Gelişmiş Arama
Ziyaret
12024
Güncellenme Tarihi: 2011/04/12
Soru Özeti
Bazı Kur’an ayetlerinde peygamberlere korku ve üzüntü isnat edilmiştir, oysaki bir başka ayette “bilesiniz ki, Allah’ın dostlarına hiçbir korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir de” diye buyrulmaktadır. Bu çelişki değil midir?
Soru
Benim sorum Kur’an ayetleri bağlamında korku ve üzüntü hakkındadır. Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Bilesiniz ki, Allah’ın dostlarına hiçbir korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de.” (Yunus, 62) Ama başka yerlerde ise peygamberleri nitelerken şöyle buyurmaktadır:
Korku:
“Ellerini yemeğe uzatmadıklarını görünce, onları yadırgadı ve onlardan dolayı içinde bir korku duydu. Dediler ki: Korkma, çünkü biz Lût kavmine gönderildik.” (Lût, 70)
“Allah, şöyle dedi: Tut onu. Korkma! Biz, onu yine eski durumuna döndüreceğiz.” (Taha, 21)
“Şöyle dedik: Korkma (ey Musa!). Çünkü sensin en üstün olan.” (Taha, 68)
“Değneğini at.” (Musa değneğini attı.) Onu yılanmış gibi hareket eder görünce, dönüp ardına bakmadan kaçtı. (Allah, şöyle dedi): Ey Musa, korkma! Benim katımda peygamberler korkmazlar.” (Neml, 10)
“Nihayet kızlardan biri utana utana yürüyerek ona gelip, “Bizim için koyunlarımızı sulamanın ücretini vermek üzere babam seni çağırıyor” dedi. Musa, onun (Şu’ayb’ın) yanına gelip başından geçenleri ona anlatınca Şu’ayb, “Korkma, o zalim kavimden kurtuldun” dedi.” (Kasas, 25)
“Değneğini (yere) at.” (Musa, değneğini attı). Onu bir yılanmış gibi süratle hareket eder görünce, arkasına bakmadan dönüp kaçtı. (Bu sefer şöyle seslenildi:) “Ey Musa! Beri gel, korkma. Çünkü sen güvenlikte olanlardansın.” (Kasas, 31)
“Elçilerimiz Lût’a geldiklerinde, Lût, onlar yüzünden tasalandı, onlar hakkında çaresizlik içine düştü. Elçiler ona, “Korkma, üzülme. Biz, seni ve aileni kurtaracağız. Ancak karın başka. O, geride kalıp helâk edilenlerden olacaktır.” (Ankebut, 33)
“Hani Dâvûd’un yanına girmişlerdi de Dâvûd onlardan korkmuştu. Onlar, Korkma! Biz, iki davacı grubuz. Birimiz diğerine haksızlık etmiştir. Aramızda adaletle hükmet. Zulmetme ve bizi hak yola ilet dediler.” (Sad, 22)
“(Yemediklerini görünce) onlardan İbrahim’in içine bir korku düştü. Onlar, “korkma” dediler ve onu bilgin bir oğul ile müjdelediler.” (Zariyat, 28)
“O gün (hesap için Allah’a) arz olunursunuz. Hiçbir sırrınız gizli kalmaz.” (Hakka, 18)
Üzüntü
“Kâfirlerden bir kısmını faydalandırdığımız şeylerde sakın gözün kalmasın. Onlara karşı mahzun olma ve müminlere (şefkat) kanadını indir.” (Hicr, 88)
“Sabret! Senin sabrın ancak Allah’ın yardımı iledir. Onlardan yana üzülme. Tuzak kurmalarından dolayı da sıkıntıya düşme.” (Nahl, 127)
“Bunun üzerine (Cebrail) ağacın altından ona şöyle seslendi: Üzülme, Rabbin senin alt tarafında bir dere akıttı.” (Meryem, 24)
“Onlardan yana üzülme. Kurdukları tuzaklardan ötürü de sıkıntıya düşme.” (Neml, 70)
Benim sorum şudur: Allah’ın velilerinin ne üzüldüklerini ve ne de korktuklarını bildiren ilk başta belirttiğimiz ayet ile bazı peygamberlerin özel bir takım şartlarda üzüntü ve korktuğuna delalet eden bu ayetler nasıl bir araya gelmektedir? Veya Allah’ın mağarada Peygamber ile beraber olan şahıs (Ebubekir veya başka herhangi bir şahıs) hakkında naklettiği üzüntü de bu kategoriye girer mi? Yüce Allah söz konusu ayette şöyle buyuruyor:
“Hani o arkadaşına, üzülme, çünkü Allah bizimle beraber” diyordu.” (Tevbe, 40)
Kısa Cevap

Tüm korkular menfi ve çirkin değildir ve her korku için Allah’ın velilerini kınamamak gerekir. Bazı korkular hadisenin büyüklüğü veya muhatabın azameti –tahammülü her insanın gücünü aşar derecede olması- nedeniyle müspet ve gerekli bir korkudur. Mesela kıyametten korkmak, insanın kendi davranışının kötülüğünden korkması veya kendi ve diğerlerinin kötü akıbete duçar olmasından korkması, ümmetin dinsel sapmasından korkmak, eşit olmayan bir savaşta az olan yarenlerin yok olmasından korkmak ve neticede din taraftarları ve varislerinin yenilmesinden korkmak ve benzeri korkuların tümü toplumun büyük önderleri ve seçilmiş insanlarda olması gereken müspet korkulardır. Artı, ilahi peygamberler değişik mertebelere sahiptir. Bundan ötürü tümünün yakini ve kalbî huzur, sükûnet, itminan ve emniyet hissi bir mertebede değildi. Öte taraftan peygamberlik öncesi ve sonrasında da bir mertebede değillerdir. Ama önemli olan nokta, bu korkuların onları masumiyetten çıkmaya asla sevk etmemesidir. Allah hiçbir peygamberi korku yüzünden kınamamıştır. Sadece bazı hususlarda korkuyu terk etmelerini emretmiş ve onlarda itaat etmişlerdir.

Ayrıntılı Cevap

Muhterem soru sahibinin de belirttiği gibi Yüce Allah Kur’an’ın birkaç yerinde kendi dostları için ne bir korku ve ne de bir üzüntünün olduğunu buyurmuştur (Bilesiniz ki, Allah’ın dostlarına hiçbir korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de). Korkmamak, Allah’a olan kesin imanın tesirlerindendir. Mümin, Allah’a güvenmenin ve ahirete ümit beslemenin verdiği itminanla birçok husustan korkmaz, kendisinin nefis zaafı bertaraf olur, sabrı çoğalır ve belalarda direniş gücü artar. Bunun karşısında, mümin olmayan bir kimse ise ölümü doğru bir şekilde bilmediği için ölümden korkar, evrenin yönetiminin Allah’ın elinde olduğunu bilmediğinden veya Allah ile doğru bir irtibatı olmadığından gelecekten ve acı hadislerden çekinir ve sabredenlerin ecirlerine inancı olmadığı için de sabrı az olur ve bu böyle devam eder. Bu yüzden dinsiz insanlar arasında ruhsal hastalık ve intiharın çok olduğunu görmekteyiz. Lakin tüm korkular menfi ve çirkin değildir ve her korku için Allah’ın velilerini kınamamak gerekir. Çünkü Kur’an birkaç yerde müminleri korkmadan dolayı övmekte ve hatta korkma emri vermektedir. Mesela şöyle buyurmaktadır: “Allah’ın, yüceltilmesine ve içlerinde adının anılmasına izin verdiği evlerde hiçbir ticaretin ve hiçbir alışverişin kendilerini, Allah’ı anmaktan, namazı kılmaktan, zekâtı vermekten alıkoymadığı birtakım adamlar, buralarda sabah akşam O’nu tesbih ederler. Onlar, kalplerin ve gözlerin dikilip kalacağı bir günden korkarlar.”[1] Bu ayet bazı korkuların iman şartlarından olduğunu ispat etmektedir. Peygamberlikte ise bu tür korkular en yüksek seviyede bulunmalıdır. Özetle her korku yadsılı değildir ve Allah’ın velilerinden tüm korkular alınmaz.

Korkuların Nedeni:

Konuyu daha iyi anlamak için, kısa bir şekilde korkuların nedenlerini inceleyeceğiz. Korku, bazen başkalarından, bazen gelecekteki acı hadislerden ve bazen de bizi muhtemel olarak bekleyen akıbetten kaynaklanır. Bazıları da taşıdıkları nefis zaafı nedeniyle hadiseler ve düşman ile karşı karşıya gelmekten ve içinde mal ve cana yönelik zarar bulunan her şeyden korkar ve ıstıraba düşerler. Bunlar menfi korkulardır. Allah dostları taşıdıkları iman ve yakin oranında bu korkulardan münezzeh ve arıdırlar. Ama bazı korkular ise hadisenin büyüklüğü veya muhatabın azameti –tahammül edilmesi her insanın gücünü aşar derecede olması- nedeniyle müspet ve gerekli bir korkudur. Mesela kıyametten korkmak, insanın kendi davranışının kötülüğünden korkması veya kendi ve diğerlerinin kötü akıbete duçar olmasından korkması, ümmetin dinsel sapmasından korkmak, eşit olmayan bir savaşta az olan yarenlerin yok olmasından korkmak ve neticede din taraftarları ve varislerinin yenilmesinden korkmak ve benzeri korkuların tümü toplumun büyük önderleri ve seçilmiş insanlarda olması gereken müspet korkulardır. Yüce İslam Peygamberi (s.a.a) müminlerin korkusu hakkında şöyle buyurmaktadır: “Mümin iki korku arasındadır: Geçmişinden (amellerinden) korkması ve baki hususlardan korkması. O, yüreğini istikamete ererek diriltir. Her kim Allah’a ibadet ederse taşıdığı korku ve ümit oranında sapmaz ve arzusuna ulaşır. Kul nasıl korkmasın? O akıbetinin nasıl olacağını bilmemektedir. Aracığıyla akıbeti hakkındaki arzusuna ulaşabileceği bir bilgisi bulunmamakta ve evrenin yönetiminde bir değişiklik yapabilecek güçten de yoksun durumdadır. Zahit taşıdığı korku oranında yaşamaktadır.”[2]

Şimdi soruda belirtilen ayetlere değiniyoruz:

Bazı Kur’an ayetlerinde Hz. Musa’ya isnat edilen korkuların bir kısmı kendisinin peygamberliğinden öncesine ve bir kısmı da sonrasına aittir. Her haliyle korkusu ya sadece canından ötürüydü ya da peygamberlik görevinin tamamlanmasından kaynaklanıyordu. Ama her halükarda endişesini Allah’a söylemekte, Allah’ın emriyle korkuyu kenara itmekte ve işini yapmaktaydı. Allah tarafından kendisine bir sitem de edilmemekteydi. Hz. Ali (a.s) bir rivayette Hz. Musa’nın (a.s) korkusu hakkında peygamberlikten sonra vuku bulan “bunun üzerine Musa, içinde bir korku hissetti”[3] ayetine işaret ederek şöyle buyurmaktadır: “Musa kendi canından dolayı korkmamaktaydı, aksine cahillerin ve sapmışların devletlerinden korkmaktaydı.”[4] Bu tür korkular asla Hz. Musa’nın masumiyet makamına bir gölge düşürmemiş, Kur’an’da kendisine bir sitem etmemiş, aksine korkulara galip gelerek nübüvvetini muktedir bir şekilde sonlandırmış ve ulu’l-azm makamına ermiştir.

Hz. İbrahim’in Korkusu:

“Ellerini yemeğe uzatmadıklarını görünce, onları yadırgadı ve onlardan dolayı içinde bir korku duydu. Dediler ki: Korkma, çünkü biz Lût kavmine gönderildik.”[5] Bu ayete göre Hz. İbrahim sadece meleklerin olağan dışı davranışlarını görünce korkmuştur. Olaşan sayılmayan gaybî sahneleri görünce korkmak ahlakî olarak yerilen korku değildir ve cüzî bir korku sayılan doğal bir tepkidir. Elbette bu korkunun Lut kavmine nazil etmekle görevlendirildikleri azaptan mı yoksa melekleri o günkü heybetli halleriyle görmekten ve onların yemek yememelerinden mi kaynaklandığı belli değildir. Her halükarda Nemrut ve ateşinden korkmayan ve tüm putları yalnız başına yıkan Hz. İbrahim’in korkak bir insan olması mümkün değildir ve Kur’an da bu hususta kendisine bir sitem etmemiştir. Bunun mukabilinde eğer Allah’ın Hz. İbrahim hakkındaki övgülerine bakarsak, bu şüphelerin bir yeri olmadığını anlarız. Kur’an Hz. İbrahim’i bir ümmet saymaktadır. “Muhakkak ki İbrahim başlı başına bir ümmet idi, tek bir hanîf olarak Allah’a itaat için kıyam etmişti ve hiç bir zaman müşriklerden olmadı.”[6] Kur’an belirtilen melekleri görme hadisesinden sonra onu çok övmektedir; çünkü o Lut kavmine şefaat etmek için yalvardı ve Allah onu “halim ve yanık” olarak adlandırdı.[7] 

Hz. Lut’un Korkusu:

“Elçilerimiz Lût’a geldiklerinde, Lût, onlar yüzünden tasalandı, onlar hakkında çaresizlik içine düştü. Elçiler ona, “Korkma, üzülme. Biz, seni ve aileni kurtaracağız. Ancak karın başka. O, geride kalıp helâk edilenlerden olacaktır.”[8] Hz. Lut’un bu korkusu da kavmi karşısında onları koruyamama kaygısı bağlamında misafirlerine yönelik taşıdığı şefkat ve sorumluluk hissinden kaynaklanıyordu. Bu korku da çabucak giderildi.

Hz. Davud’un Korkusu:

 “Hani Dâvûd’un yanına girmişlerdi de Dâvûd onlardan korkmuştu. Onlar, Korkma! Biz, iki davacı grubuz. Birimiz diğerine haksızlık etmiştir. Aramızda adaletle hükmet. Zulmetme ve bizi hak yola ilet dediler.”[9] Hz. Davud’un meleklerin ani gelişinden korkması da tıpkı İbrahim ve Lut’un Peygamberlere has olağan gaybî dışı sahneleri görmesi gibidir. Melekler onları hemen müjdeleyerek sakin kılmaktaydılar. Gerçekte onlar yatıştırıcı bir haber getirmekteydiler.

Hz. Yakub’un Korkusu:

“(Babaları:) Doğrusu onu alıp götürmeniz beni çok üzer ve sizin haberiniz yokken onu kurt yer diye korkuyorum, dedi.”[10]

Üzüntü:

Üzüntünün de korku gibi müspet ve menfi diye iki yönü vardır. Mesela ahiret için gamlanmak ve de Allah ve O’nun velilerinden uzak kalmak nedeniyle üzülmek müspet üzüntünün bir örneği sayılır. Nitekim Peygamber (s.a.a) şöyle buyuruyor: “Ey Ebuzer Allah’a uzun üzüntü gibi başka bir şeyle ibadet edilmemiştir.”[11] Menfi üzüntü ise mal kaybı ve benzeri şeylerdir. Nitekim İmam Ali (a.s) şöyle buyuruyor: “Allah nezdinde ahirete yönelik rağbet huzur ve sükûneti, dünyaya yönelik rağbet ise elem ve üzüntüyü meydana getirir.”[12] Son olarak şu konuyu açıklık getirmek icap etmektedir: Peygamberler değişik mertebelere sahiptir; çünkü tümünün iman ve erdemi bir derecede değildir. Bundan ötürü tümünün yakin ve kalbî huzur, sükûnet, itminan ve emniyet hissi bir mertebede değildir. Öte taraftan peygamberler kendi peygamberlikleri öncesi ve sonrasında bir mertebede değillerdi. Peygamber olmadan önce korktukları bir takım şeylerden peygamber olduktan sonra sükûnet, huzur ve yakine ulaşarak artık korkmamışlardır. Ama önemli olan nokta, bu korkuların onları masumiyetten çıkmaya asla sevk etmemesidir. Allah hiçbir peygamberi korku yüzünden kınamamıştır. Sadece bazı hususlarda korkuyu terk etmelerini emretmiş ve onlar da itaat etmişlerdir. Bu tür korkular hakkında gerekli açıklama da yapıldı. Diğer bir husus da korkunun insan doğasının ayrılmaz bir parçası ve insan varlığını korunmanın gereği olmasıdır. Kamil olan Allah dışında hiç kimse korkusuz olamaz. Çünkü daha güçlü ve daha büyük biri olduğu müddetçe ve de fena, yokluk ve eksiklik imkânı var oldukça korku da var olacaktır.  



[1] Nur, 37.

[2] Biharu’l-Envar, c. 67, s. 391, Müessese-i el-Vefa, Beyrut.

[3] Taha, 67.

[4] Nehcü’l-Belağa, s. 51, İntişarat-ı Daru’l-Hicre.

[5] Hud, 70.

[6] Nahl, 120.

[7] Hud, 75.

[8] Ankebut, 33.

[9] Sad, 22.

[10] Yusuf, 13.

[11] Biharu’l-Envar, c. 74, s. 80, Müessese-i el-Vefa, Beyrut.

[12] İrşadu’l-Kulub, c. 1, s. 19, İntişarat-ı Şerif Rıza.

Diğer Dillerde Soru Tercümesi
Yorumlar
yorum Sayısı 0
Lütfen soruyu doğru giriniz
örnek : Yourname@YourDomain.com
Lütfen soruyu doğru giriniz
Lütfen soruyu doğru giriniz

Konusal Sınıflandırma

Rastgele Sorular

  • Vaktin başında namaz kılmak mı iyidir yoksa iki doğuş arasında yatmamak mı?
    5640 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2011/04/11
    Her şeyden önce bir noktaya dikkat etmeniz lazımdır:Kerahete neden olan uyku ister sabah namazından sonra olsun, ister ondan önce olsun iki doğuş arasındaki uykudur. Bu yüzden sorunuza göre siz iki doğuş arasında uyuduğunuzdan dolayı her iki durumda da kerahete mürtekip olmuş bulunmaktasınız. ...
  • Ahmet ismi İncil’in neresinde gelmiştir?
    26742 Eski Kelam İlmi 2011/11/12
    Bu konuda dikkat edilmesi gereken önemli nokta şudur: Kur’an, İncil’de İslam Peygamber’inin (s.a.a) müjdeleyici olduğunu söylüyorsa, tahrif edilmiş İncil’i değil, Hz. İsa’nın (a.s) getirdiği incili kastetmektedir. Elbette tahrif edilmiş hali hazırdaki İncil’de de, bu meseleye işaret edilmesi dikkate değer bir konudur.Hz. Mesih (a.s), “Farkilit”ın geleceği müjdesini vermişti. Bu kelime ...
  • Bazen kıbleye doğru oturuyor ve temiz imamlar (a.s) ile sohbet ediyorum ve bu esnada bedenimde özel bir hal hissediyorum ve deyim yerindeyse tüm tüylerim ürperiyor. Bu hal neyin işaretidir?
    10283 Pratik Ahlak 2012/01/18
    Bildiğiniz gibi masum hazretler (a.s) bizim amellerimizi gözetlemektedir ve rivayetlerde de bu konuya işaret edilmiştir. Kesinlikle bu ilgi onların haremindeyken veya dikkatle kendilerine sevgi ifadesinde bulunduğumuzda daha çok ve belirgindir. Öte taraftan bedenin heyecanlıyken ve manevi hallerde reaksiyon göstermesi, hepimiz için vuku bulmuştur ve ayet ve rivayetlerde de bunun ...
  • Bankanın halktan geciken taksitten dolayı aldığı “gecikme parası” faiz sayılıyor mu?
    5983 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2012/09/09
    Banka aracılığıyla gecikmiş taksitten dolayı alınan gecikme parasın hükümü hakkında bazı mercilerin görüşleri aşağıda açıklandığı şekildedir: Ayetullah Uzma Hamenei’nin (Allah onun ömrünü uzun etsin) Defteri: Çalışmalarını “İslami Şura Meclisi’nin” tasvip ettiği kanunlar esasına göre yapan ve “Gözetleme Şurası’nın” teyit ettiği bankanın uygulamasında bir ...
  • İlahi yaşam nasıl bir yaşamdır? Şu andaki yaşamla bir tezaddı var mı?
    7834 Pratik Ahlak 2012/01/05
    Kur’an’a baksak ve ‘’Neden yaratıldık? sorusunu ona sorsak şu cevabı verecektir: ‘Ben, cinleri ve insanları, sadece bana kulluk etsinler diye yarattım.’ İbadet nedir? İbadet yani Allah’a kulluk etmektir. Yani yaptığımız bütün işler, hatta yemek içmek gibi günlük ve çok normal işlerimiz bile ilahi ve ibadi ...
  • Acaba Şia mezhebinden Sünni mezhebine geçmek caiz mi?
    4784 Diğer Konular 2018/12/08
    Esasen din ve inanç insanın akıl ve mantık yoluyla hakikati araştırması ve araması sonucu kendi seçimiyledir. İnsan temel inançlarında araştırma yapmalı ve hakikate ulaştıktan sonra onu seçmelidir. Din ve mezhep insana büyüklerinden miras kalmaz. Buna binaen dinin temel inançlarında taklit caiz değildir.[1] Zira din, ...
  • Rivayetlere göre iyi bir ortağın taşıması gereken özellikler nelerdir?
    3561 Şirket 2020/01/20
  • Anne (kadınlar) yoluyla da seyitli intikal eder mi?
    16105 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2011/06/20
    Hz. Zehra’nın (a.s) tüm evlatlarının Peygamberin (s.a.a) evlatları olduğu hususunda hiçbir şüphe yoktur. Ama Allah Resulü’nün (s.a.a) evladı olmak sıfatı ile seyit ve Haşimi olmak sıfatı arasında fark bulunduğuna dikkat etmek gerekir. Soyu Fatıma Zehra’ya (a.s) ulaşan herkes İslam Peygamberinin (s.a.a) neslindendir, ama seyitlerden değildir; zira seyit ve Haşimî ...
  • Bilal-i Habeşî Ve Hilafet Meselesi
    9683 تاريخ بزرگان 2011/08/03
    Tarihten anlaşıldığı kadarıyla Bilal-i Habeşî halifeler biat etmemiş, bazı yerlerde onlara itiraz etmiş ve hilafet sistemi için ezan okumaktan uzak durmuştur. Bu yüzden Şam’a sürgüne gönderilmiş ve orada vefat etmiştir. ...
  • “Farz” ve “vacip” hangi manaya gelmektedir? Bu iki kelime arasındaki fark nedir?
    10232 مبانی فقهی و اصولی 2014/01/21
    Farz ve vacip eğer değişik durumlarda ve özellikle ayrı (birlikte değil) bir şekilde kullanılırsa, kesinlik ve belirleme anlamına gelir[1] ve ıstılahtaki manası ise mütealliklerinin zorunlu olmasıdır. Ama bu iki kelime arasında bir farkın olduğu bazı lügat kitaplarında zikredilmiştir. Farz ve vacip arasındaki fark, farzın ...

En Çok Okunanlar