Gelişmiş Arama
Ziyaret
8219
Güncellenme Tarihi: 2010/12/04
Soru Özeti
Hindistan ve Osmanlı İslamının teorik mukayesesi.
Soru
Hindistan İslamıyla Osmanlı İslamını (hicri 7. asırdan 10. asıra kadar geçen süre göz önüne alarak) teorik olarak kıyaslayınız.
Kısa Cevap

Osmanlı İslamıyla Hind İslamını değerlendirip mukayese etmek için bu iki ülkeye nüfuz eden ve hakim olan mezhebi bilmek gerekir.

Osmanlıya (hicri 7. asırdan 10. asıra kadar) hakim olan fıkhi mezhep Ehl-i Sünnetin dört mezhebinden biri olan Hanefi mezhebidir. Ancak onlar itikatta Eş’ari mezhebine mensuptular. Hanefi mezhebinin kurucusu Numan (Ebu Hanife)’dır. O fıkhını Kur’an, sünnet ve Resulullahın yöntemi, sahabenin sözleri, kıyas, istihsan, icma ve örf üzerine kurmuştur.

Eş’ari itikadi mezhebinin kurucusu Ebu’l Hasan Eş’ari’dir. Onun en önemli akaidi ilahi sıfatların zaid olması, Allah’ın görülebilme imkanı ve insanın iradesinin olmamasıdır.

Oysa hicri 7. asırdan 10. asıra kadar Hindistan, teşeyyü İslam’ı hakimiyetindeydi. Sultan Muhammed Sam Gavri zamanından itibaren (7. yüzyılın başlangıcı) Dehli Müslüman padişahların başkenti oldu. Hicri 918’de Muhammed Ali Kutbşah İran’dan Hindistan’a gitti ve Deken bölgesinde teşeyyü mezhebini resmi mezhep olarak ilan etti. Ancak onların fıkhi ve akaidi temellerine ait herhangi bir belge elde yoktur. Ama Şia rehberlerine tabi olduklarını tahmin edebiliriz.

Ayrıntılı Cevap

Osmanlı İslamıyla Hind İslamını değerlendirip mukayese etmek için bu iki ülkeye nüfuz eden ve hakim olan mezhebi bilmek gerekir.

Önce Osmanlı İslamını, ardından Hindistandaki İslamı inceleyeceğiz:

Osmanlı İslamının Kökleri

Konunun anlaşılabilmesi için her şeyden önce tarih boyunca Osman’a mensup grupları bilmek gerekir. Böylece Osmanlı İslamının kökü ortaya çıkacaktır. Tarihte bu isimde üç grup gelmiştir:

1-Osman b. Affan’ın (3. Halife) Takipçileri

Osmanın esrarengiz bir şekilde öldürülmesinin ardından bazıları onun taraftarlığını yapmak ve kanını almak için kıyam ettiler. Onlar Hz. Ali’nin (a.s) ve Muaviye’nin halifeliğine karşı olanlar tarafından destekleniyorlardı. Böyle bir düşünce (Osmanın taraftarı olmak) hatta yıllar sonra bile devam etti. Basiret kazandıktan sonra İmam Hüseyin’in (a.s) yaranından olan Zübeyr b. Kayn’da bu gruptan sayılmaktadır.[1]

2-Osmanlı Kavmi (Osmaniyye)

Tarih, Secistan’da (Sistan) yaşayan Osmaniyye adında bir gruptan söz etmektedir. Onlar Osmanı Hz. Ali’den üstün görüyorlardı. Nasibi oldukları için şairleri bu konuda şöyle diyorlardı:

Ahmaklığınızdan dolayı Osmanla Ali’yi mukayese ettiniz.

Oysa Osman, Ali’den daha temiz ve daha tayyiptir.

Mukaddesi diyor ki: Bir grup Osmanı Ebubekr ve Ömerden de üstün tutuyor.[2]

3-Osmanlı Devleti

Onlara Osmanlılar veya Al-i Osman ya da Osmanlı Padişahları denmektedir.

Osmanlı padişahları hicri 699’dan 1342’ye kadar büyük bir devlet kurdular. Bu hanedan ismini büyük dedeleri Osman b. Ertuğrul’dan almıştır. Osmanlı devletinden maksat bu taifedir.

Osmanlı Devletinin Kuruluşu

Osmanlı devleti, Abbasi  halifeliğinin yıkılışından sonra kurulan en büyük ve en geniş İslam devletidir. Bu devlet hicri 7. asırda (688 veya 699) Anadoluda ortaya çıktı. Miladi 15. asırda kudret ve azametinin doruğuna ulaştı. Osmanlı devleti miladi 16. y.y’da (hicri 10) kendisini resmi olarak İslam halifesi ve İslam dünyasının rehberi olarak kabul ediyordu. Kendilerine genellikle ‘Paşa’ diyen Osmanlı padişahları[3] sınırlarını Avrupa’da Viyana’ya kadar dayandırmışlardı.

Osmanlı Devletinin Mezhebi

Hanefi mezhebi, Osmanlı devleti zamanında çok gelişti ve bu devletin resmi mezhebi oldu.[4] Osmanlı padişahları akaidde Eş’ari idiler.

Hanefi Mezhebi

Osmanlı devletinin mezhebini veya Osmanlının İslamını tanımak için Hanefi mezhebini tanımak gerekir.

Hanefi mezhebi Numan’a (Ebu Hanife) dönmektedir. O hanefi mezhebinin kurucusudur. Birçok hadisin doğruluğunda şüphe ediyordu. Bu yüzden kıyas ve istinbatı fıkıh delillerinin en başına koydu.[5]  

Ebu Hanife Numan b. Sabit (h.80-150) İranlı olup aslı Kabil’dendir. O fıkhi hükümleri çıkarmada değişik bir yöntem uyguluyordu. Öyleki, eğer Allah Resulü (s.a.a) yaşamış olsaydı onun söylediğini Allah Resulü’nünde (s.a.a) söyleyeceğine inanıyordu.[6]

O, şer’i hükümleri çıkarmada rey ve kıyas yapmaya inanıyor ve Nebevi hadislerden yalnızca on yedisini kabul ediyordu.

Ona göre fıkıhın kaynakları yedi tanedir: Kur’an, sünnet ve Resulullahın yöntemi, sahabenin sözleri, kıyas, istihsan, icma ve örf. İtikatta ise Ebu Hanife ve takipçilerinin mürcie oldukları bilinmektedir. Bunu Şehristani Milel ve Nihel’de[7] Ğassaniye rehberi Ğassan’dan naklediyor.[8]

Mürcie’nin iki grup olduğu söylenmektedir: 1-Mürcie-i Dalalet, 2-Mürcie-i Ehl-i Tesennün. Ebu Hanife, öğrencileri ve üstadları ikinci gruptandır. Başka bir ifadeyle Ehl-i Sünnetin bir grubuna Mürcie denildiği zaman, büyük günah işleyenin cehennemde ebedi kalacağına inanan kimseler kastedilmektedir. Bazende amellerin imanda ve onun azlık çokluğunda etkisi olmadığına inanan önderlerine denmektedir. Bu, Ebu Hanife’nin ve takipçilerinin mezhebidir.[9]  

Ancak belirtmek gerekir ki, yapılan araştırmalara göre Osmanlılar fıkıhta hanefi idiler, ama Hanefi mezhebinin itikadı olan mürcie değildiler. Onlar Eş’ari itikadına sahiptiler. Eş’ari itikadının özeti şudur: 1- Allah’ın sıfatları zatına zaiddir. 2- Kur’an’da Allah için gelen el, yüz gibi sıfatların Allah’ta olduğuna, ama bunların ‘Bi La Keyf’ yani bu el ve yüzün insanın eli, yüzü gibi olmadığına inanmaktalar. 3- Allah’ın cemalini görmek mümkündür. 4- İnsanların amellerinde iradeleri yoktur, vb.

Eş’ari usulü İran’da yayıldı. Daha sonra Eyyübi ve Mısır sultanları, Osmanlı halifeleri bunu kabul ederek kendi ülkeleri olan Türkiye, Şam, Mısır ve Kuzey Afrika’da yaydılar.[10]    

Hindistan’da İslam

Nüfuz Zamanı

İslam’ın Hind yarımadasında nüfuzu efsane ve vehmiyatlarla doludur. Ancak şu kadarı kesin ki, Müslüman Arap tacirler İslam’ı Peygamberimizin (s.a.a) zamanında Hindistanın sahil bölgelerine ve Güney adalarına kadar götürmüştüler.[11]

Müslüman olanlardan biri İbn-i Şenseb idi. O, Emir-ül Müminin’in (a.s) zamanında Müslüman oldu. Gavr sultanlarının aslı Herat’ın Gavr bölgesinden olup nesepleri İbn-i Şenseb’e ulaşmaktadır.[12] Müslüman olduktan sonra Emir-ül Müminin (a.s) Gavr bölgesinin yönetimini ona verdi.

Hindistan’a ilk ordu gönderen, Dehli’yi fethedip orayı başkent yapan Müslüman padişah, sultan Muhammed Sam Gavri idi. Bu sultanın zamanından (7 y.y) itibaren Dehli İslami bir başkent oldu ve İnglizler orayı işgal edene kadar Müslüman sultanların başkenti olarak kaldı.[13]

Hindistan’da Teşeyyü

‘Hindistan’da Şia’ adlı kitapta şöyle yazıyor: ‘Firuzşah Tağalluk zamanında (h.752-790) On iki İmam Şiilerin nüfusu arttı. Muhalifleri onlara Rafizi diyorlardı.’[14]

Sultan Firuz bir yazısında şöyle diyordu: Kendilerine Rafizi denen Şiiler bazılarını Şia ve Rafizi ediyorlardı. Onlar kendi fırkalarının akide usulü hakkında risaleler ve kitaplar yazmış, konuşmalar yapmışlardır.[15]

Şeyh Muhammed Muzaffer ‘Tarih-i Şia’ adlı kitabında şöyle yazıyor: ‘Teşeyyü ruhu ve Al-i Muhammed’in takipçisi olmak ve Onlara (a.s) inanmak bu ülkede vardı; öyleki teşeyyü mezhebi Gecrat bölgesinde açıkca kabül görüyordu.’[16]

Hemedan’da dünyaya gelen Muhammed Ali Kutbşah adında biri gençlik yıllarının başında İran’dan Hindistan’a gitti. O, hicri 918 yılında ‘Deken’ bölgesinin resmen yöneticisi oldu. Şeyh Safiyuddin Erdebili’nin müritlerinden olduğundan Şah İsmail’in İran’da Şialığı yaydığını duyunca o da Deken bölgesinde Teşeyüü resmi mezhep olarak ilan etti.[17]

Öyleyse diyebiliriz ki, Hintlilerin İslamı o asırlarda Şia’nın hakimiyetindeydi. Şia akidesi ise Hanefi akidesinin karşında (daha önce söylendiği gibi) dört usul olan Kitap, Sünnet, Akıl ve İcma üzerinedir.   


[1] -Cevad Muhaddisi, Ferheng-i Aşura, s.201.

[2] -Dr. Muhammed Cevad Meşkur, Ferheng-i Fırak-ı İslami, s.131.

[3] -Seyyid Abdulhamid Belaği, Hüccet- ut Tefasir ve Belağ-ul İksir, c.2, s.744.

[4] -Seyyid Murteza Firuzabadi, Fezail-i Penç Ten Der Sihah-ı Sitte, c.4, s.374.

[5] -Ebulkasım Payende, Nehc-ul Fesahe, Mecmuay-ı Kelimat-ı Kısar-ı Nehc-ul Fesahe, 2. Baskının mukaddimesi.

[6] -Wikipedia sitesi, Ferheng-i Fırak-ı İslami, s.170.

[7] -Milel ve Nihel, c.1, s.264 (Mısır baskısı, Muhammed Bedran’ın çalışması).

[8] -Seyyid Maraşi, Şerh-i İhkak-ul Hak, c.2, Mucem-u İtikadi yazılımı.

[9] -a.g.e; el-Akaid-ul İslamiyye, c.3, Merkez-ul Mustafa

[10] -Tercümet-ul Kamil, İnb-i Esir, c.27, s.154.

[11] -Seyyid Abbas Athar Ravzi, Şia Der Hind, c.1, s.229.

[12] -a.g.e; Muhammed Rıza Hekimi, Mir Hamid Hüseyin, s.102.

[13]-Mir Hamid Hüseyin, s.102.

[14] -Belirtmek gerekir ki hicri 7. asırdan 10. asıra kadar bazı Osmanlılarda Hindistan’da vardılar. Bkz: İbn-i Haldun, Tarih-i İnb-i Haldun, c.27, s.149).   

[15] -Şia Der Hind, c.1, s.255.

[16] -Mir Hamid Hüseyin, s.110.

[17] -a.g.e. s.104.

Diğer Dillerde Soru Tercümesi
Yorumlar
yorum Sayısı 0
Lütfen soruyu doğru giriniz
örnek : Yourname@YourDomain.com
Lütfen soruyu doğru giriniz
Lütfen soruyu doğru giriniz

Konusal Sınıflandırma

Rastgele Sorular

  • Vaktin başında namaz kılmak mı iyidir yoksa iki doğuş arasında yatmamak mı?
    5640 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2011/04/11
    Her şeyden önce bir noktaya dikkat etmeniz lazımdır:Kerahete neden olan uyku ister sabah namazından sonra olsun, ister ondan önce olsun iki doğuş arasındaki uykudur. Bu yüzden sorunuza göre siz iki doğuş arasında uyuduğunuzdan dolayı her iki durumda da kerahete mürtekip olmuş bulunmaktasınız. ...
  • Ahmet ismi İncil’in neresinde gelmiştir?
    26742 Eski Kelam İlmi 2011/11/12
    Bu konuda dikkat edilmesi gereken önemli nokta şudur: Kur’an, İncil’de İslam Peygamber’inin (s.a.a) müjdeleyici olduğunu söylüyorsa, tahrif edilmiş İncil’i değil, Hz. İsa’nın (a.s) getirdiği incili kastetmektedir. Elbette tahrif edilmiş hali hazırdaki İncil’de de, bu meseleye işaret edilmesi dikkate değer bir konudur.Hz. Mesih (a.s), “Farkilit”ın geleceği müjdesini vermişti. Bu kelime ...
  • Bazen kıbleye doğru oturuyor ve temiz imamlar (a.s) ile sohbet ediyorum ve bu esnada bedenimde özel bir hal hissediyorum ve deyim yerindeyse tüm tüylerim ürperiyor. Bu hal neyin işaretidir?
    10283 Pratik Ahlak 2012/01/18
    Bildiğiniz gibi masum hazretler (a.s) bizim amellerimizi gözetlemektedir ve rivayetlerde de bu konuya işaret edilmiştir. Kesinlikle bu ilgi onların haremindeyken veya dikkatle kendilerine sevgi ifadesinde bulunduğumuzda daha çok ve belirgindir. Öte taraftan bedenin heyecanlıyken ve manevi hallerde reaksiyon göstermesi, hepimiz için vuku bulmuştur ve ayet ve rivayetlerde de bunun ...
  • Bankanın halktan geciken taksitten dolayı aldığı “gecikme parası” faiz sayılıyor mu?
    5983 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2012/09/09
    Banka aracılığıyla gecikmiş taksitten dolayı alınan gecikme parasın hükümü hakkında bazı mercilerin görüşleri aşağıda açıklandığı şekildedir: Ayetullah Uzma Hamenei’nin (Allah onun ömrünü uzun etsin) Defteri: Çalışmalarını “İslami Şura Meclisi’nin” tasvip ettiği kanunlar esasına göre yapan ve “Gözetleme Şurası’nın” teyit ettiği bankanın uygulamasında bir ...
  • İlahi yaşam nasıl bir yaşamdır? Şu andaki yaşamla bir tezaddı var mı?
    7834 Pratik Ahlak 2012/01/05
    Kur’an’a baksak ve ‘’Neden yaratıldık? sorusunu ona sorsak şu cevabı verecektir: ‘Ben, cinleri ve insanları, sadece bana kulluk etsinler diye yarattım.’ İbadet nedir? İbadet yani Allah’a kulluk etmektir. Yani yaptığımız bütün işler, hatta yemek içmek gibi günlük ve çok normal işlerimiz bile ilahi ve ibadi ...
  • Acaba Şia mezhebinden Sünni mezhebine geçmek caiz mi?
    4784 Diğer Konular 2018/12/08
    Esasen din ve inanç insanın akıl ve mantık yoluyla hakikati araştırması ve araması sonucu kendi seçimiyledir. İnsan temel inançlarında araştırma yapmalı ve hakikate ulaştıktan sonra onu seçmelidir. Din ve mezhep insana büyüklerinden miras kalmaz. Buna binaen dinin temel inançlarında taklit caiz değildir.[1] Zira din, ...
  • Rivayetlere göre iyi bir ortağın taşıması gereken özellikler nelerdir?
    3561 Şirket 2020/01/20
  • Anne (kadınlar) yoluyla da seyitli intikal eder mi?
    16105 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2011/06/20
    Hz. Zehra’nın (a.s) tüm evlatlarının Peygamberin (s.a.a) evlatları olduğu hususunda hiçbir şüphe yoktur. Ama Allah Resulü’nün (s.a.a) evladı olmak sıfatı ile seyit ve Haşimi olmak sıfatı arasında fark bulunduğuna dikkat etmek gerekir. Soyu Fatıma Zehra’ya (a.s) ulaşan herkes İslam Peygamberinin (s.a.a) neslindendir, ama seyitlerden değildir; zira seyit ve Haşimî ...
  • Bilal-i Habeşî Ve Hilafet Meselesi
    9683 تاريخ بزرگان 2011/08/03
    Tarihten anlaşıldığı kadarıyla Bilal-i Habeşî halifeler biat etmemiş, bazı yerlerde onlara itiraz etmiş ve hilafet sistemi için ezan okumaktan uzak durmuştur. Bu yüzden Şam’a sürgüne gönderilmiş ve orada vefat etmiştir. ...
  • “Farz” ve “vacip” hangi manaya gelmektedir? Bu iki kelime arasındaki fark nedir?
    10232 مبانی فقهی و اصولی 2014/01/21
    Farz ve vacip eğer değişik durumlarda ve özellikle ayrı (birlikte değil) bir şekilde kullanılırsa, kesinlik ve belirleme anlamına gelir[1] ve ıstılahtaki manası ise mütealliklerinin zorunlu olmasıdır. Ama bu iki kelime arasında bir farkın olduğu bazı lügat kitaplarında zikredilmiştir. Farz ve vacip arasındaki fark, farzın ...

En Çok Okunanlar