Gelişmiş Arama
Ziyaret
19819
Güncellenme Tarihi: 2009/07/04
Soru Özeti
Peygamber (s.a.a) ve İmamların (a.s) cariye ve kölelere sahip olmaları kölelik sistemini benimsemek değil midir?
Soru
Peygamber ve İmamların neden cariye ve köleleri vardı? Bu İslam’da kölelik sisteminin olduğuna delil değil midir?
Kısa Cevap

Kölelerle evlenme, onlarla mahrem olma, mukatebe (kölelerin özgürlük anlaşması) vs. hükümlerin Kur’an’da gelmesi Peygamber (s.a.a)’in zamanında köleliğin olduğunu ispat etmektedir, ama belirtmek gerekir ki, İslam’ın köleleri azat etmek için çok kapsamlı projeleri vardır. Bu projenin neticesinde bütün köleler zamanla özgürlüklerine kavuşmuşlardırlar. İslam’ın bu konuda ki tutumunu anlamak için aşağıda ki noktaları göz önüne almak gerekir:

1- İslam köleliğin temelini atmadı

2- İslam kölelerin geçmişte yaşadıkları acı kadere her zaman büyük bir toplumsal sorun olarak baktı.

3- İslam kölelerin özgürlüğü için çok hesaplı planlar sunmuştur. Zira öyle zamanlar olmuştu ki, toplumun yarısını köleler oluşturuyordu. Sahiplerinin onlara verdiğinin dışında hiç birinin ne kendilerine ait bir gelirleri vardı, ne de yaşamlarını sürdürebilecek herhangi bir imkanları. İslam onların özgür olmaları için bir kerede ferman verseydi, ya çoğu telef olurdu, ya da mahrumiyetten dolayı baskı altında kalan bu büyük işsiz ve aç çoğunluk her yere saldırır, kan döker, çatışma çıkarır ve toplumun düzenini bozarlardı. Bu yüzden İslam onların zamanla özgürlüklerine kavuşmaları ve topluma kazandırılmaları için hesaplı planlar yaptı. Bu planın aşağıda da getirdiğimiz birçok maddesi var:

 

1. Madde: Köleliğin kaynağını kurutmak

2. Madde: Özgürlüğün kapılarını aralamak

3. Madde: Kölelerin şahsiyetini ihya etmek

4. Madde: Kölelere insani davranışta bulunmak

5. Madde: İnsan tacirliğini reddetmek

 

Peygamber (s.a.a) ve İmamların (a.s) köle ya da köleleri var idiyse bu, İslamın koyduğu sınırlar ve onun hikmetli programlarının dahilinde idi. Onların kölelere karşı davranışları öyle bir şekildeydi ki, kölelerini serbest bıraktıklarında onlar İmam (a.s) yuvasını terk etmezlerdi.

 

Peygamber (s.a.a) ve İmamların (a.s) kölelere karşı bu davranışları, köleliğin kaldırılması yönünde Müslümanlara örnekte teşkil etmekteydi.

Ayrıntılı Cevap

Cevabın daha iyi anlaşılması için İslamın köleliğe bakış açısını kısaca açıklamak gerekir.

Kur’an’ı Kerim’de savaş esirlerinin köle alınması ve kölelik konusunda kesin bir hüküm gelmemişse de Kur’an’ın kölelerden bahsetmesi köleliğin Peygamber (s.a.a)’in zamanında da olduğunu ortaya koymaktadır.[1] Örneğin savaşanların esir alınması ve onlardan köle olarak faydalanmanın caiz olması, kölelerle evlenmenin veya mahrem olmanın hükümleri, mukatebe (kölelerin özgürlük anlaşması) gibi meseleler Nisa, Nahl, Nur, Mü’minin, Rum ve Ahzap surelerinde yer almıştır.

 

Kur’an’daki bu ayetlerden dolayı bazıları diyor ki: İlahi bir din ve içeriği yüce olan İslam, neden köleliği tümüyle ortadan kaldırmamış ve bir genel ve kesin hükümle onların özgürlüklerini sağlamamıştır? Evet, İslam, kölelere iyi davranılması için çok tavsiyelerde bulunmuştur, ama önemli olan onların kayıtsız şartsız serbest bırakılmasıydı. Bir insan neden en büyük ilahi nimet olan özgürlükten mahrum olup başka bir insanın kölesi olsun ki?

 

Cevap:

Kısaca belirtmek gerekir ki, İslam kölelerin özgürlüğüne kavuşması için çok ince ve zamanlaması çok uygun çözümler getirmiş, neticede de toplumda herhangi bir sorun çıkmadan hepsi yavaş yavaş özgürlüklerine kavuşmuştur.

 

Bu konunun açıklamasına geçmeden önce bir kaç noktayı hatırlatmamızda fayda var:

 

1- İslam kölelik sisteminin kurucusu değildi; İslam geldiği sırada kölelik bütün dünyaya yayılmış ve toplumların bel kemiğini oluşturmaktaydı.

 

2- Köleler tarih boyunca acı bir kadere sahiptiler. Örneğin, sözde medeni bir kavim olan Ispartaların köleleri öylesine bedbahtılar ki, Ruh-ul Kavanin kitabının yazarının dediğine göre onlar yalnızca bir kişinin kölesi değil, herkesin kölesi sayılıyorlardı. Kimin canı isterse kanundan korkmadan kendisinin ya da başkasının kölesine istediği kadar işkence edebiliyordu. Gerçekte onlar hayvandan daha kötü bir yaşama sahiptiler.

 

Kölelerin, geri kalmış ülkelerden avlandıkları andan pazarlarda satılacakları zamana kadar birçoğu ölüyordu. Geriye kalanlarını ise doyumsuz insan tacirleri kendilerine gelir kaynağı yapıyorlardı. Satın alanlar da ancak yaşayabilecekleri kadar yiyecek veriyorlardı onlara; yaşlandıkları ve ölümcül hastalığa yakalandıklarında ise acımasız bir şekilde kendi hallerine bırakılıyorlardı. Bu yüzden kölelik tarihi dehşet verici cinayetlerle doludur. İslam, bütün insanların saadet ve özgürlüğü için gelen bir din olduğundan kölelerin geçmişteki bu acı kaderlerine büyük bir toplumsal sorun olarak bakmıştır. Onun karşısında sessiz kalmamış, kökünü kazımak için makul ve dakik çözüm yolları sunmuştur.

 

3- İslamın kölelerin özgürlüğü için getirdiği çözüm

 

Genellikle dikkate alınmayan şey şudur: Bir topluma yanlış bir sistem hakim olmuşsa onun kökünü kazımak için zamana ihtiyaç vardır. Hesapsız yapılan bir hareket ters tepki yapar. Tıpkı tehlikeli bir hastalığa tutulup hastalığı ilerleyen ya da yıllarca uyuşturucu kullanıp ona bağımlılık kazanan kimse gibi; böyle durumlarda genelde tedrici bir tedavi sistemi uygulanır.

 

Başka bir deyişle, İslam, eğer genel bir kanun çıkarıp bütün köleleri serbest bıraksaydı onların çoğu mahvolur ve ölüp giderdi. Çünkü toplumun yarısını onlar oluşturuyordu ve ne bir kazanç yolları vardı, ne barınacakları evleri, ne de ki yaşamlarını sürdürebilecek imkanları. Eğer bir gün ve bir saatte bütün köleler serbest bırakılsaydı büyük bir işsizlik ordusu ortaya çıkardı. Bunun sonucunda da hem kendi yaşamları tehlikeye girecekti, hem de toplumun düzeni bozulacaktı. Yokluk ve yoksulluk üzerlerine baskı yapınca her tarafa saldıracak, kargaşa ve düzensizlik meydana gelecekti.

 

Bu yüzden zamanla serbest bırakılmaları ve topluma kazandırılmaları gerekirdi. Böylece ne kendi canları tehlikeye girecekti ve ne de toplumun emniyeti. İşte İslam kölelerin özgürlüklerine kavuşmalarını sağlamak için böyle bir planlamayı yaptı.

 

Bu planın bir çok maddesi var. Biz onları sadece başlıklar halinde getireceğiz:

 

1. Madde: Köleliğin Kaynaklarını Kurutmak:

 

Tarih boyunca insanları köle etmenin bir çok nedeni vardı. Yalnızca savaşlarda ve borçlular köle alınmazlardı, güç ve zorbalık da insanları köle etmek için bahane edilmişti. Islam bütün bunların önüne bir sed çekerek yalnızca savaşta insanların esir alınmasına izin vermiştir. Açıktır ki, düşman savaşta yenilgiye uğratıldıktan sonra ya onların hepsi öldürülecek ya da esir alınacaklardı. Çünkü düşman serbest bırakılırsa yeniden toparlanıp saldırabilir. İslam ikinci yolu seçmiştir. Ancak esir alındıktan sonra durum tamamen değişmektedir. Esir işlediği onca cinayete rağmen İslam ona Müslümanların elinde ki ilahi bir emanet olarak bakmakta, onların birçok haklarına riayet etmektedir.[2]

 

Savaş bittikten sonra alınan esirin üç hükmü vardır: Her hangi bir şart olmadan serbest bırakmak, fidye alma şartıyla serbest bırakmak veya onu köle etmek. Bu üç şarttan birini seçmek Masum İmam (a.s)’ın yetkisinedir. O da, esirlerin şartlarını göz önüne alarak, İslamın ve Müslümanların içeride ve dışarıda ki menfaatlerine göre en uygun olanını seçer.

 

İmam (a.s) esirleri serbest bırakma kararı almamışa onları ailelere verirdi. Zira o zamanlar hapishane yoktu ki durumları belli oluncaya kadar orada tutulsunlar.

 

Şartlar değişince İmamın esirler hakkında ki kölelik hükümlerini uygulamasının. İslam İmama, uygun olan neyse ona göre hareket etme yetkisi vermiştir. Bu şekilde İslamda köleliğin kaynakları neredeyse kurutuluyordu.

 

2. Madde: Özgürlüğün kapılarını açmak

 

İslam kölelerin serbest bırakılmaları için kapsamlı planlar yapmıştır. Müslümanlar onlara amel ettiklerinde kısa zamanda köleler serbest olacak ve İslam toplumuna kazandırılacaklardı. Bu planın başlıkları şunlardır:

 

a) Müslümanlardan toplanan zekat sekiz yerde harcanmalıdır. O sekiz yerden birisi köleleri satın alıp serbest bırakmaktır.[3] Bu şekilde İslami beyt-ul malda bütün köleler özgür oluncaya kadar daimi bir bütçe ayrılmış oluyordu.

 

b) İslam, kölelerin sahipleriyle anlaşma yapıp kendi kazançlarıyla serbest kalma kanunu çıkardı (İslam fıkhında buna “Mukatebe” denir).

 

c) Köleleri serbest bırakmak, önemli ibadetlerden ve hayır amellerden sayılmaktadır. Masum İmamlar (a.s) bu konuda herkesten öndeydiler; öyle ki, Hz. Ali (a.s)’ın kendi kazancıyla bin tane köleyi satın alıp serbest bıraktığı yazılmaktadır.[4]

 

d) Masum İmamlar (a.s) başkalarına örnek olsun diye küçük bir bahaneyle köleleri serbest bırakıyorlardı. İmam Bakır (a.s) kendisine iyilik yapan kölelerinden birine şöyle buyurdu: “Git, sen özgürsün artık, çünkü cennet ehli olan birisini hizmetime almak istemem.”[5]

 

Yine İmam Zeyn-ul Abidin (a.s)’dan şöyle bir olay rivayet edilir: Bir gün kölelerinden biri İmam (a.s)’ın başına su döküyordu, su kabı İmam (a.s)’ın başına düştü. Köle şu ayeti okudu: “…ve öfkelerini yenenlerdir” İmam (a.s): Öfkemi yendim, diye buyurdu. Köle “İnsanları affedenlerdir” ayetini okudu. İmam (a.s), Allah affetsin, diye buyurdu. Köle ardından “Allah ihsanda bulunanları sever” ayetini okudu. Bunu üzerine İmam (a.s) buyurdu ki: “Git sen artık özgürsün”

 

e) Hatta bazı rivayetlerde yedi yıldan sonra köleler kendiliğinden serbest olurlar. İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: “İmanı olan birisi, sahibi istese de istemese de serbest olur. İmanı olan birisine yedi yıl geçtikten hizmetçilik yaptırmak helal değildir.”[6]

 

Yine Resul-u Ekrem (s.a.a)’in şöyle buyurduğu rivayet edilir: “Cebrail bana köleler konusunda hep tavsiyede bulunurdu, öyle ki, yakında süre tayin edilecek ve hepsinin serbest kalacağını zannettim.”[7]

 

f) Başkasıyla ortak kölesi olan kimse, kendi hakkını serbest bırakırsa diğer yarısını da ortağından satın alıp serbest bırakmak zorundadır.

 

g) İnsan sahip olduğu kölenin bir kısmını serbest bırakırsa diğer kısmı da kendiliğinden serbest kalırdı.

 

h) İnsan anne, baba, dede, evlat, amca, dayı, teyze, hala, kardeş, bacı, erkek ve kız kardeşlerinin çocuklarına malik olursa onlar hemen serbest olurlar.

 

ı) Kendi cariyesinden çocuk sahibi olan kimse o cariyeyi satamazdı ve mirasından çocuğunun hakkına düşen miktarca cariye serbest bırakmalıydı. Bir çok köle bu şekilde özgürlüklerine kavuştu. Çünkü bir çok cariye sahiplerinin eşleri durumundaydı ve onlardan çocuk sahibi oluyorlardı.

 

i) Bir çok suçun keffaresi köle serbest bırakmaktır (yanlışlıkla birini öldürmek, bilerek orucu yemek, yemin etmenin keffaresi bunlardan bazılarıdır).

 

j) Sahibi tarafından şiddetle cezalandırılan köle serbest bırakılmak zorundaydı.

 

İslamdan önce köle sahipleri onlara her türlü işkenceyi yapmayı kendi hakları olarak görüyorlardı. Hiçbir engelleme olmadan istedikleri eziyeti yapıyorlardı. Ama İslam, kulak, burun, dil kesmek gibi bir kısım cezaları yasakladı ve kim kölesini bu şekilde cezalandırırsa kölesini serbest bırakmak zorundaydı.[8]

 

3. Madde: Kölelerin Şahsiyetlerinin Onurlandırılması

 

Köleler, İslamın ön gördüğü özgürlüğe doğru giderken, İslam onların haklarını ihya etmek için büyük girişimlerde bulundu. Onların insani şahsiyetlerini diriltmiş bu yönden köleyle özgür insan arasında fark bırakmamıştı. İslam da ölçü takvadır. Köleler önemli makamlara gelebiliyor hatta hakim de olabiliyorlardı. Resulullah (s.a.a)’in zamanında köleler ordunun komutanlığı ve diğer önemli makamlara getirilmişlerdi.

 

Peygamber (s.a.a) ’in bir çok sahabesi köle idi. Gerçekte onların çoğu, İslam büyüklerinin en büyük yarenleri durumundaydılar. Selman, Bilal, Ammar-ı Yasir ve Kanber bu gruptandı. Beni’l Mustalak gazvesinden sonra Peygamber (s.a.a), bu kabileden bir cariyeyle evlenmiş ve bunun neticesinde kabilenin bütün esirleri serbest bırakılmıştı.

 

4. Madde: Kölelere İnsani Davranışta Bulunmak

 

İslam kölelere iyi davranması konusunda bir çok emir vermiştir.

 

Allah Resulü (s.a.a) buyuruyor: “Kardeşi elinin altında olan kimse yediğinden ona yedirmeli, giydiğinden ona giydirmeli ve gücünden fazlasını ona yüklememelidir.”

 

Hz. Ali (a.s) kölesi Kanbere şöyle buyuruyordu: “Senden daha iyi elbise giyersem Allahtan utanırım, zira Allah Resulü (s.a.a) buyuruyor: Kendi giydiğinizden onlara giydirin, kendi yediğinizden onlara yedirin.”

 

İmam Sadık (a.s) buyuruyor “Babam ne zaman bir kölesine bir iş yapmasını emrederse bakardı eğer iş ağır ise kendisi de Bismillah der ve ona yardıma koyulurdu.”

 

İslam’ın özgürlüğe giden yolda kölelere davranışı öyle bir şekilde idi ki, Gayr-i Müslimler bile bunu övmüşlerdir. Örneğin George Zeydan “Medeniyet Tarihi”nde diyor ki: “İslam kölelere karşı çok merhametli idi. İslam Peygamberi onlar için çok tavsiyelerde bulunmuştur. Mesela, “Kölenin gücünün yetmediği işi ondan istemeyin”, “Kendi yediğinizden ona da verin”, Kölelerinize köle veya cariye demeyin, onlara oğlum, kızım deyin” diye buyurmaktaydı. Kur’an’da köleler hakkında güzel bir tavsiyede bulunarak diyor ki: Allah’a tapının, Ona ortak koşmayın, anne, baba, akraba, yetimlere, yoksullara, komşulara, yolda kalmışlara ve kölelere iyi davranın. Allah kendisini beğenenleri sevmez.

 

5. Madde: İnsan Tacirliği: En Kötü Ticaret

 

İslamda köle alım-satımı en kötü ticarettir. Resul-u Ekrem (s.a.a)’den rivayet edilen bir hadiste “en kötü insan, insan taciridir” diye buyurmaktadır.[9]

 

Bu ibare, İslamın köleler hakkında ki görüşü ve hedefini ortaya koymaktadır.

 

Bundan daha ilginci şudur ki, İslam, insanların özgürlük ve hürriyetini ellerinden alınmasını ve onların bir ticaret malına dönüştürülmesini bağışlanmayan günahlardan saymaktadır. Yine bir hadiste Resul-u Ekrem (s.a.a) şöyle buyurmaktadır: “Allah her günahı bağışlar ama eşinin mihrini inkar eden, işçinin hakkını gasp eden ve özgür insanı satan kimseyi bağışlamaz.”[10] Bu hadise göre kadın hakları ve işçi haklarını gaspetmek, insanların özgürlüğünü ellerinden almak bağışlanmayan üç günahtır.

 

Yukarıda da değindiğimiz gibi İslam yalnızca savaşta esir edilenlerin köle olarak alınmasına izin vermiştir. Fakat asla mecburiyet yönü yoktur. Oysa İslam geldiği sırada ve ondan asırlar sonra Afrika ülkelerine saldırılarak insanlar zorla esir alınıyor ve köle ediliyorlardı. Bazen çok yüksek miktarlarda alım satımları oluyordu. Öyle ki, İngiltere devleti yılda 200 bin kölenin alım satımını yapıyordu. Her yıl Afrikadan 100 bin kişi yakalayıp köle olarak Amerikaya götürüyorlardı.

 

Özetlemek gerekirse, köle konusunda İslamı eleştirenler sadece bu konuda yalan yanlış bir şeyler duyan kimselerdir. Böyleleri yukarıda saydığımız maddelerden, bu maddelerin kölelere zarar vermeden serbest kalmasını sağlayan hedeflerinden haberleri yoktur. Onlar kasıtlı kişilerin etkisinde kalarak kendi akıllarınca İslamın önemli bir zaafını bulduklarını zannederek İslamın aleyhine geniş propagandalar yapmaktalar.[11]

 

Şimdiye kadar söylenenlerden anlaşılan şey, İslam liderlerinin de köle ya da kölelerinin olduğudur. Ama İslamın köleler konusunda ki planlı ve makul tedbirleri, bu liderlerin onlara karşı davranışları sonucu bir çok köle serbest oldu. Ama serbest kaldıktan sonra bile köleler onlardan ayrılmıyorlardı. Israrla İmam (a.s)ın yanında kalmak istiyorlardı, ama İmam (a.s) kabul etmiyordu. Öte yandan İmamlar (a.s)ın kölelere karşı davranışları örnek oluşturuyordu. Bu tür davranışlar, başta Müslümanlar olmak üzere bütün insanlığa toplumların müptela olduğu böylesine önemli bir meselede ne yapacaklarını öğretmiştir.



[1] - Tefsir-i Nümune, c.21, s.413 ve 417

[2] - Vesailu’ş-Şia, c.21, s. 92; Hz. Ali (a.s) buyuruyor: “Yarın esiri idam etsen bile ona yemek verip ihsanda bulunman vaciptir.” (el-Kafi, c.5, s.35); İmam Zeynulabidin (a.s) buyuruyor: “Birisini esir aldığın zaman onu kendinle getiriyorsan eğer yürümekten yorulmuşsa ve onu bindireceğin bineğin yoksa serbest bırak ve onu öldürme. Çünkü onu İmamın yanına getirdiğinde ne gibi bir hüküm verecek bilmiyorsun.”

[3] -Tövbe/60

[4] - “Kendi elinin emeğiyle bin tane köle azat etti.” (el-Kafi, c.5, s.74)

[5] - Men La Yahduruhu’l-Fakih, c.1, s.27

[6] - el-Kafi, c.6, s.196

[7] - Men La Yahduruhu’l-Fakih, c.1, s.52; Vesailu’ş-Şia, c.2, s.7; Müstedreku’l-Vesail, c.13, s.379;

[8] -Şerhu’l-Lüm’ati’d Dimeşkiyye, c.6, s.280

[9] - el-Kafi, c.5, s.114

[10] - Müstedreku’l-Vesail, c.13, s.378

[11] - Tefsir-i Nümune, c.21, s.410 ve 423

Diğer Dillerde Soru Tercümesi
Yorumlar
yorum Sayısı 0
Lütfen soruyu doğru giriniz
örnek : Yourname@YourDomain.com
Lütfen soruyu doğru giriniz
Lütfen soruyu doğru giriniz

Konusal Sınıflandırma

Rastgele Sorular

  • Vaktin başında namaz kılmak mı iyidir yoksa iki doğuş arasında yatmamak mı?
    5640 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2011/04/11
    Her şeyden önce bir noktaya dikkat etmeniz lazımdır:Kerahete neden olan uyku ister sabah namazından sonra olsun, ister ondan önce olsun iki doğuş arasındaki uykudur. Bu yüzden sorunuza göre siz iki doğuş arasında uyuduğunuzdan dolayı her iki durumda da kerahete mürtekip olmuş bulunmaktasınız. ...
  • Ahmet ismi İncil’in neresinde gelmiştir?
    26742 Eski Kelam İlmi 2011/11/12
    Bu konuda dikkat edilmesi gereken önemli nokta şudur: Kur’an, İncil’de İslam Peygamber’inin (s.a.a) müjdeleyici olduğunu söylüyorsa, tahrif edilmiş İncil’i değil, Hz. İsa’nın (a.s) getirdiği incili kastetmektedir. Elbette tahrif edilmiş hali hazırdaki İncil’de de, bu meseleye işaret edilmesi dikkate değer bir konudur.Hz. Mesih (a.s), “Farkilit”ın geleceği müjdesini vermişti. Bu kelime ...
  • Bazen kıbleye doğru oturuyor ve temiz imamlar (a.s) ile sohbet ediyorum ve bu esnada bedenimde özel bir hal hissediyorum ve deyim yerindeyse tüm tüylerim ürperiyor. Bu hal neyin işaretidir?
    10283 Pratik Ahlak 2012/01/18
    Bildiğiniz gibi masum hazretler (a.s) bizim amellerimizi gözetlemektedir ve rivayetlerde de bu konuya işaret edilmiştir. Kesinlikle bu ilgi onların haremindeyken veya dikkatle kendilerine sevgi ifadesinde bulunduğumuzda daha çok ve belirgindir. Öte taraftan bedenin heyecanlıyken ve manevi hallerde reaksiyon göstermesi, hepimiz için vuku bulmuştur ve ayet ve rivayetlerde de bunun ...
  • Bankanın halktan geciken taksitten dolayı aldığı “gecikme parası” faiz sayılıyor mu?
    5983 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2012/09/09
    Banka aracılığıyla gecikmiş taksitten dolayı alınan gecikme parasın hükümü hakkında bazı mercilerin görüşleri aşağıda açıklandığı şekildedir: Ayetullah Uzma Hamenei’nin (Allah onun ömrünü uzun etsin) Defteri: Çalışmalarını “İslami Şura Meclisi’nin” tasvip ettiği kanunlar esasına göre yapan ve “Gözetleme Şurası’nın” teyit ettiği bankanın uygulamasında bir ...
  • İlahi yaşam nasıl bir yaşamdır? Şu andaki yaşamla bir tezaddı var mı?
    7834 Pratik Ahlak 2012/01/05
    Kur’an’a baksak ve ‘’Neden yaratıldık? sorusunu ona sorsak şu cevabı verecektir: ‘Ben, cinleri ve insanları, sadece bana kulluk etsinler diye yarattım.’ İbadet nedir? İbadet yani Allah’a kulluk etmektir. Yani yaptığımız bütün işler, hatta yemek içmek gibi günlük ve çok normal işlerimiz bile ilahi ve ibadi ...
  • Acaba Şia mezhebinden Sünni mezhebine geçmek caiz mi?
    4784 Diğer Konular 2018/12/08
    Esasen din ve inanç insanın akıl ve mantık yoluyla hakikati araştırması ve araması sonucu kendi seçimiyledir. İnsan temel inançlarında araştırma yapmalı ve hakikate ulaştıktan sonra onu seçmelidir. Din ve mezhep insana büyüklerinden miras kalmaz. Buna binaen dinin temel inançlarında taklit caiz değildir.[1] Zira din, ...
  • Rivayetlere göre iyi bir ortağın taşıması gereken özellikler nelerdir?
    3561 Şirket 2020/01/20
  • Anne (kadınlar) yoluyla da seyitli intikal eder mi?
    16105 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2011/06/20
    Hz. Zehra’nın (a.s) tüm evlatlarının Peygamberin (s.a.a) evlatları olduğu hususunda hiçbir şüphe yoktur. Ama Allah Resulü’nün (s.a.a) evladı olmak sıfatı ile seyit ve Haşimi olmak sıfatı arasında fark bulunduğuna dikkat etmek gerekir. Soyu Fatıma Zehra’ya (a.s) ulaşan herkes İslam Peygamberinin (s.a.a) neslindendir, ama seyitlerden değildir; zira seyit ve Haşimî ...
  • Bilal-i Habeşî Ve Hilafet Meselesi
    9683 تاريخ بزرگان 2011/08/03
    Tarihten anlaşıldığı kadarıyla Bilal-i Habeşî halifeler biat etmemiş, bazı yerlerde onlara itiraz etmiş ve hilafet sistemi için ezan okumaktan uzak durmuştur. Bu yüzden Şam’a sürgüne gönderilmiş ve orada vefat etmiştir. ...
  • “Farz” ve “vacip” hangi manaya gelmektedir? Bu iki kelime arasındaki fark nedir?
    10232 مبانی فقهی و اصولی 2014/01/21
    Farz ve vacip eğer değişik durumlarda ve özellikle ayrı (birlikte değil) bir şekilde kullanılırsa, kesinlik ve belirleme anlamına gelir[1] ve ıstılahtaki manası ise mütealliklerinin zorunlu olmasıdır. Ama bu iki kelime arasında bir farkın olduğu bazı lügat kitaplarında zikredilmiştir. Farz ve vacip arasındaki fark, farzın ...

En Çok Okunanlar