Gelişmiş Arama
Ziyaret
7419
Güncellenme Tarihi: 2010/04/21
Soru Özeti
İmam Humeyni’nin (r.a) inancına göre velayet-i fakih taabbudi bir esas mıdır?
Soru
Velayet-i Fakih hakkında bir merci sıfatıyla İmam Humeyni’nin (r.a) açıklamaları, fetva verme sürecinde bazı meşhur fakihlerin yöntem tarzı ve de dinin rükünlerinin taabbudi olması konuları göz önünde bulundurularak velayet-i fakih taabbudi bir esas olarak değerlendirilebilir mi yoksa değerlendirilmez mi? (Taabbudi olması durumunda) Lütfen açıklamada bulunur musunuz?
Kısa Cevap

Taabbud, yüce Allah’a kulluk ifadesi ve O’nun emirlerini sorgulamaksızın kabul etmektir. Bu anlamıyla Yüce Allah’ın rızasını kazanma doğrultusunda atılan her adım bir tür taabbud sayılır ve eğer velayet-i fakih de bu hedef doğrultusunda kabul edilirse taabbudun bir örneği haline gelir. Lakin din âlimleri “taabbud” ve “taabbudi” kavramları hakkında velayet-i fakih konusunu içermeyen bir takım sınırlı anlamlar da göz önünde bulundururlar; zira anlaşıldığı kadarıyla velayet-i fakih tevessüli farz karşısında taabbudi bir farz değildir ve taabbudi ve delilsiz onu kabul etmemek gerekir.

Ayrıntılı Cevap

Bu soruyu yanıtlarken ilk önce fıkıh ilminde “taabbud” kavramının hangi konularda kullanıldığı hususuna dikkat etmek gerekir. Yüce Allah karşısında ifade edilen her türlü kulluk, O’nun emirleri karşısında teslim olmak ve rızasını kazanmak için çabalamak “taabbud” olarak adlandırılır. Burada insanın yaptığı işin delilini bilmesi veya hikmetinden haberdar olmaması önemli değildir. İnsanın salt dini önderlere uymak için işe teşebbüs etmesi önemlidir. Her mümin bireyin Allah’a yakınlaşmasının zirvesi, kendi maddi ve manevi hayatını her davranışında taabbud ve kulluğun gözlemleneceği şekilde düzenlenmesidir. Bu tanım taabbudun manasına sınırsız bir bakışı ifade eder. Lakin daha kısıtlı yorumlarda şer’i buyrukların taabbudi oluşu iki başka konuda da kullanılmıştır:

1. Her ne zaman biz şer’i bir hükmün delil ve felsefesini açık bir şekilde bilmezsek, salt bu hükmün Allah tarafından olduğunu ve O’nun elçileri tarafından bildirildiğini ve bizim uymakla yükümlü olduğumuzu kabul ederek onu kesin bir şekilde uygularsak, ıstılahta bizim taabbud esasınca bu hükmü kabul ettiğimiz söylenir. Bazı rivayetlerde müminlerin böyle bir taabbud taşıması tavsiye edilmiştir.[1] Elbette bu tür bir taabbudun konusu dinin ilk esaslarının ispat edilmesinden sonra yer alan dini fer’i hükümleri kapsar. Bu tür hükümlerde hükmün felsefesini bilmeye gerek yoktur. Elbette bilmenin de bir zararı bulunmaz.

2. Son olarak din bilginleri arasında “taabbudi farz” karşılığında “tevvessüli farz” diye başka ıstılahlar da üretilmiştir. Bu kavramlar ilk İslam kaynaklarında mevcut olmayıp bu bilginlerin değişik farzları sınıflandırmaları neticesinde ürettikleri terimlerdir. Bu bakışta taabbudi farz, Allah’a yakınlaşma niyeti güdülmeksizin yapılması imkânsız olan farza denir. Örneğin eğer bir şahıs güneş doğduktan batana dek aç kalırsa Allah’ın rızasını kazanma hedefini taşımadan onun açlığı oruç olarak değerlendirilemez. Bu açlığın başka bir defa daha ve belirlenmiş hedef ile tekrar edilmesi gerekir. Çünkü oruç taabbudi bir farzdır. Lakin bunun karşısında başka bir farz olan boğulmak üzere olan bir şahsı kurtarmak, bu hedef göz önünde bulundurmadan yapılabilir ve bunun tekrar edilmesine gerek yoktur. Elbette bu fiil de belirtilen hedef ile gerçekleşirse daha fazla bir sevabı ardından getirecektir. Bu mukaddime ile sorunuza dönüyoruz:

Eğer mümin birey akli dirayet ve nakli hadisten faydalanarak velayet-i fakihin Allah tarafından belirlenmiş bir husus olduğunu ve O’nun tarafından onaylandığını tespit ederse kulluk ve Allah tarafından olan her şeyi kabul etme güdüsüyle bu konuya taabbudi olarak yaklaşabilir. Bu, sınırsız manasıyla belirtilen taabbudi tanımını ifade eder. İmam Humeyni’nin (r.a)  değişik dönemlerde dile getirdiği sözler göz önünde bulundurulduğunda onun da velayet-i fakih konusunda böyle bir taabbud taşıdığı anlaşılabilir. Örneğin İmam Humeyni (r.a) şöyle demektedir: “Velayet-i fakihi kabul ediyoruz, lakin velayet-i fakihin İslam’ı heder edeceğini söylememeliyiz! Bunun manası imamları tekzip etmektir, İslam’ı tekzip etmektir.”[2]Veya şöyle demektedir: “Millet velayet-i fakihi Allah buyurduğu için kabul etmektedir, oysaki sizler hayır lazım değildir diye söylemektesiniz.”[3] Başka bir yerde ise şöyle demektedir: “Uzmanlar konseyi velayet-i fakihi ispat etmek istemekteler. Uzmanlar konseyi Allah Tebarek ve Teâlâ’nın buyurduğu şeyi tasvip etmek istemekteler… Velayet-i fakih konusu uzmanlar konseyinin icat ettiği bir şey değildir. Velayet-i fakih Allah Tebarek ve Teâlâ’nın oluşturduğu bir şeydir.”[4] Taabbud hakkında belirtilen sınırlı iki yorum bağlamında velayet-i fakihin taabbudi olması hakkında ise şöyle söylemek gerekir:

1. Taabbud ilk sınırlı yorumuyla velayet-i fakih bağlamında göz önünde bulundurulamaz; zira böyle bir velayetin delili bellidir. Bu, bir uzmana müracaat etmektir; bu hususta bir rivayet olmasa bile insan akıl ve geleneğe dayanarak da bunu ispat edilebilir ve birçok din bilgini bunun delillerini kendi açıklamalarında dile getirmiştir.

2. İkinci sınırlı yorum bağlamında da şöyle söylemek gerekir: Velayet-i fakih esasını kalpsel olarak kabul etmek inançsal bir husus olduğundan, taabbudi farzlarda gerekli olan hedefin olmadığı durumda amelin tekrar edilmesi gerekliliği burada bulunamaz. Lakin veliyy-i fakihin emir ve buyruklarını uygulamak bağlamında velayetsel hükümler bu bakışta tevessüli farzlar olarak değerlendirilebilir ve bu hükümler ilahi yakınlaşma hedefi gütmeden uygulansa bile onu tekrar etmeye gerek kalmaz. 

 


[1] Örnek olarak; Hürr’üAmuli, Muhammed b. el-Hasan, Vesailu’ş Şia, c. 27, s. 45, hadis 33171, Müessese-i A’lulbeyt, Kum, 1409 h.k.

[2] Sahife-i İmam, c. 10, s. 59, Müessese-i tenzim ve neşri asarı İmam Humeyni(r.a), Tahran, 1386 h.ş, çapı çaharum.

[3]a.g.e, s. 223.

[4]a.g.e, s. 308.

 

Diğer Dillerde Soru Tercümesi
Yorumlar
yorum Sayısı 0
Lütfen soruyu doğru giriniz
örnek : Yourname@YourDomain.com
Lütfen soruyu doğru giriniz
Lütfen soruyu doğru giriniz

Konusal Sınıflandırma

Rastgele Sorular

  • Neden felsefî ikinci makuller tür ve ayıraca sahip değildir? Mantıkî ikinci makuller de böyle midir?
    10086 İslam Felsefesi 2011/10/23
    Makul, felsefî bir terim olup zihne gelen şey anlamındadır ve hissedilenin yani hisle duyumsananın karşısında yer alır. Makul terimi bazen aklî suretler için, bazen dışarıda bir varlığı olmayan hususlar için ve bazen de hissedilmeyen ve soyut olan şeyler için kullanılır ki bu durumda makulden kasıt akıldır. Bizim konumuzda makulden ...
  • Bozgunculuğun bahsedildiği Kur’an ayetleri hangileridir?
    13595 Tefsir 2011/01/20
    Bozgunculuk ıslah karşısında olup her tahripkâr işe denir. Bundan dolayı noksanlık ve tahrip cihetinde yer alan her iş veya bireysel ve toplumsal meselelerdeki ifrat ve tefrit bozgunculuk sıfatıyla anılır. Kur’an-ı Kerim’in hedef ve misyonu insanları her türlü bozgunculuktan kurtarmaktır. Bu yüzden Kur’an-ı Kerim’in birçok ...
  • Hayız kanın özelliklerini görmedim diye kendi adet dönemimin içinde namaz kılabilir miyim?
    49297 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2010/05/19
    Bu sorunun kısa cevabı yoktur. Ayrıntılı cevap seçeneğini tıklayınız. ...
  • Masum olmayan bir kimse Allah’ın halifeliğinin örneği olabilir mi?
    7124 Eski Kelam İlmi 2011/01/20
    Allah’ın halifeliğinin örneklerine değinmeden önce Allah’ın halifesinin kim ve vasıflarının ne olduğunu açıklamak gerekir. Hilafet ve halifelik kavramının batınında halife kılanın halifede zuhur etmesi manası saklıdır ve halife ise halife kılan özneye kimliği bağlı olan kimsedir. Halifenin ondan ayrı bir mana ve hakikati yoktur. ...
  • Bir insanın mürtet olmasının hükmü şeriat hâkiminin hükmüne gerek duyar mı?
    8484 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2012/03/12
    Sorunuz büyük taklit mercilerinin bürolarından soruldu ve alınan cevapları aşağıda aktarıyoruz: Hz. Ayetullah Uzma Hamaney (ömrü uzun olsun): Mürtetlik şeriat hâkiminin hükmüne gerek duymaz. Eğer dinin gereklerinden birini inkâr etmek peygamberliği veya aziz İslam Peygamberini inkâr etmeyle veyahut şeriata bir noksanlıkta bulunmayla sonuçlanırsa, ...
  • İyi ve kötülerin birbirlerine karşı olan sevgi ve kini nasıldır?
    6393 Diraytü’l-Hadis (Hadis Etidü) 2011/11/12
    Sorunun açıklığa kavuşması için İmam Askeri’nin (a.s) hadisinin metnini hatırlatacağız. İmam Hasan Askeri (a.s) şöyle buyurmuşlardır: “İyilerin, iyilerle dostluğu, iyiler için sevaptır, kötülerin, iyilere muhabbeti, iyiler için büyüklüktür; kötülerin, iyilerle düşmanlığı, iyiler için süstür (ziynettir) ve iyilerin, kötülerle düşmanlığı, kütüler için rüsvalıktır.”[1] Buna ...
  • Zırar mescidinin anlamı nedir? Onun inşa edilme hikâyesi nedir?
    12235 tarihi Yerler 2012/03/12
    “Zırar” Arapçada mufaale babından olup bilerek[1] zarar verme[2] anlamına gelir. Kur’an-ı Kerim’de Tövbe suresinde Zırar mescidi macerasına işaret edilmiştir. Zırar mescidinin bu adla adlandırılmasının nedeni, bir grup münafığın İslam ve Müslümanlar aleyhine olan kendi kirli emellerini hayata geçirmek ve Hz. Peygamber ...
  • Melekler Âdem’in yaratılmasından önce Âdem’in bozgunculuk çıkaracağını nerden bilmekteydiler?
    12817 Tefsir 2011/06/20
    Meleklerin Âdem’in yaratılmasından önce Âdem’in bozgunculuk çıkaracağını nerden bildiği hususunda bir takım ihtimaller beyan edilmiştir:1. Lavh-i Mahfuz kanalıyla Âdem’in zürriyetinin yeryüzünde bozgunculuk çıkaracağı ve kan akıtacağı öğrenilmiştir. 2. İlahi haberler yoluyla öğrenilmiştir.3. Bu konu gerçekte meleklerin öngörüsüydü; çünkü onlar insanın bir takım tabii çelişkiler taşıyan toprak ...
  • Kur’an’ın nüzulu hangi yılda tamamlandı?
    15341 Kur’anî İlimler 2011/04/28
    Peygambere nazil olan son ayet ve son sure hakkındaki rivayetler farklıdır. Bazı rivayetlerde Peygambere (s.a.a) nazil olan son surenin Nasr suresi olduğunu söylenirken bazılarında da Beraet suresinin son sure olduğunu söylenmektedir. Yine bazı rivayetlerde Bakara suresinin 281. ayetinin son ayet olduğunu söylenirken bazılarında da ‘Bugün dininizi size ikmale ...
  • Bir mercii taklit etmede kendisinin rızası gerekli midir?
    5648 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2011/10/30
    Hz. Ayetullah Mehdi Hadevi Tahrani’nin bu husustaki görüşü şudur:Eğer şerî muteber yollardan (açık delil, şöhret ve vicdanî ilim) bir şahsın taklit için salahiyeti olduğu tespit edilirse, onu taklit etmek caiz olur ve kendisinin onayına gerek duyulmaz. Daha fazla bilgi edinmek için aşağıdaki adrese müracaat ediniz:

En Çok Okunanlar