Gelişmiş Arama
Ziyaret
8922
Güncellenme Tarihi: 2010/02/28
Soru Özeti
Şeriat literatüründe taabbuddan ne kastedilmektedir ve onun şartları nedir? Taabbudu ispat etmek için nasıl bir delil getirilebilir?
Soru
Şeriat literatüründen taabbuddan ne kastedilmektedir? Taabbudun ne gibi şartları vardır? Bazı hususların taabbudî olduğunu ispat edebilmek için ne gibi bir delil getirilebilir? Taabbudî hususlar nasıl belirlenebilir?
Kısa Cevap

Taabbud; abd ve ubudiyet kökünden olup kulluk ve tapmak anlamına gelir ve rivayetlerde de bu anlamıyla zikredilmiştir. Fakihler ve şeriata bağlı olanlar taabbudu başka manalarda da kullanılmışlardır. Taabbudî kavramının kullanıldığı yerlerden biri, delile gerek duyulmayan yerdir. Her şahsın din ve inanç usulleri akıl esasınca olmalıdır, lakin dinin detayları konusunda hükmün Allah tarafından olduğunun ispatlanması yeterlidir ve hükmün araştırılmasına, ispatlanmasına, nedeninin ve felsefesinin bilinmesine gerek yoktur. Örneğin neden sabah namazını iki rekât kılmaktayız diye sorulduğunda, bu taabbudî (bunu kabul etmeliyiz ve bunu ispatlamaya gerek yoktur) sayılır diye cevap verilir. Usulcülerin arasında da taabbudî farz, tevessülî karşısında kullanılır. Taabbudi farz, Allah tarafından kabul edilmesi ve doğruluğu için yakınlaşma niyeti güdülen ve amelin Allah için halis olması şartı koşulan namaz, oruç ve hac gibi hususları içerir. Tevessülî farz ise Allah tarafından kabul edilmesi için yakınlaşma niyetinin ve amelin Allah için halis bir şekilde gerçekleşmesi şartının gerekmediği ölüyü defnetmek ve elbiseyi yıkamak gibi konuları içerir. Elbette burada da sevap elde etmek için yakınlaşma niyeti taşınması şarttır.

Ayrıntılı Cevap

Taabbud; abd ve ubudiyet kökeninden olup kulluk ve tapmak manasına gelir ve rivayetlerde de bu anlamıyla zikredilmiştir.[1] Ama şeriata tabi olanlar ve fakihler arasında taabbud bir şekilde sözlük manasıyla ilintili bir şekilde başka manalarda da kullanılmıştır. Taabbud kavramının kullanıldığı yerlerden biri istidlal ve delile ihtiyaç duyulmayan yerdir. Kullar ve yükümlülerin görevi inanç ve amel diye iki bölüme ayrılır. Birinciden dinin usulleri ve ikinciden ise dinin fer’i hususları diye tabir edilir. Dinin usulleri bağlamında her şahsın inancı akıl esasınca şekillenmelidir.[2] Lakin dinin fer’i hususları ile ilgili konuların çoğunda meselenin Allah tarafından belirlenmiş bir hüküm ile dile getirildiği ispatlanırsa, bu yeterli olur ve hükmün araştırılması, ispatlanması, nedeninin ve felsefesinin bilinmesine gerek kalmaz. Genellikle neden sabah namazını iki rekât kılıyoruz diye sorulduğunda cevap olarak bunun taabbudi (kabullenmemiz gereken ve delile ihtiyaç duymayan) bir husus olduğu dile getirilmektedir. Bu yüzden yüce Allah tarafından belirlenmiş dini buyrukların taabbudî olduğu söylenmiştir.[3]

Neden ibadetsel hususlar istidlale gerek duymaz?

İbadetsel hususlar dinin fer’i konularıyla ilgilidir. İsminden de anlaşıldığı gibi bu hususlar dinin usullerinin fer’i konularıdır; yani biz Allah’ı âlim, hikmet sahibi ve adil olmak gibi sıfatlar ile tanıdığımızda, genel bir şekilde eğer O’nun bizi bir takım hususlarla yükümlü kıldığını bilirsek bunun kesinlikle biz kulların maslahatının böyle bir şeyi gerektirdiğini anlarız. Buna ek olarak hükümlerin neden ve felsefesini bilmek bizim faydamızı olmayabilir ve ihlâs ve yakınlık niyetimizi zedeleyebilir; örneğin oruç tutan bir şahsın orucun kendi hastalığına faydalı olduğunu bilmesi ve bir başkasının ise böyle bir bilgisinin olmaması buna bir örnek teşkil eder. Yükümlü, taabbudî ameli itaat açısından yapar ve taabbud ne kadar çok olursa yükümlünün ruhunda Allah’a itaat etme esası daha sağlamlaşır, İslam onun tüm özünü kuşatır ve başka bir ifadeyle onun insani yeti ve dürtüleri Hakka teslim olur. Bu yüzden insan ibadet yapmada biraz halis taabbud ve itaatten yüz çevirir ve herhangi bir fayda veya zararı göz önünde bulundurursa, ibadetin hakikat ve ruhu burada gerçekleşmediğinden amel geçersiz olur. İbadetin tüm sırlarının herkes için meçhul olması bu yüzden olabilir ve taabbudun kemale ermesi için bu hususta az olarak bilinen şeyler niyette göz önünde bulundurulmamalıdır.[4] Taabbud kavramının kullanıldığı bir başka yer de fıkıh usulü ilmidir. Bu kavram tevessülî kavramının karşısında kullanılır ve tanımı şudur: Taabbudî farz; doğru sayılması ve Allah tarafından kabul edilmesi için yakınlık niyeti ve amelin Allah için ihlâslı bir şekilde yapılması şartının bulunduğu namaz, oruç ve hac gibi farzlara denir. Tevessülî farz ise yakınlaşma niyeti ve amelin Allah için ihlaslı bir şekilde yapılması şartının gerekmediği ölüyü defnetmek ve elbiseyi yıkamak gibi farzlara denir. Elbette burada da sevaba erişmek için yakınlaşma niyeti şarttır. İslam şeriatında bulunan farzlar değişik açılardan sınıflandırılabilir: Aynî ve kifaî, tayinî ve tahayyürî, taabbudî ve tevessülî, mutlak ve şartlı, nefsî ve gayrî bunun birer örnekleridir. Taabbudî farz yakınlaşma niyetinin doğruluğunda şart olduğu namaz, oruç, humus, zekât ve benzeri hususları içerir. Tevessülî farz ise yakınlaşma niyetinin doğruluğunda şart olmadığı boğulan bir şahsı kurtarmak ve nafaka ödemek gibi hususları içerir. Bu esasla yakınlaşma niyeti ve ihlâsın içinde bulunduğu ve bunlar olmadan geçersiz olan hususlar taabbudî sayılır.[5] Tevessülî hususlar ise yakınlaşma niyeti ve ihlâsın gerekli olmadığı ve bunların yokluğunda amelin geçersiz sayılmadığı hususlardır. Elbette yakınlaşma niyeti ve ihlâs olmazsa sevap ve ecir bulunmaz. Rivayetlerden istifade edildiği üzere bazı ameller yakınlaşma niyetine gerek duyar ve bu olmazsa amel geçersiz olur. Lakin bazı amellerin doğru olmasının yakınlaşma niyetine ihtiyacı bulunmaz ve yakınlaşma niyeti bulunmaksızın da amel doğru sayılır. Birinci kısım amellerden ibadetsel veya taabbudî hususlar olarak, ikinci kısım amellerden ise tevessülî hususlar olarak söz edilir.

 


[1] Mustafavi, Hasan, Et- Tahkik fi Kelimati’l Kur’an-i’l Kerim, c. 8, s. 12, Naşir: Bongahı tercüme ve neşri kitap, 1360, h.ş; Tebersi, Ebu Mensur Ahmet bin Ali, El- İhticac, c. 2, s. 395, Neşri Murtaza Meşhedi Mukaddes, 1403 h.k.

[2] Tevzihü’l-Mesail (el-Mahşi lil-İmami’l-Humeyni), c: 1, s: 11, m: 1.

[3] İmam Sadık’a (a.s) isnat edilen, Misbahu’ş Şeria, Mustafavi, Hasan, s. 236, Naşir: Encümen-i İslam-i Hikmet Ve Felsefe-i İran.

[4] Taligani, Seyyid Mahmud, Pertovi ez Kur’an, Naşir: Şirkeri Sehamiyi İntişar, Tahran, 1362 h.ş.

[5] Tayyib, Seyyid Abdu’l Hüseyin, Etyebu’l Beyan fi Tefsiri’l Kur’an, c. 3, s. 40 ve 41.

 

Diğer Dillerde Soru Tercümesi
Yorumlar
yorum Sayısı 0
Lütfen soruyu doğru giriniz
örnek : Yourname@YourDomain.com
Lütfen soruyu doğru giriniz
Lütfen soruyu doğru giriniz

Konusal Sınıflandırma

Rastgele Sorular

  • Ölen ve cenazesi geç defnedilen bir ferdin ruhu nasıl bir duruma girer?
    31081 Eski Kelam İlmi 2012/01/18
    Kur’an-ı Kerim’den istifade edildiği kadarıyla, Yüce Allah ölenlerin ruhunu özel bir âlemde korumaktadır ve geç defnedilme durumunda ruha bir zarar gemlememektedir; bununla birlikte rivayetlere göre, cenazenin çabuk defnedilmesi icap eder. ...
  • Acaba Hz. Masume (s.a) mezarının ziyareti için özel bir gusül mevcut mudur?
    6150 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2011/08/20
     Bazı Taklit Mercileri İmamların Haremlerine girmek ve ziyaret etmek için gusül almayı müstehap bilmektedirler. Diğer bazı taklit mercileri ise bu ziyaretler için gusül’ün müstehap oluşunu rivayet açısından sabit bilmemekte şöyle buyurmaktalar: Eğer bir kimse ziyaret için gusül almak isterse bunu reca (sevap ümidi) ile ...
  • Miraç nedir? Hz. Muhammed’in (s.a.a) dışında da bir peygamber miraca gitmiş midir?
    22418 Eski Kelam İlmi 2011/12/10
    Miraç, Arapça’da göğe çıkmak için kullanılan vasıta demektir. Rivayet ve tefsirlerde ise Peygamberimizin (s.a.a) fiziki olarak Mekke’den Beytu’l-Mukaddes’e gitmesine, oradan göğe çıkmasına, sonrada tekrar Mekke’ye dönmesine miraç denmektedir. Rivayetlerden anlaşıldığı kadarıyla Resulullah’ın (s.a.a) dışında herhangi bir peygamber miraca gitmemiştir; sadece Hz. Süleyman, Hz. İdris ve Hz. İsa ...
  • Şia ile sünninin evlenmesi caiz midir?
    47244 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2009/02/28
    Continue... ...
  • Şia Hz. Ali(a.s)'ın faziletlerini ispatlamada Ehl-i Sünnet'in mütevatir hadislerine dayanabilir mi?
    7463 Masumların Siresi 2011/06/21
    Tevatür yalan üzere anlaşmaları mümkün olmayan büyük bir kalabalığın bir konuyu nakletmelerine denir. Biz inanıyoruz ki Hz. Ali'nin faziletleri ve onun imameti hakkındaki nas tevatürle sabittir. Bunu Şia'nın hadis ve tarih kaynaklarının yanı sıra Ehl-i sünnetin kitaplarından ve sahabilerin hadislerini nakleden eserlerden istifade ediyoruz. Buna göre bizim bu konuyla ilgili ...
  • hangi sınıra kadar kocasına itaat etmelidir? Erkek onu yolculuğa mecbur edebilir mi?
    10470 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2012/01/18
    Hz. Ayetullah Hadevi Tahrani’nin belirtilen soru hakkındaki cevabının açıklaması şudur:Kadın cinsel doyum konusunda erkeğe itaat etmelidir ve erkek evden çıkmayı yasaklarsa bu durumda kendisi evden çıkamaz. Elbette evlilik hayatının farz ve haramlarla yetinmeyle sorundan yoksun olmasının imkânsız olduğuna dikkat edilmelidir. Ama ahlaka riayet etmek evliliğin pekişmesi ve tatlılığını ...
  • Peygamber Efendimize (s.a.a) göre başkalarına hediye vermenin adabı nasıldır?
    17497 هدیه 2012/05/19
    Hediye vermek ve almak Peygamber Efendimizin (s.a.a) ameli siresinde vardı. Ama Peygamber Efendimizden (s.a.a) gelen rivayetler esasınca hediye verme işi kendi ve diğerlerine meşakkat ve zahmeti beraberinde getirmemelidir; zira bu işteki hedef ünsiyet ve ülfet oluşturmaktır ve eğer onun adap ve şartlarına riayet edilmezse uygun olan neticeye ...
  • Geçici evlilikte iddet beklemenin felsefesi nedir?
    8946 Hukuk ve Şer’I Hükümler Felsefesi 2009/10/18
    Kadın yaise ise iddet beklemesine gerek yoktur. Yaiseden kasıt Kureyişli ise altmış ve Kureyşli değilse elli yaşını doldurmuş olmasıdır. Kısır olan kadın yaise sayılmaz, bu yüzden evlendikten sonra iddet beklemesi gerekir.Bu hükmün felesefesine gelince ayet ve rivayetlerde hükümlerin bütün ...
  • İslam’la Hıristiyanlık arasındaki Allah’ın oğlunun olması ve olmaması meselesindeki tezat ve zıtlık nasıl giderilebilir?
    8453 Eski Kelam İlmi 2010/06/12
    Müslümanlar, Tevhid suresi gereğince Allah-u Teala’nın kimseyi doğurmadığına ve kimseden doğmadığına inanmaktalar. Bu inanç bütün tevhidi dinlerde vardır. Hz. İsa’nın (a.s) dinide bu kaidenin dışında değildir; zira bütün semavi dinler akıl ve fıtrat üzerine kuruludur. Allah-u Teala’nın varlık aleminin yaratıcısı ve hiçbir şeye muhtaç olmadığı konusu akıl ...
  • İslam’ın Tebliğ Yöntemi Nasıldı?
    12515 Masumların Siresi 2011/08/17
    Tebliğ mesaj iletmek anlamındadır. Tüm ilahî peygamberlerin ve özellikle de yüce İslam Peygamberinin misyonu insanları karanlıklardan nura yöneltmek olduğundan, İslam’da tebliğ Allah’ın mesajını kullarına ulaştıran bir vesile olarak çok önemlidir. İslam’da tebliğ yöntemleri sözlü, yazılı ve amelî olarak üç kısma ayrılabilir. Bu her üç kısmın da değişik türleri vardır. ...

En Çok Okunanlar