Gelişmiş Arama
Ziyaret
7264
Güncellenme Tarihi: 2010/02/06
Soru Özeti
Allah bir işi yapamayacak kadar güçsüz müdür ve bir başkasının O’nun işini yapması gerekir mi?
Soru
Allah bir işi yapamayacak derecede güçsüz müdür ve bir başkasının O’nun işini yapması gerekir mi?
Kısa Cevap

Bu soruda dile getirilen iddia ve varsayım şudur: Her nerede Allah’ın zatı bir işi yapmaya güç yetirebiliyorsa O’nun kendisi bu işi yapar ve eğer buna güç yetiremezse sebeplerden istifade eder. Allah’ın her işe güç yetirebildiğini bildiğimizden dolayı O’nun fillinin nedenler kanalıyla gerçekleşmesi muhaldir ve her kim bir işin nedenler kanalıyla gerçekleştiğini iddia edecek olursa, onun iddiası geçersizdir. Çünkü böyle bir insan Allah’ı aciz bilir.

Bu tür bir akıl yürütme doğru değildir ve burada kullanılan safsata çok açıktır; çünkü kendi vicdanımızla evrendeki birçok hususun başka hususlar için neden olduğunu, bununla birlikte kendilerinin de bir başka nedene ihtiyaç duyduklarını ve bağımsız bir varlıklarının olmadığını biliyoruz. Bu vicdani esası inkâr etmek safsata manasına gelir ve hiç kimse günlük hayatında bu kaideyi inkâr etmemektedir. Allah’ın evrendeki işleri bazı nedenler kanalıyla yapması, O’nun bu işleri yapmada güçsüz olduğuna hiçbir şekilde delalet etmez! Çünkü nedenler ve nedenlerle ilintili olan her şey kendiliklerinden var değildirler, onların tüm varlığı yüce Allah’ın zatına bağımlıdır. Bundan dolayı ister dünyevi ve ister gaybi işler alanında olsun, ilahi fiiller özel nedenler kanalıyla gerçekleşir. Bu Allah’ın hikmetindendir ve O’nun zatında bir eksikliğin bulunduğuna delalet etmez. Tabii hususlarda insanın ihtiyaçları nedenler silsilesi kanalıyla gerçekleştiği ve bu nedenlerin nedensellikte hiçbir bağımsızlıkları olmadığı gibi, manevi hususlarda da bu kaide pekâlâ kabul edilebilir. Birçok ilahi fiilin Allah’ın izniyle yönetici melekler tarafından yapıldığını ve bu konunun Allah’ın kudretiyle hiçbir şekilde çelişmediğini bilmekteyiz. Eğer evrende itibari (nedensellikte bağımsız olmamak) olarak bile hiçbir nedenin gerçekleşmemesi öngörülseydi, esasen Allah dışında hiçbir varlığın var olması mümkün olmazdı. Çünkü O’nun dışında var olan her şey etkisizdir ve O’nun dışında eğer bir şey varsa bu arazi ve itibaridir. Nedenlerin varlığı da bu türdendir.

Ayrıntılı Cevap

Gök, yeryüzü ve bunların içinde bulunan her şey yüce Allah’ın kudretinin yansımalarıdır ve Allah her işi yapmaya kadirdir. Ama bu sonsuz kudret, ilahi fiilin nedenler kanalı olmaksızın gerçekleştiği anlamına gelmez. Allah, evreni hikmet esasınca yaratmış ve tüm gaybi, zahiri, tekvini ve dünyevi fiilleri nedenler aracılığıyla gerçekleştirmektedir. Bu evrende birçok işi yapmakla görevli olan melekler buna bir örnek teşkil eder. Aynı şekilde maddi dünyada da her işin doğal nedenleri vardır; örneğin bir şahıs acıkırsa yiyeceğe ihtiyaç duyar. Her ne kadar tüm işler Allah’a dönse de ve her türlü kudret ve güç onun elinde olsa da[1] tabii hayatta su ve yiyecek hayatın sürdürülmesinin aracıdır. Bu, Allah’ın işleri vasıtasız yapmaktan aciz oluşu anlamına gelmez. Bunun manası, insanın maddi ihtiyaçlarının maddi neden ve sebepler ile karşılandığıdır. Bu nedenlerden istifade etmek şirk ve tevhidi inkâr etmek manasına gelmez. Elbette bu sebepleri etki etmede bağımsız bilirsek iş değişir. Bu anlam hidayete erdirme ve manevi feyizleri ulaştırma gibi maddi olmayan konularda da geçerlidir. Bundan dolayı nedensellik kaidesi ve evrendeki her işin kendine özel sebepler ile gerçekleşmesi, kanıtlamaya ihtiyaç duymayacak kadar açıktır. Bununla birlikte İslam inançları ve Ehlibeyt mektebinde, işleri doğal sebeplere bağlama inancının yanlış bir konu olduğunu ve evrendeki her nedenin salt Allah’ın iradesinin gerçekleşmesi için bir kanal olduğunu bilmekteyiz. İnsanın iradi fiilleri bile Allah’ın iradesinin boylamındadır. Hiç kimse kendi amellerinden Allah’ın kudretinin dışında iş göremez ve gerçekte Allah dışında hiçbir etki eden yoktur. Her kim her mertebede böyle bir görüşe inanırsa, İslami inançlara göre müşrik sayılır. Bu nedenle Allah’ın fiillerinin tümü nedenler kanalıyla gerçekleşir ve bununla birlikte bu nedenler nedensellikte bağımsız olmayıp ilahi irade ve kudretin etkisi altındadırlar. Bu tümel kaidede ateşin yakmadaki etkisi gibi maddi nedenler ile evreni idare etmedeki meleklerin nedensellikleri gibi gaybi nedenler arasında, aynı şekilde insanın ihtiyari fiilleri ile onun ihtiyarı dışında gerçekleşen hadiseler arasında bir far bulunmaz. Kamil tevhitten maksat nedensellik ve ihtiyar kaidesinin iptal edilmesi değil, bu akidedir. Şia mezhebi veya diğer İslam mezhepleri çerçevesinde tevessüle veya imam ve kâmil insanın vasıta olmasına inanmak hakkında ise başlangıçta hatırlatılması gereken çok önemli ve bu meseleye bakmada temel alınması gereken konu şudur: İmam, kılavuza ve aracıya ihtiyaç duymak, bu ihtiyacın bilincinde olmayı gerekli kılar. İnsanların kendi fıtratları esasınca, sürekli insaniyetin yetkinlik makamı ve ilahi hilafete ermiş kâmil bir insanı aradıklarını ve onun varlık aynasıyla veya ona aşk duyarak ve tevessül ederek kendilerinin gerçekte kaybolmuş hakikatini bulmaya çalıştıklarını biliyoruz. Bu kâmil insan Şiilik mezhebinde imam olarak adlandırılan kimsedir. Kur’an şöyle buyuruyor: Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının, O’na yaklaşmaya vesile arayın ve O’nun yolunda cihat edin ki kurtuluşa eresiniz.[2] Bu ayet gerçekte ihtiyaç ve doğruluk gereğince Allah’ı isteyen inananlara kılavuzluk etme hedefini gütmektedir. Elbette bu iş Kur’an’ın tavsiyesiyle, kendi nedenleri aracılığıyla çok kolaydır. Sonraki konu ise şudur: Hz Peygamberi (s.a.a) veya bir imama tevessül etmek ve onları aracı kılmak, hiçbir şekilde onlar için bağımsızlık iddiasında bulunmak anlamına gelmez. Nitekim evrendeki hiçbir neden Allah’tan bağımsız olarak göz önünde bulundurulamaz. Böyle bir düşünce yüce Allah’a şirk koşmaktır. Ama genel olarak Kur’an’ın tabiri ile iman makamına ermemiş[3] ve gerçek muvahhit olmamış birçok Müslüman’ın maddi nedenlere dayanma konusunda Allah’a şirk koşmaları muhtemeldir. Aynı şekilde bahsimizin asıl konusu olan salih ameller, kılavuzdan istifade etmek, peygamber ve Allah’ın velilerine tevessül edip onlara aşk duymak gibi manevi nedenler konusunda da şöyle söylemek gerekir:  Eğer bu hususlar sebep sıfatıyla göz önünde bulundurulacak olursa, sadece tevhit ve Allah’a aşk duymadaki ihlâs oranınca bizi manevi hedefe ulaştıracaktır. Bundan dolayı İslam’da tevhit esası zedelenmez bir esastır. Lakin buradaki nokta şudur: Bu manevi halis neden ve ameller bizi tevhidin hakikatine aşina kılar. Salt teorik açıdan tevhit iddiasında bulunmamız ve pratikte gönlümüzün istediği hususlarda aracılara tevessül etmemiz, onları nedensellikte bağımsız bilmemiz ve bazı konularda tartışılması ve incelenmesi gereken deliler ile imam, nebi ve veliye tevessül etmek Allah’ın kudreti ve tevhit ile çelişir diye itirazda bulunmamız doğru olmaz. Kamil insan ameli açıdan tevhidin rüknü sayılır; çünkü o tümüyle varlığında fani olmuş ve muvahhit olmanın numunesi haline gelmiştir. Gerçekten de tevhit iddiası ameli olarak ve ilahi mizanda ölçülecek olursa kâmil insandan başka kimse buna layık görülmez ve Müslüman bir fert tüm şeylerden bağını kesip fani olmadıkça müşrik sayılır ve Allah’ı istemede yetersiz sayılır. Bu nedenle tevhit iddiasında bulunmak ve onun hakkında tartışmak ayrı bir konu, onun insanda gerçekleşmesi ise bambaşka bir konudur. Kur’an bu hususta şöyle buyurur: Onların çoğu Allah’a ancak ortak koşarak inanırlar.[4]

Bu hususta daha fazla bilgi edinmek için aşağıdaki yanıtlara başvurabilirsiniz:

Vasıtasız bir şekilde Allah’a tevessül etmek ve O’nunla irtibat kurmak, 542 (Site: 590).

Allah’a yakınlaşmada vasıtaların rolü, 6940 (Site: tr7040).

Ehlibeyt’e tevessülün felsefesi, 1321 (Site: 1316).

 

 


[1] "لاحول ولا قوّة الا بالله".

[2] Maide Suresi, 35. ayet.

[3] Hucurat Suresi, 14. Ayet: "قالَتِ الْأَعْرابُ آمَنَّا قُلْ لَمْ تُؤْمِنُوا وَ لكِنْ قُولُوا أَسْلَمْنا وَ لَمَّا يَدْخُلِ الْإيمانُ في‏ قُلُوبِكُم‏"

[4] Yusuf Suresi, 106. ayet.

 

Diğer Dillerde Soru Tercümesi
Yorumlar
yorum Sayısı 0
Lütfen soruyu doğru giriniz
örnek : Yourname@YourDomain.com
Lütfen soruyu doğru giriniz
Lütfen soruyu doğru giriniz

Konusal Sınıflandırma

Rastgele Sorular

  • Yemek yemek için ev sahibinden izin almak gerekir mi?
    6842 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2011/02/14
    İslami açıdan insanın yemeğinin helal ve pak olmasının yanı sıra mubah da olması gerekir yani o yemeğin sahibi de razı olmalıdır ve biz de onun razılığını bilmeliyiz. Başkalarını malını izinleri olmaksızın kullanmak haramdır. Ancak bir kimse başkasını yemek için evine davet etmiş yemek sofrasını açmış veya bir bağ sahibi ...
  • Bu asırda kızları köleliğe çekmek caiz midir?
    6938 Eski Kelam İlmi 2011/10/23
    Her şeyden önce köleliğin İslam dini tarafından temelleri atılan bir kurum olmadığını, bilakis bu fenomenin İslam’ın doğduğu çağda dünyanın tüm bölgelerinde yaygın olan bir realite olduğunu bilmeliyiz. İslam köle sahiplerine ciddi bir zarar vermeksizin ve mevcut toplumsal dengeyi ani ve hızlı bir girişimle ortadan kaldırmaksızın imkânların elverdiği ölçüde ve ...
  • Çocukken bir defa kız kardeşimin sütünü içmiş olan amcakızım ile evlenebilir miyim?
    7868 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2010/12/22
    Bu sorunun kısa cevabı yoktur. Ayrıntılı cevap seçeneğini tıklayınız. ...
  • Allah gerçekleşmeden önce insan amelini nasıl bilmektedir?
    6359 Eski Kelam İlmi 2011/08/21
    Bizim için böyle bir sorunun meydana gelmesinin sebebi, Allah ile zaman arasındaki bağı doğru anlamamamızdır. Allah ezeli, ebedi ve zaman üstüdür; yani Allah zamanı kuşatmıştır ve onunla sınırlı değildir. Esasen Allah geçmişte gelecek hakkında bilgi sahibidir diye bir şey söylememiz doğru değildir; çünkü Allah için geçmiş ve gelecek diye ...
  • Eğer birisi ramazan ayında tutmamış orucunu bir sonraki ramazan ayına kadar kaza etmezse hükmü nedir?
    6682 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2015/09/14
    sorunuzun üç sureti var: biz mercii taklitlerin görüşlerini dikkati nazarda tutarak sorununuzun her bir suretini ayrı ayrı cevaplandırırız. Bir: eğer hastalıktan ötürü orucunu tutmamış ve hastalığı bir sonraki ramazana kadar devam etmişse, tutmamış oruçlarının kazası farz değildir ve her gün yerine yaklaşık on sir (750 gram) denkliğinde ...
  • Eğer bir kız ve erkek evlenmeyi kararlaştırırlarsa ve aralarında ilişki olursa, ama erkek ahdine vefa göstermez ve kızı terk ederse günah işlemiş sayılır mı?
    9322 Pratik Ahlak 2011/08/21
    İslam ahit ve anlaşma dini olup ahde vefa göstermeyi müminlerin alamet ve sıfatlarından biri saymaktadır. Peygamber-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurmaktadır: Müminler şart ve taahhütlerine bağlıdır.[1] Maalesef bazı insanlar bu önemli hususa bağlı değildir ve menfaat, heves ve arzularının ...
  • Ben hastayım ve cep haclığımı da babamdan alıyorum. Bunun dışında param yoktur ki orucumun kefaretini verebileyim, Acaba yine orucumun kefaret üzerimde farz mıdır? Bu senenin kefaret miktarı kaç tümendir?
    6170 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2012/03/14
    Fukahanın (fıkıh âlimleri) fetvası esasınca orucunu kasten (amdi olarak) ve her hangi bir mazereti olmaksızın yiyen bir kimse üç çeşit kefaretten birisini seçmek arasında muhayyerdir. Birincisi: Bir köle azat etmek. Günümüz dünyasında köle konusu mevcut olmadığından dolayı bu şık kendiliğinden devre dışı kalıyor.
  • İmam Ca'fer Sadık'a göre Kur'an karisinin özellikleri
    12688 Kur’anî İlimler 2011/07/19
    İmam Cafer Sadık (a.s) Kur'an karisi için bir takım özellikler ve vasıflar zikretmiştir. Bu cümleden şu vasıfları zikredilebilir: Ehl-i Beyt'in velayetini bilmesi, Kur'an'ı doğru okuması, Kur'an'ı okurken ondan etkilenmesi, abdestli olması, doğru bir kimse olması ve yağcılıktan uzak durması, Kur'an'a karşı tevazu ve huşu göstermesi, ilim öğrenmek yolunda çaba göstermesi, ...
  • Hangi surede hay ve kayyum sıfatları yer almaktadır?
    17459 Tefsir 2010/11/08
    Hay ve kayyum Yüce Allah’ın iki zatî sıfatıdır. “Hay” “diri” manasında ve “kayyum” da “zatıyla kaim olan ve başkalarının kendisiyle kaim olduğu varlık” anlamındadır. Bu iki sıfat beraber bir şekilde Kur’an surelerinin üç ayetinde yer almaktadır:1. Bakara suresi 255. ayet: “
  • Dinin afetleri nelerdir?
    12217 Din Felsefesi 2010/08/22
    Din, kendisinde hata, yanlış, hasar ve afetin yer alamayacağı kutsî ve ilahî bir olgudur. Hata ve yanlış yapma beşerî hususlarla ilgilidir. Din ve dindarlığın hasarlarını bilme bahsindeki hasar ve afet, dinin hakikatiyle ilgili değildir. Bilakis insanların dine bakış tarzları, insanın dini anlama ve telaki etme şekli, ...

En Çok Okunanlar