Gelişmiş Arama
Ziyaret
12201
Güncellenme Tarihi: 2011/04/12
Soru Özeti
Bazı Kur’an ayetlerinde peygamberlere korku ve üzüntü isnat edilmiştir, oysaki bir başka ayette “bilesiniz ki, Allah’ın dostlarına hiçbir korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir de” diye buyrulmaktadır. Bu çelişki değil midir?
Soru
Benim sorum Kur’an ayetleri bağlamında korku ve üzüntü hakkındadır. Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Bilesiniz ki, Allah’ın dostlarına hiçbir korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de.” (Yunus, 62) Ama başka yerlerde ise peygamberleri nitelerken şöyle buyurmaktadır:
Korku:
“Ellerini yemeğe uzatmadıklarını görünce, onları yadırgadı ve onlardan dolayı içinde bir korku duydu. Dediler ki: Korkma, çünkü biz Lût kavmine gönderildik.” (Lût, 70)
“Allah, şöyle dedi: Tut onu. Korkma! Biz, onu yine eski durumuna döndüreceğiz.” (Taha, 21)
“Şöyle dedik: Korkma (ey Musa!). Çünkü sensin en üstün olan.” (Taha, 68)
“Değneğini at.” (Musa değneğini attı.) Onu yılanmış gibi hareket eder görünce, dönüp ardına bakmadan kaçtı. (Allah, şöyle dedi): Ey Musa, korkma! Benim katımda peygamberler korkmazlar.” (Neml, 10)
“Nihayet kızlardan biri utana utana yürüyerek ona gelip, “Bizim için koyunlarımızı sulamanın ücretini vermek üzere babam seni çağırıyor” dedi. Musa, onun (Şu’ayb’ın) yanına gelip başından geçenleri ona anlatınca Şu’ayb, “Korkma, o zalim kavimden kurtuldun” dedi.” (Kasas, 25)
“Değneğini (yere) at.” (Musa, değneğini attı). Onu bir yılanmış gibi süratle hareket eder görünce, arkasına bakmadan dönüp kaçtı. (Bu sefer şöyle seslenildi:) “Ey Musa! Beri gel, korkma. Çünkü sen güvenlikte olanlardansın.” (Kasas, 31)
“Elçilerimiz Lût’a geldiklerinde, Lût, onlar yüzünden tasalandı, onlar hakkında çaresizlik içine düştü. Elçiler ona, “Korkma, üzülme. Biz, seni ve aileni kurtaracağız. Ancak karın başka. O, geride kalıp helâk edilenlerden olacaktır.” (Ankebut, 33)
“Hani Dâvûd’un yanına girmişlerdi de Dâvûd onlardan korkmuştu. Onlar, Korkma! Biz, iki davacı grubuz. Birimiz diğerine haksızlık etmiştir. Aramızda adaletle hükmet. Zulmetme ve bizi hak yola ilet dediler.” (Sad, 22)
“(Yemediklerini görünce) onlardan İbrahim’in içine bir korku düştü. Onlar, “korkma” dediler ve onu bilgin bir oğul ile müjdelediler.” (Zariyat, 28)
“O gün (hesap için Allah’a) arz olunursunuz. Hiçbir sırrınız gizli kalmaz.” (Hakka, 18)
Üzüntü
“Kâfirlerden bir kısmını faydalandırdığımız şeylerde sakın gözün kalmasın. Onlara karşı mahzun olma ve müminlere (şefkat) kanadını indir.” (Hicr, 88)
“Sabret! Senin sabrın ancak Allah’ın yardımı iledir. Onlardan yana üzülme. Tuzak kurmalarından dolayı da sıkıntıya düşme.” (Nahl, 127)
“Bunun üzerine (Cebrail) ağacın altından ona şöyle seslendi: Üzülme, Rabbin senin alt tarafında bir dere akıttı.” (Meryem, 24)
“Onlardan yana üzülme. Kurdukları tuzaklardan ötürü de sıkıntıya düşme.” (Neml, 70)
Benim sorum şudur: Allah’ın velilerinin ne üzüldüklerini ve ne de korktuklarını bildiren ilk başta belirttiğimiz ayet ile bazı peygamberlerin özel bir takım şartlarda üzüntü ve korktuğuna delalet eden bu ayetler nasıl bir araya gelmektedir? Veya Allah’ın mağarada Peygamber ile beraber olan şahıs (Ebubekir veya başka herhangi bir şahıs) hakkında naklettiği üzüntü de bu kategoriye girer mi? Yüce Allah söz konusu ayette şöyle buyuruyor:
“Hani o arkadaşına, üzülme, çünkü Allah bizimle beraber” diyordu.” (Tevbe, 40)
Kısa Cevap

Tüm korkular menfi ve çirkin değildir ve her korku için Allah’ın velilerini kınamamak gerekir. Bazı korkular hadisenin büyüklüğü veya muhatabın azameti –tahammülü her insanın gücünü aşar derecede olması- nedeniyle müspet ve gerekli bir korkudur. Mesela kıyametten korkmak, insanın kendi davranışının kötülüğünden korkması veya kendi ve diğerlerinin kötü akıbete duçar olmasından korkması, ümmetin dinsel sapmasından korkmak, eşit olmayan bir savaşta az olan yarenlerin yok olmasından korkmak ve neticede din taraftarları ve varislerinin yenilmesinden korkmak ve benzeri korkuların tümü toplumun büyük önderleri ve seçilmiş insanlarda olması gereken müspet korkulardır. Artı, ilahi peygamberler değişik mertebelere sahiptir. Bundan ötürü tümünün yakini ve kalbî huzur, sükûnet, itminan ve emniyet hissi bir mertebede değildi. Öte taraftan peygamberlik öncesi ve sonrasında da bir mertebede değillerdir. Ama önemli olan nokta, bu korkuların onları masumiyetten çıkmaya asla sevk etmemesidir. Allah hiçbir peygamberi korku yüzünden kınamamıştır. Sadece bazı hususlarda korkuyu terk etmelerini emretmiş ve onlarda itaat etmişlerdir.

Ayrıntılı Cevap

Muhterem soru sahibinin de belirttiği gibi Yüce Allah Kur’an’ın birkaç yerinde kendi dostları için ne bir korku ve ne de bir üzüntünün olduğunu buyurmuştur (Bilesiniz ki, Allah’ın dostlarına hiçbir korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de). Korkmamak, Allah’a olan kesin imanın tesirlerindendir. Mümin, Allah’a güvenmenin ve ahirete ümit beslemenin verdiği itminanla birçok husustan korkmaz, kendisinin nefis zaafı bertaraf olur, sabrı çoğalır ve belalarda direniş gücü artar. Bunun karşısında, mümin olmayan bir kimse ise ölümü doğru bir şekilde bilmediği için ölümden korkar, evrenin yönetiminin Allah’ın elinde olduğunu bilmediğinden veya Allah ile doğru bir irtibatı olmadığından gelecekten ve acı hadislerden çekinir ve sabredenlerin ecirlerine inancı olmadığı için de sabrı az olur ve bu böyle devam eder. Bu yüzden dinsiz insanlar arasında ruhsal hastalık ve intiharın çok olduğunu görmekteyiz. Lakin tüm korkular menfi ve çirkin değildir ve her korku için Allah’ın velilerini kınamamak gerekir. Çünkü Kur’an birkaç yerde müminleri korkmadan dolayı övmekte ve hatta korkma emri vermektedir. Mesela şöyle buyurmaktadır: “Allah’ın, yüceltilmesine ve içlerinde adının anılmasına izin verdiği evlerde hiçbir ticaretin ve hiçbir alışverişin kendilerini, Allah’ı anmaktan, namazı kılmaktan, zekâtı vermekten alıkoymadığı birtakım adamlar, buralarda sabah akşam O’nu tesbih ederler. Onlar, kalplerin ve gözlerin dikilip kalacağı bir günden korkarlar.”[1] Bu ayet bazı korkuların iman şartlarından olduğunu ispat etmektedir. Peygamberlikte ise bu tür korkular en yüksek seviyede bulunmalıdır. Özetle her korku yadsılı değildir ve Allah’ın velilerinden tüm korkular alınmaz.

Korkuların Nedeni:

Konuyu daha iyi anlamak için, kısa bir şekilde korkuların nedenlerini inceleyeceğiz. Korku, bazen başkalarından, bazen gelecekteki acı hadislerden ve bazen de bizi muhtemel olarak bekleyen akıbetten kaynaklanır. Bazıları da taşıdıkları nefis zaafı nedeniyle hadiseler ve düşman ile karşı karşıya gelmekten ve içinde mal ve cana yönelik zarar bulunan her şeyden korkar ve ıstıraba düşerler. Bunlar menfi korkulardır. Allah dostları taşıdıkları iman ve yakin oranında bu korkulardan münezzeh ve arıdırlar. Ama bazı korkular ise hadisenin büyüklüğü veya muhatabın azameti –tahammül edilmesi her insanın gücünü aşar derecede olması- nedeniyle müspet ve gerekli bir korkudur. Mesela kıyametten korkmak, insanın kendi davranışının kötülüğünden korkması veya kendi ve diğerlerinin kötü akıbete duçar olmasından korkması, ümmetin dinsel sapmasından korkmak, eşit olmayan bir savaşta az olan yarenlerin yok olmasından korkmak ve neticede din taraftarları ve varislerinin yenilmesinden korkmak ve benzeri korkuların tümü toplumun büyük önderleri ve seçilmiş insanlarda olması gereken müspet korkulardır. Yüce İslam Peygamberi (s.a.a) müminlerin korkusu hakkında şöyle buyurmaktadır: “Mümin iki korku arasındadır: Geçmişinden (amellerinden) korkması ve baki hususlardan korkması. O, yüreğini istikamete ererek diriltir. Her kim Allah’a ibadet ederse taşıdığı korku ve ümit oranında sapmaz ve arzusuna ulaşır. Kul nasıl korkmasın? O akıbetinin nasıl olacağını bilmemektedir. Aracığıyla akıbeti hakkındaki arzusuna ulaşabileceği bir bilgisi bulunmamakta ve evrenin yönetiminde bir değişiklik yapabilecek güçten de yoksun durumdadır. Zahit taşıdığı korku oranında yaşamaktadır.”[2]

Şimdi soruda belirtilen ayetlere değiniyoruz:

Bazı Kur’an ayetlerinde Hz. Musa’ya isnat edilen korkuların bir kısmı kendisinin peygamberliğinden öncesine ve bir kısmı da sonrasına aittir. Her haliyle korkusu ya sadece canından ötürüydü ya da peygamberlik görevinin tamamlanmasından kaynaklanıyordu. Ama her halükarda endişesini Allah’a söylemekte, Allah’ın emriyle korkuyu kenara itmekte ve işini yapmaktaydı. Allah tarafından kendisine bir sitem de edilmemekteydi. Hz. Ali (a.s) bir rivayette Hz. Musa’nın (a.s) korkusu hakkında peygamberlikten sonra vuku bulan “bunun üzerine Musa, içinde bir korku hissetti”[3] ayetine işaret ederek şöyle buyurmaktadır: “Musa kendi canından dolayı korkmamaktaydı, aksine cahillerin ve sapmışların devletlerinden korkmaktaydı.”[4] Bu tür korkular asla Hz. Musa’nın masumiyet makamına bir gölge düşürmemiş, Kur’an’da kendisine bir sitem etmemiş, aksine korkulara galip gelerek nübüvvetini muktedir bir şekilde sonlandırmış ve ulu’l-azm makamına ermiştir.

Hz. İbrahim’in Korkusu:

“Ellerini yemeğe uzatmadıklarını görünce, onları yadırgadı ve onlardan dolayı içinde bir korku duydu. Dediler ki: Korkma, çünkü biz Lût kavmine gönderildik.”[5] Bu ayete göre Hz. İbrahim sadece meleklerin olağan dışı davranışlarını görünce korkmuştur. Olaşan sayılmayan gaybî sahneleri görünce korkmak ahlakî olarak yerilen korku değildir ve cüzî bir korku sayılan doğal bir tepkidir. Elbette bu korkunun Lut kavmine nazil etmekle görevlendirildikleri azaptan mı yoksa melekleri o günkü heybetli halleriyle görmekten ve onların yemek yememelerinden mi kaynaklandığı belli değildir. Her halükarda Nemrut ve ateşinden korkmayan ve tüm putları yalnız başına yıkan Hz. İbrahim’in korkak bir insan olması mümkün değildir ve Kur’an da bu hususta kendisine bir sitem etmemiştir. Bunun mukabilinde eğer Allah’ın Hz. İbrahim hakkındaki övgülerine bakarsak, bu şüphelerin bir yeri olmadığını anlarız. Kur’an Hz. İbrahim’i bir ümmet saymaktadır. “Muhakkak ki İbrahim başlı başına bir ümmet idi, tek bir hanîf olarak Allah’a itaat için kıyam etmişti ve hiç bir zaman müşriklerden olmadı.”[6] Kur’an belirtilen melekleri görme hadisesinden sonra onu çok övmektedir; çünkü o Lut kavmine şefaat etmek için yalvardı ve Allah onu “halim ve yanık” olarak adlandırdı.[7] 

Hz. Lut’un Korkusu:

“Elçilerimiz Lût’a geldiklerinde, Lût, onlar yüzünden tasalandı, onlar hakkında çaresizlik içine düştü. Elçiler ona, “Korkma, üzülme. Biz, seni ve aileni kurtaracağız. Ancak karın başka. O, geride kalıp helâk edilenlerden olacaktır.”[8] Hz. Lut’un bu korkusu da kavmi karşısında onları koruyamama kaygısı bağlamında misafirlerine yönelik taşıdığı şefkat ve sorumluluk hissinden kaynaklanıyordu. Bu korku da çabucak giderildi.

Hz. Davud’un Korkusu:

 “Hani Dâvûd’un yanına girmişlerdi de Dâvûd onlardan korkmuştu. Onlar, Korkma! Biz, iki davacı grubuz. Birimiz diğerine haksızlık etmiştir. Aramızda adaletle hükmet. Zulmetme ve bizi hak yola ilet dediler.”[9] Hz. Davud’un meleklerin ani gelişinden korkması da tıpkı İbrahim ve Lut’un Peygamberlere has olağan gaybî dışı sahneleri görmesi gibidir. Melekler onları hemen müjdeleyerek sakin kılmaktaydılar. Gerçekte onlar yatıştırıcı bir haber getirmekteydiler.

Hz. Yakub’un Korkusu:

“(Babaları:) Doğrusu onu alıp götürmeniz beni çok üzer ve sizin haberiniz yokken onu kurt yer diye korkuyorum, dedi.”[10]

Üzüntü:

Üzüntünün de korku gibi müspet ve menfi diye iki yönü vardır. Mesela ahiret için gamlanmak ve de Allah ve O’nun velilerinden uzak kalmak nedeniyle üzülmek müspet üzüntünün bir örneği sayılır. Nitekim Peygamber (s.a.a) şöyle buyuruyor: “Ey Ebuzer Allah’a uzun üzüntü gibi başka bir şeyle ibadet edilmemiştir.”[11] Menfi üzüntü ise mal kaybı ve benzeri şeylerdir. Nitekim İmam Ali (a.s) şöyle buyuruyor: “Allah nezdinde ahirete yönelik rağbet huzur ve sükûneti, dünyaya yönelik rağbet ise elem ve üzüntüyü meydana getirir.”[12] Son olarak şu konuyu açıklık getirmek icap etmektedir: Peygamberler değişik mertebelere sahiptir; çünkü tümünün iman ve erdemi bir derecede değildir. Bundan ötürü tümünün yakin ve kalbî huzur, sükûnet, itminan ve emniyet hissi bir mertebede değildir. Öte taraftan peygamberler kendi peygamberlikleri öncesi ve sonrasında bir mertebede değillerdi. Peygamber olmadan önce korktukları bir takım şeylerden peygamber olduktan sonra sükûnet, huzur ve yakine ulaşarak artık korkmamışlardır. Ama önemli olan nokta, bu korkuların onları masumiyetten çıkmaya asla sevk etmemesidir. Allah hiçbir peygamberi korku yüzünden kınamamıştır. Sadece bazı hususlarda korkuyu terk etmelerini emretmiş ve onlar da itaat etmişlerdir. Bu tür korkular hakkında gerekli açıklama da yapıldı. Diğer bir husus da korkunun insan doğasının ayrılmaz bir parçası ve insan varlığını korunmanın gereği olmasıdır. Kamil olan Allah dışında hiç kimse korkusuz olamaz. Çünkü daha güçlü ve daha büyük biri olduğu müddetçe ve de fena, yokluk ve eksiklik imkânı var oldukça korku da var olacaktır.  



[1] Nur, 37.

[2] Biharu’l-Envar, c. 67, s. 391, Müessese-i el-Vefa, Beyrut.

[3] Taha, 67.

[4] Nehcü’l-Belağa, s. 51, İntişarat-ı Daru’l-Hicre.

[5] Hud, 70.

[6] Nahl, 120.

[7] Hud, 75.

[8] Ankebut, 33.

[9] Sad, 22.

[10] Yusuf, 13.

[11] Biharu’l-Envar, c. 74, s. 80, Müessese-i el-Vefa, Beyrut.

[12] İrşadu’l-Kulub, c. 1, s. 19, İntişarat-ı Şerif Rıza.

Diğer Dillerde Soru Tercümesi
Yorumlar
yorum Sayısı 0
Lütfen soruyu doğru giriniz
örnek : Yourname@YourDomain.com
Lütfen soruyu doğru giriniz
Lütfen soruyu doğru giriniz

Konusal Sınıflandırma

Rastgele Sorular

  • Hangi ayet tevhidin kısımlarını içermektedir? Tevhidin kısımları nelerdir?
    16882 Eski Kelam İlmi 2011/08/14
     Tevhit konusu, Kuranî ve dinî kavramlar içinde en derin ve geniş konulardandır. Çünkü tevhidin çeşitleri ve mertebeleri vardır. Bu yüzden Kuran’da tevhit konusu birçok sure ve ayette genişçe ve derin olarak işlenmiştir. Kuran’ın bu üslup ve tarzı temel kavramlardadır. Bugün bu üslup, Kuran’ın konusal ...
  • Genetik düzeltmenin hükmü ve bu yöntemle dünyaya gelen çocuğun hükmü nedir?
    7251 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2009/07/11
    Genetik düzeltmeler yapmanın birçok çeşidi söz konusudur bu yüzden tabii olarak hükümleri de farklıdır.Ancak genel olarak söylemek gerekir ki genetik düzeltme karı kocanın (eşlerin) sperm ve yumurtalığı üzerinde yapılır ve maksat dünyaya gelecek çocuğun genler ve kalıtımla geçen hastalıklara karşı bağışıklık kazanması olursa ...
  • Niçin bizim mektepte imamlık makamı babadan oğla irsi olarak geçmektedir?
    8827 Eski Kelam İlmi 2010/10/05
    İmamet makamı masum olmak ve bol ilim gibi vasıflara sahip olan kişiye verilir. Bu vasıflara kimin sahip olduğunu yalnız Allah Teala bilir. Bu yüzden imamlar dünyaya gelmeden önce onların isimleri ve özellikleri Allah tarafından Peygambere bildirilmiştir. Ama imamlık veya peygamberlik makamının gereken liyakati taşıdığı için önceki peygamberin soyunda yer ...
  • Acaba İmam Hüseyin(a.s) bir hadisinde, Arap ve Acem arasında fark koymuş ve Acemleri kınamış mıdır?
    9935 Diraytü’l-Hadis (Hadis Etidü) 2010/09/04
    Dile getirdiğiniz rivayet Ebu Ebdillah (a.s)'dandır. Yani İmam Sadık (a.s)'tan, İmam Hüseyin (a.s)'den değildir. Şöyle buyurmuşlardır: “Biz Kureyşteniz ve bizim Şialarımız da Araptırlar, acem değil”. Bu rivayetin zahir anlamı dikkate alındığında Arap, acem ve Kureyş'ten maksat bilinen meşhur ırklardır. Ama bu rivayet senet açısından zayıftır. ...
  • Müslüman kadınlar camiasından ilmi havzalarda içtihat derecesine ulaşanlar var mı?
    10122 تاريخ بزرگان 2010/06/08
    İslam’ın ilime önem vermesi ve ilimi kadın erkek herkese farz kılması sonucu bazı kadınlar ilim öğrenimine iştigal edip sonunda içtihat derecesine ulaşmışlardır.Örneğin, H. K. 1403 yılında vefat etmiş olan Bayan Müçtehit Emin ve şimdi kadınların ilmi havzalarının değerli üstatlarından ...
  • Ailenin duyarsılığından dolayı tutumadığım oruçları kaza etmek zorunda mıyım?
    5608 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2010/12/14
    Hz. Ayetullahi’l-uzma Sistaninin (allah yüce gölgesini dahada uaztsın) defteri:Eğer itminanla orucun vacip olmadığına inanarak oruç tutmamışsa (kefaret yoktur ve) kaza yeterlidir.Hz. Ayetullahi’l-uzma Mekarım-i Şirazinin (allah yüce gölgesini dahada uaztsın) defteri:Namaz ve oruçları tedrici bir şekilde kaza ediniz. Kefaretin ile ilgili (niteliği hakkında) tevzihu’l-mesailimizdeki 1301-1402 numaralı meselelerdeki ...
  • Ağzı temizleyen maddelerin içinde genellikle az miktarda alkol bulunur. Bunun hükmü nedir?
    6519 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2010/06/12
    Sarhoş edici[1] sıvılardan olup olmadığı belli olmayan alkoller temiz hükmündedirler. Onların karıştırıldığı sıvıların alınıp satılması ve kullanılmasının herhangi bir sakıncası yoktur.[2]
  • Ahmet ismi İncil’in neresinde gelmiştir?
    27338 Eski Kelam İlmi 2011/11/12
    Bu konuda dikkat edilmesi gereken önemli nokta şudur: Kur’an, İncil’de İslam Peygamber’inin (s.a.a) müjdeleyici olduğunu söylüyorsa, tahrif edilmiş İncil’i değil, Hz. İsa’nın (a.s) getirdiği incili kastetmektedir. Elbette tahrif edilmiş hali hazırdaki İncil’de de, bu meseleye işaret edilmesi dikkate değer bir konudur.Hz. Mesih (a.s), “Farkilit”ın geleceği müjdesini vermişti. Bu kelime ...
  • el-Muttali ve el-Mulakkan sıfatlar kemaliye mi yoksa veya cemaliye sıfatlardan mıdırlar?
    7183 Eski Kelam İlmi 2012/05/15
    İster Allah’ın lütfunu, ister kahrını vs. yansıtsın bir sıfatın Allah’ta olduğunu ispat eden bütün sübuti sıfatlar kelam ilminde cemal sıfatları diye bilinmekte ve varlık açısından aralarında herhangi bir fark yoktur. Soruda gelen el-Muttali (Telkin edici) ve el-Mulakkan (Bilen)’da bunlardandır. ...
  • Şia imamlarının Son Peygamber Hz. Muhammed dışında diğer peygamberlerden daha faziletli ve üstün oluşunun sebebi nedir?
    17757 Eski Kelam İlmi 2010/10/05
    Bizim dini öğretilerimizde geldiğine göre Hz. Muhammed dışında hiçbir peygamber, peygamberlik vasfı dışında imamlardan üstün değildir.Yine bazı hadislere göre ism-i azam 73 harften ibarettir ki önceki peygamberler bu harflerin hepsine vakıf değildiler. Örneğin Hz. İbrahim'e yalnız sekiz harf verilmiştir ancak İslam Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.a)'e 72 harf verilmiştir ...

En Çok Okunanlar