Gelişmiş Arama
Ziyaret
8668
Güncellenme Tarihi: 2010/06/20
Soru Özeti
Nasıl irabın olmamasına rağmen Kur’an tahriften uzak kalmıştır?
Soru
Kur’an’ın kâtipler tarafından yazıldığı dönemde irabın olmayışına dikkat edilecek olunursa Kur’an nasıl tahriften uzak kalmıştır?
Kısa Cevap

Peygamber (s.a.a) döneminde Arapça dilini oluşturan harfler noktalama işaretini ayrıca her hangi nişane ve alametleri de taşımamaktaydı. Doğal olarak Kur’an da bu şekilde yazılmıştı ve iraba sahip değildi. Buna rağmen daha İslam dininin ilk döneminden itibaren Müslümanlar Kur’an’ı Kerim’i hıfz etmiştiler ve konuşma dilleri Arapça olduğundan Kur’an’ı doğru ve sahih okumaktaydılar. Özellikle Müslümanların Kur’an-ı Kerim’e özel bir teveccüh ve ilgileri söz konusu idi. Sonraki dönem Müslümanlar da Kur’an-ı Kerim’i okumayı Peygamberin döneminde yaşamış büyük şahsiyetlerden öğrenmişlerdir.

İslam dininin ortaya çıkışından henüz bir asır geçmemişti ki Arap olmayan milletler Müslüman olmaya başladı ve İslam toplumunda yerlerini aldılar. Doğal olarak bunların Kur’an-ı Kerim’i doğru ve sahih okuya bilmeleri için yazılışta belirli nişane ve alametlere ihtiyaç doğdu. İşte bu yüzden Hz. İmam Ali (a.s)’nin öğrencisi olan İbn-i Esvedi Dueli tarafından Kur’an-ı Kerim irap ve noktalama işaretleriyle Arapça bilmeyen insanlar içinde sahih ve doğru bir şekilde okunabilinir hale getirildi.

Sonuç olarak Araplar anadillerinin Arapça olması dolayısıyla Arap dili ve edebiyatı kanunlarına vakıftılar, İrap ve alametlere ihtiyaçları yoktu. Arap olmayanların Müslüman olmalarıyla birlikte böyle bir ihtiyaç doğdu ve dolayısıyla Kur’an-ı Kerim bu dönemde iraplandırıldı ve muhtemel sorunlar giderilmiş oldu. İşte bu yüzden, bu açıdan Kur’an-ı Kerim’in hiçbir tahrifi söz konusu değildir.

Ayrıntılı Cevap

Hicri takvimin ilk asrının birinci yarısına kadar Kur’an’ı kıraat etmenin tek yolu işitsel öğretimdi. Kariler ve hafızlar Kur’an’ı kıraat etmeyi kendilerinden önceki karilerden işiterek öğrenmişlerdi. Yani öğretim sistemi sineden sineye idi. Bu karilerin silsileleri de sahabilerden olan İslam dininin ilk karilerine ve Hz. Muhammed (s.a.a) ve Hz. Ali’ye (a.s) dayanmakta idi. Bu süre zarfında birçok büyük kari yetiştirildi ve bu karilerin kendileri Kur’an’ın sahih bir şekilde kıraat edilmesini sağladılar.

Birinci asrın ikinci yarısının başlarında Arap diline aşina olmayan Müslümanlar İslam toplumuna katılmaya başladılar. İşte bu dönemden itibaren Kur’an-ı Kerim’deki kelimelerin doğru kırat edilebilmesi için bazı nişane ve alametlere ihtiyaç duyuldu. Aşağı yukarı aynı zaman diliminde Hz. İmam Ali’nin (a.s) öğrencilerinden olan Ebul Esved Dueli Kur’an’ın iraplandırlılması işini üstlendi. Bu işi çok dikkatli bir şekilde yerine getirdi. Ebul Esved, Kur’an’ın kıraatinde uzman olmakla birlikte Arap dili ve edebiyatında gerekli bilgi ve birikime sahipti. Kendisi ayrıca Hz. Ali’nin (a.s) yol göstericiliğinde Nahıv (cümle bilgisi) ilminin de kurucusudur. [1] Ayrıca onun bu işi diğer kari ve hafızların bilgisi dışında gerçekleşmemekteydi. Her türlü muhtemel hatanın önünü alacak bir çalışma idi. Ebul Evsed’in Kur’an’ı iraplandırması Arap diline aşina olmayanların sahih ve fasih bir kıraat gerçekleştirmelerine vesilesi olmanın yanı sıra kariler ve hafızlar kendi öğretim metotları olan işitsel öğretimle Kur’an’ın kıraatini gerçekleştirmeye devam etmekteydiler. Bu yüzden İslam tarihinde büyük karilerin her birinin kendi kıraatlerini senetle İslam âleminin ilk karilerine ulaştırdığını görmekteyiz. Bu senetler ya Hz. Muhammed’e (s.a.a) yâ da Hz. Ali’ye (a.s) ulaşmaktadır. Elbette bu senetlerin bazıları itibar yönünden daha güçlüdür. Örneğin Hafs’ın Asım’dan olan rivayeti ki İslam aleminin genelinde yaygın olan ve senedi Şia karilerden oluşan bir kıraatidir.

Daha sonraki iraplandırmaların her biri bu sahih kıraatlerle tatbik ettirilmekte idi. Günümüzde bu iraplandırma işi kemale erip; sükûn, mad, şedde gibi alametlerde eklenmiştir.[2]

Halk arasında var olan meşhur kıraatler sineden sineye geçmiş ve Ehlibeyt (a.s) tarafından onaylanmıştır. İmam Cafer (a.s) bir rivayette şöyle buyuruyor ashabından birine: Halk nasıl okuyorsa sen de öyle oku. Rivayet şöyle “Salim Ebu Selemeh diyor: Birisi Kur’an’dan bazı harfleri  halkın okuduğu kıraatten farklı İmam Ca’fer Sadık’a okuduğunu gördüm . İmam Sadık (a.s) ona şöyle buyurdu: Bu kıraatten uzak dur, insanlar nasıl okuyorsa sen de öyle oku.”[3]

Buna göre Kur’an-ı Kerim’in metni sineden sineye, elden ele, nesilden nesle aktarılmıştır. Tarihin her zaman diliminde kariler ve hafızlar, Müslümanlar arasında şanlı ve izzetli yerlerini almışlardır. Kur’an Peygamber’in kendi buyurduğu metin ve kıraat üzere İslam âleminde varlığını sürdürmüştür. Arap dilinde lehçelerin bulunuşu, kitabetin ilk hatla yazılmış olması, o dönemde irabın ve noktalama işaretlerinin olmayışı, bazı karilerin bazı kelimeleri okumada farklı kıratlarının oluşmasına sebep olsa da Kur’an’ın yaygın olan kıraatinde en küçük bir eksiklik doğurmamış. (Ayrıca bu manayı etkilemeyen sadece kelimelerin edasında az bir farkın olduğu ifade ettiğinde bir değişiklik ve tahrif sayılmaz) Bazı karilerin şahsi ve nadir olan kıraat hataları da İslam âleminde itina edilecek bir konuma sahip değildir. Rivayette geçen “halkın okuduğu gibi oku” sözüne de itina edilecek olunursa insanlarda meşhur olan Asımın kıraatidir. Var olan Kur’an’ların da Asımın kıraatiyle mutabık oluşu buna en büyük delildir.[4]

Elbette şunu bilmekte fayda var: hattatlar ve güzel yazı ile Kur’an-ı yazanlar dördüncü yüzyılın başına kadar Küfe hattı ile Kur’an’ı yazmaktaydılar. Ama beşinci yüz yılın başında Nash hattı, Küfe hattının yerine geçmiştir. Bu hat günümüzde var olan bütün noktalama ve nişaneleri içermekteydi.[5] İşte bu yüzden Kur’an’ın bu acıdan hiçbir tahrifi söz konusu olamaz.

Daha fazla bilgi için: Bk Kur’anın tahriften uzak oluşu, 486ıncı soru.


[1]Dairetu’l Mearifi Bozorg-i İslam, c: 5, s: 182-190,Medhel-i Ebu’l-Esved; Ulum-iKur’ani, Muhammet Hadi Marifet, s: 172-173, Muessise-i Ettemhid.

[2] Ulumi Kur’ani, s: 174-175.

[3] Reviş Şinasıyi Tefsir-i Kur’an,Ali Ekber Babayi, s: 72.

[4] Aynı kitaptan, s: 75-76, Ulum-i Kur’ani, Muhammet Hadi Marifet, s: 246-247,

[5] Tarih-i Kur’an-ı Kerim, Muhammet Bagır Hucceti, s: 484-485, Ulum-i Kur’ani, Ayetullah Marifet, s: 173.

Diğer Dillerde Soru Tercümesi
Yorumlar
yorum Sayısı 0
Lütfen soruyu doğru giriniz
örnek : Yourname@YourDomain.com
Lütfen soruyu doğru giriniz
Lütfen soruyu doğru giriniz

Konusal Sınıflandırma

Rastgele Sorular

  • Ölen ve cenazesi geç defnedilen bir ferdin ruhu nasıl bir duruma girer?
    31081 Eski Kelam İlmi 2012/01/18
    Kur’an-ı Kerim’den istifade edildiği kadarıyla, Yüce Allah ölenlerin ruhunu özel bir âlemde korumaktadır ve geç defnedilme durumunda ruha bir zarar gemlememektedir; bununla birlikte rivayetlere göre, cenazenin çabuk defnedilmesi icap eder. ...
  • Acaba Hz. Masume (s.a) mezarının ziyareti için özel bir gusül mevcut mudur?
    6150 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2011/08/20
     Bazı Taklit Mercileri İmamların Haremlerine girmek ve ziyaret etmek için gusül almayı müstehap bilmektedirler. Diğer bazı taklit mercileri ise bu ziyaretler için gusül’ün müstehap oluşunu rivayet açısından sabit bilmemekte şöyle buyurmaktalar: Eğer bir kimse ziyaret için gusül almak isterse bunu reca (sevap ümidi) ile ...
  • Miraç nedir? Hz. Muhammed’in (s.a.a) dışında da bir peygamber miraca gitmiş midir?
    22418 Eski Kelam İlmi 2011/12/10
    Miraç, Arapça’da göğe çıkmak için kullanılan vasıta demektir. Rivayet ve tefsirlerde ise Peygamberimizin (s.a.a) fiziki olarak Mekke’den Beytu’l-Mukaddes’e gitmesine, oradan göğe çıkmasına, sonrada tekrar Mekke’ye dönmesine miraç denmektedir. Rivayetlerden anlaşıldığı kadarıyla Resulullah’ın (s.a.a) dışında herhangi bir peygamber miraca gitmemiştir; sadece Hz. Süleyman, Hz. İdris ve Hz. İsa ...
  • Şia ile sünninin evlenmesi caiz midir?
    47244 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2009/02/28
    Continue... ...
  • Şia Hz. Ali(a.s)'ın faziletlerini ispatlamada Ehl-i Sünnet'in mütevatir hadislerine dayanabilir mi?
    7463 Masumların Siresi 2011/06/21
    Tevatür yalan üzere anlaşmaları mümkün olmayan büyük bir kalabalığın bir konuyu nakletmelerine denir. Biz inanıyoruz ki Hz. Ali'nin faziletleri ve onun imameti hakkındaki nas tevatürle sabittir. Bunu Şia'nın hadis ve tarih kaynaklarının yanı sıra Ehl-i sünnetin kitaplarından ve sahabilerin hadislerini nakleden eserlerden istifade ediyoruz. Buna göre bizim bu konuyla ilgili ...
  • hangi sınıra kadar kocasına itaat etmelidir? Erkek onu yolculuğa mecbur edebilir mi?
    10470 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2012/01/18
    Hz. Ayetullah Hadevi Tahrani’nin belirtilen soru hakkındaki cevabının açıklaması şudur:Kadın cinsel doyum konusunda erkeğe itaat etmelidir ve erkek evden çıkmayı yasaklarsa bu durumda kendisi evden çıkamaz. Elbette evlilik hayatının farz ve haramlarla yetinmeyle sorundan yoksun olmasının imkânsız olduğuna dikkat edilmelidir. Ama ahlaka riayet etmek evliliğin pekişmesi ve tatlılığını ...
  • Peygamber Efendimize (s.a.a) göre başkalarına hediye vermenin adabı nasıldır?
    17497 هدیه 2012/05/19
    Hediye vermek ve almak Peygamber Efendimizin (s.a.a) ameli siresinde vardı. Ama Peygamber Efendimizden (s.a.a) gelen rivayetler esasınca hediye verme işi kendi ve diğerlerine meşakkat ve zahmeti beraberinde getirmemelidir; zira bu işteki hedef ünsiyet ve ülfet oluşturmaktır ve eğer onun adap ve şartlarına riayet edilmezse uygun olan neticeye ...
  • Geçici evlilikte iddet beklemenin felsefesi nedir?
    8946 Hukuk ve Şer’I Hükümler Felsefesi 2009/10/18
    Kadın yaise ise iddet beklemesine gerek yoktur. Yaiseden kasıt Kureyişli ise altmış ve Kureyşli değilse elli yaşını doldurmuş olmasıdır. Kısır olan kadın yaise sayılmaz, bu yüzden evlendikten sonra iddet beklemesi gerekir.Bu hükmün felesefesine gelince ayet ve rivayetlerde hükümlerin bütün ...
  • İslam’la Hıristiyanlık arasındaki Allah’ın oğlunun olması ve olmaması meselesindeki tezat ve zıtlık nasıl giderilebilir?
    8453 Eski Kelam İlmi 2010/06/12
    Müslümanlar, Tevhid suresi gereğince Allah-u Teala’nın kimseyi doğurmadığına ve kimseden doğmadığına inanmaktalar. Bu inanç bütün tevhidi dinlerde vardır. Hz. İsa’nın (a.s) dinide bu kaidenin dışında değildir; zira bütün semavi dinler akıl ve fıtrat üzerine kuruludur. Allah-u Teala’nın varlık aleminin yaratıcısı ve hiçbir şeye muhtaç olmadığı konusu akıl ...
  • İslam’ın Tebliğ Yöntemi Nasıldı?
    12515 Masumların Siresi 2011/08/17
    Tebliğ mesaj iletmek anlamındadır. Tüm ilahî peygamberlerin ve özellikle de yüce İslam Peygamberinin misyonu insanları karanlıklardan nura yöneltmek olduğundan, İslam’da tebliğ Allah’ın mesajını kullarına ulaştıran bir vesile olarak çok önemlidir. İslam’da tebliğ yöntemleri sözlü, yazılı ve amelî olarak üç kısma ayrılabilir. Bu her üç kısmın da değişik türleri vardır. ...

En Çok Okunanlar