır. Üveysi karni bunlardan birisidir. Üveysi karni kendi ömründe bir defa bile Peygamberle karşılaşmadı ama peygamberin temcitlerini hak etmiş ve Peygamber (s.a.a.) tarafından övülmüştür. İmamı tanımak imamın Allah katındaki konumunu ve makamını bilmek onun Allah katındaki mertebe ve menzilesini tanıyarak varlık âlemindeki konumunun ne olduğunu bilmek anlamındadır. İmam Hasan vermiş olduğu öğütleri, imam Mehdi hakkında yapmış olduğu açıklamaları, kılavuzlukları ve yapmış olduğu irşatlarıyla insanları zamanın imamıyla aşına etti. Başka bir beyanla imam Hasan (s.a.) imamın tanınması için gerekli bilgileri insanların ve Şiaların ihtiyarine sundu.

Ayrıntılı Cevap

İslami düşüncede imametin büyük bir önemi vardır. Kuranı kerimin ayet ve öğretilerinden imamet makamının nübüvvet makamından daha üstün olduğu anlaşılmaktadır. Zira Allah u Teâlâ Hz. İbrahim'e (a. s.) ilkin nübüvvet makamını verir ve daha sonra Onu farklı imtihan ve sınavlara tabi tutuyor. Hz. İbrahim (a. s.) tabi tutulduğu imtihan ve sınavlardan başarılı bir şekilde çıktıktan sonra kendisine imamet makamını veriyor. Bir zaman Rabbi İbrahim’i birtakım emirlerle sınamış, İbrahim onların hepsini yerine getirmiş de Rabbi şöyle buyurmuştu: “Ben seni insanlara imam kıldım”[1]. İmamet makamının sahip olduğu yüce ve üstün konumundan ötürü insan aklının derk ve reel örneğini tayin edebilir olmasının fevkinde ve ötesindedir. Dolayısıyla insan aklı onu tayin etmekten acizdir. Bu nedenle onun tayini ilahi bir emir ve Allah tarafından tayin edilmesi gereken bir makamdır. Bundan dolayıdır ki Şia ile ehlisünnet imamet meselesini tarif etme noktasından birbirinden tamamen farklılaşıyorlar. Şöyle ki; Şia anlayışında imamet meselesi kelamsal ve dinin usullerindendir. Zira onlara göre imamet meselesi ilahi bir emir ve Allah tarafından tayin edilmesi gerekir. Ama ehlisünnet anlayışında imamet meselesi fıkıhsal ve dinin fürularındandır. Zira onlara göre imamet meselesi beşeri bir emir ve halk tarafından tayin edilmesi gerekir.

Hadislerde imamet ve imam bilgisi önemli bir konuma sahiptir. Peygamber efendimiz (s.a.a.) şöyle buyurmaktadır: "kendi dönemindeki imamını tanımadan vefat eden bir kimse cahiliyet ölümüyle ölmüştür"[2] Bu rivayet ve içerik olarak buna benzer rivayetlerden imamın tanınmasının hükmü vacip olduğu anlaşılmaktadır. Zira tevhidin derin ve kâmil bir şekilde anlaşılması ancak Şia anlayışındaki imamet yoluyla mümkündür.[3] Dini akidelerin doğru anlaşılması sadece ve sadece imamet yoluyla hâsıl olabiliyor. Bu nedenle imamet makamından uzak kalmış ve bu yoldan fasıla almış olan kimseler dinin usulü ve temel meselelerini anlama noktasında inhirafa gitmişlerdir.

Ama bu tanımadan maksat gözle görmek ve onunla karşı karşıya gelmek değildir. Peygamberi (s.a.a) tanımaktan maksat peygamberi (s.a.a) bedensel olarak görmek ve onunla karşılaşmak anlamında olduğu gibi. İmamın cismini ve bedenini görmek imamı tanımak noktasında en ez rol alan bir unsur olduğunu söylemek mümkündür. Bu nedenle Üveysi Karni kendi ömründe bir defa bile Peygamber (s.a.a) ile yüzleşmedi ve onu görmedi ama Onu tanıma noktasında üstün dereceye sahipti. Bu derin anlayışına sahip olduğundan dolayı Allah ın Resulü (s.a.a) onu temcit ederek çok övmüş.[4] "Tabiinlerin en iyisi Üveys'tir" şeklindeki hadisi şerifi hem ehlisünnet alimleri ve muhaddisleri hem Şia'nın alimleri ve muhaddisleri nakletmişlerdir.[5] Üveysi Karni Peygamberin (s.a.a.) vefatından sonra imam Ali’nin (s.a.) yaranlarından olmuştur ve bir anlamda Şiilerden idi. Sıffın Savaşında Hz. Ali’nin (s.a.) saffında savaşırken şehit oldu. Her gün sokaklarda ve pazarlarda Peygamber (s.a.a.) ile karşılaşan Ebu cehil ve benzer kişiler tanıma noktasında Peygamberden çok yabancı idiler. Bu nedenle sürekli Peygambere (s.a.a.) nasıl eziyet edebilirler hatta Onu nasıl öldürebilirler düşüncesindeydiler. İmam noktasında da durum bundan farklı değildir. İmamı defalarca görüp onu gerektiği şekilde tanımayan nice insanlar vardı. Hatta bazıları imamın katili oldular.

Dolayısıyla imamın cismini ve bedenini görmek imamı tanımak noktasında her hangi bir rolü yoktur. Zira imamı tanımak imamın hakikatini ve onun Allah katında makam ve menzilesini tanımak, Onun varlık âleminde yerini ve Ona karşı tekliflerimizin neler olduğunu tanımak anlamındadır. Başka bir beyanla imamı tanımak imamın masum olduğunu, Peygambere (s.a.a.) varis ve Peygamberin (s.a.a.) halifesi olduğunu anlamaktır. Ona itaat etmek Allaha ve Allahın resulüne itaat etmek anlamında olduğunu derk etmektir. Ona itaat ederek her konuda var olan kuşku ve şekleri giderir anlamındadır.[6] İmamı tanımak yani imam ile Peygamber’in (s.a.a.) tek bir nurdan yaratıldığını anlamak anlamındadır. Peygamber (s.a.a.) şöyle buyurmaktadır: “Allah u Teala beni ve Ali’yi tek bir nurdan yarattı”.[7] İmamı tanımak yani ilahi vahyin tercümanı ve Kuranın hakikatlerini anlatan ve teybin eden anlamındadır. İmamı tanımak yani zamanın biricik insanı ve paklık noktada biricik bir madde olduğunu anlamak ve algılamak anlamındadır.[8]

Netice itibariyle söylemesi gereken şu: İmam Hasan Askeri (a. s.) hiçbir şekilde insanları söylediğimiz anlamda imamı tanımaktan alı koymadı. Onun yapmış olduğu tek şey bazı nedenlerden dolayı çocuğunun görülmesine bazı sınırlamalar getirdi. Düşmanlar onu görürlerse şehit edecekler korkusu ve imam Mehdinin (a.f.) gaybeti için zemine ve ortam hazırlamak ta bu nedenlerden ikisidir. Elbette şahsını görme bağlamında getirilen sınırlama her kes için değildi. Şialardan has ve özel kimselerden gizli tutulmadı ve Onlar İmamı ziyaret etme tevfikine nail oldular.



[1] Bakare, 124.

[2] TAFTAZANİ, Saddudin, “şerhu’l- maksıd fi ilmi’l- kelam”, baskı 1, Kum: menşurat şerif rezi, 1409, hicri, c. 5, s. 239; MECLİSİ, Muhammed Bakır, “biharu’l- envar”, Beyrut: müesesei el-vefa, 1404, hicri kameri, c. 23, s. 76; HUR AMULİ, Muhammed b. el-Hasan, “ispatu’l- hudat-i binnususi ve’l-mucizat”, Tahran: darul kutubil islamiye, 1357, ş, c. 1, s. 112.

[3] MUFİT, Muhammed b. Muhammed-i Numan, “el-hikayat”, baskı 2, Beyrut: daru’l - mufit, 1414 h. k. s. 22; ALEMUL HUDA, seyit Murtaza, “eş-şafi fil imame”, Tahran: müesesei es-sadık, 1410, h. k. c. 1, s. 49.

[4] KUMİ, Abbas, “sefibnetul bihar”, baskı 2, Kum: usve, 1416, h. ş., c. 1, s 199.

[5] NİŞABURİ, Müslüm b. el-Haccac, “sahihi müslüm”, Beyrut: darul fikir, baskı tarihi yok, c. 1, s. 181.    

[6] MECLİSİ, Muhammed Bakır, “biharu’l- envar”, c. 23, s. 93.

[7] KUNDUZİ HANEFİ, Şeyh Süleyman, “yenabiul mevede” Beyrut: müesesei el-aalemi, 1418, h. k. s. 256.

[8] SADUK, “uyunul ahbari er-riza” Tahran: menşurati alemi, c. 1, s. 171.

Diğer Dillerde Soru Tercümesi
Yorumlar
yorum Sayısı 0
Lütfen soruyu doğru giriniz
örnek : Yourname@YourDomain.com
Lütfen soruyu doğru giriniz
Lütfen soruyu doğru giriniz

Konusal Sınıflandırma

Rastgele Sorular

En Çok Okunanlar