Gelişmiş Arama
Ziyaret
11438
Güncellenme Tarihi: 2008/02/16
Soru Özeti
Bahailik konusu ve onların tarihi hakkında bilgi verebilir misiniz?
Soru
Bahailik konusu ve onların tarihi hakkında bilgi verebilir misiniz?
Kısa Cevap

Bahailik fırkasının kurucusu, Mirza Hüseyin Ali Nuri’dir. O, Muhammed Bab’ın, Molla Hüseyin Beşruyeyi’nin tebliği vesilesiyle ortaya çıkmasından sonra Muhammed Bab’ın anlayışına yönelerek onun görüşlerini kabul etmiştir. Muhammed Bab’ın ölümünden ve onun yerine geçen kardeşi Yahya Subh-u Ezel’i kabul etmemesinden sonra Muhammed Bab’ın, zuhurunu vaat ettiği kimsenin (Men Yezheruhullah) kendisi olduğunu iddia etmiştir. Onun bu iddiaları gün geçtikçe artarak peygamberlik ve Allah’ın kendisinde hulul ettiği iddialarına kadar ulaşmıştır.

Hüseyin Ali Nuri, hicri 1269 yılında Bağdat’a sürülmüş ve 1279 yılına kadar da orada kalmıştır. Sonra Osmanlı devleti onu ve taraftarlarını oradan “Akya”ya göndermiştir. Hicri 1310 yılında onun ölümünden sonra oğlu “Abdulbeha” lakaplı “Abbas Efendi” Bahaîliğin yayılması için çalışmalarda bulunmuş ve İngiltere’nin himayesi altına girmeyi başarmıştır. Ondan sonra Abdulbaha’ın kızının oğlu Şevki Efendi, 1921 yılında Bahaîliğin liderliğini ele geçirerek İsrail’in himayesi ve desteği ile faaliyetlerine devam etmiştir. O, 1957 yılında vefat etmiştir ve ondan sonra da Bahaîliğin rehberliğini “Beyt-ul Adl” isimli 9 kişiden oluşan bir grup üstlenmiştir. Bu grubun yönetim merkezi işkâl altında olan Filistin’in Hifa şehrindedir.

Bahailik, siyasi açıdan sömürgeci düzenin bir parçası olsa da veya sömürgeci düzenle uyum halinde olarak ondan destek alsa da düşünce ve tarihte ortaya çıkışı açısından “Şeyhiyye” fırkasına dönmektedir. Çünkü Bahailik, Babiye’den, Babiye, Keşfiyye’den ve Keşfiyye de Şeyhiyye’den türemiştir. Şeyhiyye “Rukn-u Rabi” düşüncesine inanmaktadır. Bu inanç ve Seyit Kazım’ın konuşmalarında açıkladığı inançlar, Ali Muhammed Bab’ın, kendisinin “Bab-ı İmam-ı Zaman” olduğu iddiasını ortaya atmasına sebep olmuştur. Mirza Hüseyin Ali de onun bu iddialarına, “Nesh-i Şeriat”(şeriat kanunlarının ortadan kalkması) gibi yeni iddiaları eklemiştir. Bu iddiaları öğrenmek için ayrıntılı cevaba müracaat edilebilir.

Ayrıntılı Cevap

Bahailik, Mirza Hüseyin Ali Nuri’nin oluşturduğu bir fırkadır. O, Mirza Abbas Nuri’nin oğludur ve hicri 1233 yılında Tahranda doğmuştur. Onun ailesi Mazenderan şehrinin Nur kasabasının Taker isimli küçük dağlık bir köyündendir. O, öğrenimini tamamladıktan sonra Kaçarlı Mirza İmam Verdi’nin defterinde sekreterlik yapan babası gibi, bakanlık hizmetlerinde görev almıştır. Rusya konsolosluğunun sekreterliğini yapan kız kardeşinin kocası gibi, konsolosluklarla irtibat sağlama işleriyle bilgilenmiştir.[1]

O, kardeşi Yahya Subh-u Ezel ve ailesinden birkaç kişi, Ali Muhammed Bab’ın ortaya çıkışından sonra ona bağlanmışlardır. Ali Muhammed Bab’ın, Emir Kebir Mirza Taki Han’ın emri üzerine Tebriz’de idam edilmesinden sonra kendisinden 13 yaş küçük olan kardeşi Yahya Subh-u Ezel onun yerine seçilmiştir. Mirza Hüseyin Ali de maslahat üzerine ona teslim oldu ama sonraları ona isyan ederek emrinin dışına çıktı.[2] İlk önce “Mehdilik” iddiasında bulundu ve Ali Muhammed Bab’ın zuhurunu vaat ettiği kimsenin kendisi oluğunu söyledi.[3] Zaman geçtikçe “Ric’et-i Hüseyni” ,“Ric’et-i Mesihi” ve “Peygamberlik ve Şeriat koyan” düşüncelerini iddialarına eklemiştir. Ve en sonunda da “Allah’ın kendisinde hulul ettiği’ düşüncesini Allah’ın cisim olduğu fikriyle beraber ortaya atmıştır. “En-el Haykul-ul A’la” iddiasında da bulunmuştur ve bu iddiaların bazılarına işaret edeceğiz.

Hicri 1269 yılında zamanın hükümeti, halkın ve din adamlarının baskısı üzerine bu grubu Bağdada sürmüştür. Bağdat o zamanlar Osmanlı imparatorluğunun hükümeti altındaydı. Osmanlı imparatorluğu hicri 1279 yılında, onları önce İstanbul’a ve oradan da Edirne’ye göndermiştir. Bu sıralarda Babiler’in liderliği üzerine iki kardeşin kavgası son haddine varmıştı. Bu yüzden Osmanlı devleti onları mahkemeye çıkarttı ve mahkeme de bu iki kardeşin her birisinin kendini takip eden grupla beraber birbirinden uzak yerlere yerleşmeleri kararını verdi. Yahya Subh-u Ezel kendi taraftarlarıyla beraber Kıbrıs’a ve Hüseyin Ali de kendi taraftarlarıyla beraber işkâl altında olan Filistin’de Akka şehrine yerleştiler.

Mirza Hüseyin Ali Akka şehrinde yaşamını sürdürdü ve hicri 1310 yılında hastalanması sonucu vefat etti ve oraya defnedildi. Sonraları oğlu “Abd-ul Baha” lakabını alan Abbas Efendi, Bahailik düşüncesini yaymak için çok çabalarda bulundu ve 1911 yılında Avrupa’ya giderek İngiltere ve Amerika ile özel ilişkilerde bulunmayı başardı.

Osmanlı imparatorluğunun, birinci dünya savaşında yıkılmasından sonra Hifa şehrinde yaşayan Abd-ul Baha İngiltere’nin himayesi altına girmiştir. Savaştan sonra, önemli hizmetlerinden dolayı İngiltere, ona en yüksek hizmette bulunan unvanını vermiştir.[4] O, kendi yazılarında büyük İngiltere imparatoru beşinci Corc’u sürekli Arap bölgesi olan Filistin’e davet etmekteydi.[5]

1921 yılında Mirza Hüseyin Ali’nin kızından olan torunu olan Şevki Efendi[6], Abd-ul Baha’nın ölümünden sonra Bahaîliğin başına geçmiştir. O, İsrail’in kurulmasından sonra, onun başkanıyla görüşerek Bahaîliğin İsrail’e karşı olan dostluğundan bahsetmiş ve İsrail’in gelişmesi ve başarılı olması için duada bulunduklarını söylemiştir.[7] O, 1329(h.k.) yılı, Nevruz mesajında Bahaîlere, İsrail devletinin oluşmasını ilahi bir vaat olduğunu söylemiştir.

1957 yılında Şevki Efendinin ölümünden sonra, merkezi, işkâl altındaki Filistin’in Hifa şehrinde olan dokuz kişiden oluşan Beyt-ul Adl isimli bir grup Bahaîliğin yönetimini üstlenmiştir.[8]

Bahaîliğin siyasi bakış açısı:

Geçtiğimiz konularda Abbas Efendi ve Şevki Efendinin siyasi görüşlerini genel olarak tanıdık. Burada söylemek istediğimiz konu, bu iki şahsın siyasi görüşleriyle sınırlandırılmamaktadır. Bahaîliğin siyasi yapısı, bu fırkanın kurucusunun kendisini savunma ve korumaya almasına dayanmaktadır. Örnek olarak aşağıdaki tarihi rapor okunmaya değer:[9]

1268(h.k.) yılının Şevval ayında Bahaî olan iki kişi, Nasrettin Şah’a ateş ettiler. Bu olaydan sonra onlardan bir grup tutuklanarak idam edilmiş ve Mirza Hüseyin Ali’nin Şaha yapılan suikastta parmağı olduğuna dair deliller olduğundan dolayı da onu tutuklama girişiminde bulunmuşlardır.

Tarihi raporlara göre, o, tutuklanmaktan kurtulmak için yaz aylarında Rus konsolosluğuna gitmekteydi. Rus konsolosu, Sadrazamdan, Mirza Hüseyin Ali’nin korunması hususunda gevşek davranmamasını istemiştir. Mirza Hüseyin Ali de Bağdat’a sürgüne gönderildiğinde Rusya devletinin kendisini himaye etmesinden dolayı Rus konsolosuna bir mektup yazarak teşekkürlerini bildirmiştir. Tabiî ki yıllar sonra da İkinci Nikaloviç Aleksandır’a hitapta bulunan bir plakette Rusya’nın kendisine yaptığı yardımlara değinerek teşekkürde bulunmuştur.[10] Bağdat’ta da İngiltere konsolosu onunla görüşerek İngiltere’nin desteğini ona önermiştir.[11]

İlginç olan noktalardan birisi de Bağdat valisinin Osmanlı devleti tarafından ona rapor vermesidir.[12]

Bahailik, Rusya’nın eteğinden İngiltere’nin eteğine düştüğü zaman, ülkesinin yaptığı zahmetlerin boşa gittiğini gören Rus başkonsolosu Dalgorouki gazaplanarak Bahailik fırkasının oluşturulması için yapılan bütün girişimleri ortaya koydu.[13] Bu da, Bahaîliğin sömürgeci düzenin bir parçası olduğu veya sömürgeci düzenle uyum halinde olduğu düşüncesini güçlendirmektedir. Her halükarda Bahailik, idamesini sömürgeci düzene borçludur.

Bahailik inancının çıkış yeri:

Bahaîliğin, Babiyet’in bir uzantısı olduğu açıklığa kavuştu. Ama Babiyet’in hangi fırkadan oluştuğu hususunda şöyle söylemek doğru olur: Babiye, Keşfiyye’den ve Keşfiyye de Şeyhiyye’den türemiştir. Şeyhiye fırkasının kurucusu, 1160(h.k.) yılında dünyaya gelen Şeyh Ahmet İhsani’dir. O, Ahbari düşüncesine sahipti ve inançları yüzünden İslam âlimleri tarafından küfrü ilan edilmiştir.[14] İnançlarına şunları örnek olarak söyleyebiliriz:

1)       İmamlar, âlemin dört illetidir.

2)       Usul-i Din dört tanedir.( Allah’ı tanımak, peygamberleri tanımak, imamları tanımak ve Rukn-i Rabi’; Rukn-i Rabi’, Şeyhiyye fırkasının şeyh ve büyükleridir.)

3)       Kur’an, Peygamber(s.a.a.)’in sözüdür.

4)       Allah, peygamberlerle tek bir şeydir.

5)       Şeyhiyye fırkasının şeyh ve büyükleri Rukn-i Rabi’(dördüncü esas)dir.

6)       İmam-ı Zaman, korkudan Hevr-u Galyayi âlemine kaçmıştır.

7)       Adalet, Şia mezhebinin usullerinden değildir. Ve…

Onun, kitaplarından birinde halifelere saldırması, Kerbela’nın saldırıya uğraması ve oradaki insanların öldürülmesine sebep olmuştur. Tabiî ki bu sırada sadece Şeyh Ahmet’in öğrencilerinden olan Seyit Kazım Reşti’nin evine zarar gelmemiştir. Her halükarda o, belli bir süre sonra o zamanlarda Osmanlı devletinin yönetimi altında olan Hicaza gitti ve oranın hâkimleri tarafından korumaya alınarak ihtirama tabi tutuldu.

O, 1241(h.k.) yılında yaklaşık seksen yaşlarında vefat etti ve ondan sonra da Seyit Kazım Reşti onun düşüncelerini yaymaya başlayarak “Keşfiyye” fırkasını kurdu.

Seyit Kazım Reşti 1212(h.k.) yılında doğmuş ve 1259(h.k.) yılında da vefat etmiştir. Yirmi yıl boyunca kendi takipçileri arasında Rükn-i Rabi’ olarak tanınmıştır. O, Hz. Mehdi(a.s.)’nin kendi aralarında olduğuna inanmakta ve insanları buna hazırlamak için de tebliğcilerini çevre bölgelere göndermekteydi.

Bu inanç yüzünden onun öğrencilerinden birisi olan Ali Muhammed Bab, kendisinin “Bab-ı İmam-ı Zaman” olduğunu iddia etmiştir. Tabiî ki o, sonraları bu iddiasıyla yetinmeyerek vaat edilen Mehdi’nin kendisi olduğunu iddia etmiştir.[15]

Bab, yazılarında bazen İslam Peygamberi(s.a.a.)’nin kıyamete kadar son peygamber olduğuna ve on iki imamlara, özellikle İmam-ı Zaman(a.s.)’a olan imanını açık bir şekilde söylemektedir. Ama sonraları kendi önünü açmak için, kıyamete kadar peygamber gelmeyeceği konusunda kıyametin gelmesinden maksadın kendisinin olduğunu eklemiştir.

Bahaîler arasında özel bir yeri olan ve vahiy olarak algılanan “Beyan” adlı kitabında, Hurufiler ve Nekteviler’den ne kadar da çok etkilendiği anlaşılmaktadır.[16] Bu yüzden de Şeyh Ahmet İhsani’yi takip etmiştir.

O, “Beyan” kitabını ebcet harflerine göre ve sayılara tatbik(19 sayısı) ederek yazmıştır. O, bu kitabında her yılı 19 ay ve her ayı da 19 gün olarak bilmektedir.[17] Kendisini ilk başlangıç ve Babullah(Allah’ın kapısı)[18] olarak tanıtmakta ve hayat harfleri olan(h+y=10+8) ilk on sekiz yaranını on dokuz kişiye ulaştırarak “Vahid”(bir) oluşturmaktadır. Çünkü vahid(bir) ebcet harflerine göre on dokuzla eşittir. O, bu yüzden Beyan kitabını birinci vahid, ikinci vahid ve… olarak ayırmaktadır.[19] Tabiî ki Beyan kitabının sonunda harflerin sözlük anlamlarında, 19 sayısının seçilmesinin sırrı hususunda şöyle gelmiştir: on dört masumlar İmam-ı Zaman(a.s.)’ın dört vekili ve Bab’la beraber 19 kişidirler. Ama eğer Bab’ın kendisinin vaat edilen Mehdi olduğu iddiasına bakacak olursak, sayı şifrelerinde bir eksiklik olduğu görülecektir ve bunu düzeltmek için de başka çareler düşünmeleri gerekecektir.

O, cenneti, cehennemi, sırat köprüsünü, teraziyi ve saati kendine göre yorumlamaktadır. Rice’t, imamet makamı, Allah’ın kendi veli kullarında zuhur ve hulul etmesi hususunda yaptığı açıklamalarda, Gulat, Karamite ve Şeyhiyye fırkalarından oluşan tabirler bulunmaktadır.[20] O, namaz, oruç ve kıble gibi İslam’ın bazı ahkâmlarını değiştirmiştir. Onun sunduğu ahkâmlara örnek olarak:

1) Eğer Babilerden birisinin hanımı hamile kalmıyorsa, hanımının hamile kalması için Babi kardeşlerinden birisinden yardım alması caizdir ama başkalarından yardım alması caiz değildir.[21]

2) İstimna(mastürbasyon) helaldir.[22]



[1] Yahya Nuri, Hatemiyyet-i Peyamber-i İslam, s: 62–63

[2] Daneşname-i Cihan-ı İslam, c: 4, s: 734, Mahmut Sadri’nin Makalesi  

[3] Mirza Hüseyin Ali’nin kendi kötü hedefleri için kullandığı Ali Muhammed Bab’ın öğretilerinden birisi de “Men Yezheruhullah”(Allah’ın ortaya çıkaracağı kimse) düşüncesidir. Daneşname-i Cihan-ı İslam, c: 4, s: 743

[4] Şevki Efendi, Karn-ı Bedi’, c: 3, s: 299

[5] Mekatib, c: 3, s: 347, Hatemiyyet-i Peygamber-i İslam(s.a.a.) kitabının 68’inci

sayfasından alınmıştır.

[6] O, Abd-ul Baha’nın kızının oğludur.

[7] Emri Haberleri Dergisi, Tir ayı sayısı 1333, İslam Dünyası Ansiklopedisi, c: 4, s: 742

[8]İslam Dünyası Ansiklopedisi, c: 4, s: 733- 744; Hatemiyyet-i Peygamber-i İslam(s.a.a.), s: 62–69  

[9] Rusya elçisinin, Baha”nın, Şah’ın memurlarına teslim edilmesinden sakındığı ve Sadrazama bir mektup yazarak onun korunmasını istediği rapor edilmiştir.( Dokuzuncu Risale, Abdülmecit Haveri, s: 387) Baha zindana düştüğü zaman elçi mahkemede şöyle söyledi: … ben bu şerefli günahsız insanı(Baha) Rusya devletinin koruması altına almak istiyorum. Eğer onun saçının bir kılına zarar gelirse, burası kan gölüne dönüşür.(Hatemiyyet-i Peygamber-i İslam(s.a.a.) kitabının ekleri, Mirza Hüseyin Ali’nin Rusya ile ilişkilerini ve onun Rus imparatoruna yazdığı mektubu gösteren belgeyle ilgili bölümü)

[10]Karn-ı Bedi’, c: 2, s: 49; İslam Dünyası Ansiklopedisi, c: 4, s: 735. Bu olayların belgelerini öğrenmek için, Hatemiyyet-i Peygamber-i İslam(s.a.a.) kitabının 109’uncu sayfası ve sonrasındaki senetlere başvurulabilir. Örnek olarak belirtilen kitapta Baha’nın Nikaloviç’e yazdığı mektubun metnine bakılabilir: “ Ey Rus padişahı! Allah’ın nidası Kudüs meleğini(Mirza Baha) duy ve cennete doğru koş, onun yerleştiği yere, ruhlar âleminde Hasani ve Melekût-i İnşa’da Tanrı olarak isimlendirilmiş kimseye, aydınlık aydınlıklar adını almış(Akka şehri), sakın nefsin seni, merhametli ve bağışlayıcı rabbine yönelmekten alıkoymasın. Gizlide rabbine söylediklerini duyduk ve bu yüzden benim inayet ve lütfüm kaynayıp rahmet denizi coştu ve sana hak üzere cevap verdik. Mutlaka rabbin âlim ve hekimdir. Zindanda ellerimiz ve kollarımız zincire vurulduğu bir zamanda, senin elçilerinden birisi bize yardım etmiştir. Allah-u Teala senin bu işinden dolayı sana, hiç kimsenin ulaşamayacağı yüce bir makam vermiştir…”

[11] Karn-ı Bedi’, Şevki Efendi, c: 2, s: 736.

[12]İslam Dünyası Ansiklopedisi, c: 4, s: 736.

[13]Hatemiyyet-i Peygamber-i İslam(s.a.a.), s: 78.

[14]Rahmetli Sahib-i Cevahir ve Şerif-ul Ulama Mazenderani ve… onun küfrüne dair fetva veren alimlerin bir kısmıdır.( Hatemiyyet-i Peygamber-i İslam(s.a.a.), s: 41.) 

[15] İntizar Dergisi, birinci sayı, yıl 1380(h.ş.), Cafer Hoşnevis, s: 240–250; Fırak ve Mezahib-i Kelami, Ali Rabbani Golpeygani, s: 336–342; Şeyhiyye fırkasını daha iyi öğrenmek için şu kaynaklara müracaat edilebilir: Şeyh Ahmet İhsani’nin hayatı, yazar Şeyh Ahmet’in oğlu; Tarih-i Nebil Zernedi; Şeyhiyye İtiraz, Muhammed ibn-i Seyit Salih Gazvini Musevi; Şeyhiyye, Babiyye ve Bahaîliğin ortaya çıkışının sırları, Muhammed Kazım Halisi; Keşf-ul Murad( Şeyhiyye inançlarının incelenmesi), Elif Hekim Haşimi.

[16] Hurufiler ve Nekteviler’in düşüncelerini öğrenmek için şu kaynağa müracaat edilebilir: Hatemiyyet-i Peygamber-i İslam(s.a.a.), s: 41–46.

[17] Beyan-ul Vahid-il Hamis, s: 18, tabiî ki geriye kalan dört günü de şükretme ve bayram olarak belirlemiştir. İslam Dünyası Ansiklopedisi, c: 4, s: 742.

[18] Babullah kelimesi yedi harften oluşmaktadır ve Ali Muhammed de aynı şekilde yedi harften oluşmaktadır.

[19]Hatemiyyet-i Peygamber-i İslam(s.a.a.), s: 52–53.

[20]Hatemiyyet-i Peygamber-i İslam(s.a.a.), s: 58.

[21] Beyan, sekizinci vahid’in on beşinci babı.

[22] Beyan, sekizinci vahid’in onuncu babı.

Diğer Dillerde Soru Tercümesi
Yorumlar
yorum Sayısı 0
Lütfen soruyu doğru giriniz
örnek : Yourname@YourDomain.com
Lütfen soruyu doğru giriniz
Lütfen soruyu doğru giriniz

Konusal Sınıflandırma

Rastgele Sorular

  • Yemek yemek için ev sahibinden izin almak gerekir mi?
    6842 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2011/02/14
    İslami açıdan insanın yemeğinin helal ve pak olmasının yanı sıra mubah da olması gerekir yani o yemeğin sahibi de razı olmalıdır ve biz de onun razılığını bilmeliyiz. Başkalarını malını izinleri olmaksızın kullanmak haramdır. Ancak bir kimse başkasını yemek için evine davet etmiş yemek sofrasını açmış veya bir bağ sahibi ...
  • Bu asırda kızları köleliğe çekmek caiz midir?
    6938 Eski Kelam İlmi 2011/10/23
    Her şeyden önce köleliğin İslam dini tarafından temelleri atılan bir kurum olmadığını, bilakis bu fenomenin İslam’ın doğduğu çağda dünyanın tüm bölgelerinde yaygın olan bir realite olduğunu bilmeliyiz. İslam köle sahiplerine ciddi bir zarar vermeksizin ve mevcut toplumsal dengeyi ani ve hızlı bir girişimle ortadan kaldırmaksızın imkânların elverdiği ölçüde ve ...
  • Çocukken bir defa kız kardeşimin sütünü içmiş olan amcakızım ile evlenebilir miyim?
    7868 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2010/12/22
    Bu sorunun kısa cevabı yoktur. Ayrıntılı cevap seçeneğini tıklayınız. ...
  • Allah gerçekleşmeden önce insan amelini nasıl bilmektedir?
    6359 Eski Kelam İlmi 2011/08/21
    Bizim için böyle bir sorunun meydana gelmesinin sebebi, Allah ile zaman arasındaki bağı doğru anlamamamızdır. Allah ezeli, ebedi ve zaman üstüdür; yani Allah zamanı kuşatmıştır ve onunla sınırlı değildir. Esasen Allah geçmişte gelecek hakkında bilgi sahibidir diye bir şey söylememiz doğru değildir; çünkü Allah için geçmiş ve gelecek diye ...
  • Eğer birisi ramazan ayında tutmamış orucunu bir sonraki ramazan ayına kadar kaza etmezse hükmü nedir?
    6682 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2015/09/14
    sorunuzun üç sureti var: biz mercii taklitlerin görüşlerini dikkati nazarda tutarak sorununuzun her bir suretini ayrı ayrı cevaplandırırız. Bir: eğer hastalıktan ötürü orucunu tutmamış ve hastalığı bir sonraki ramazana kadar devam etmişse, tutmamış oruçlarının kazası farz değildir ve her gün yerine yaklaşık on sir (750 gram) denkliğinde ...
  • Eğer bir kız ve erkek evlenmeyi kararlaştırırlarsa ve aralarında ilişki olursa, ama erkek ahdine vefa göstermez ve kızı terk ederse günah işlemiş sayılır mı?
    9322 Pratik Ahlak 2011/08/21
    İslam ahit ve anlaşma dini olup ahde vefa göstermeyi müminlerin alamet ve sıfatlarından biri saymaktadır. Peygamber-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurmaktadır: Müminler şart ve taahhütlerine bağlıdır.[1] Maalesef bazı insanlar bu önemli hususa bağlı değildir ve menfaat, heves ve arzularının ...
  • Ben hastayım ve cep haclığımı da babamdan alıyorum. Bunun dışında param yoktur ki orucumun kefaretini verebileyim, Acaba yine orucumun kefaret üzerimde farz mıdır? Bu senenin kefaret miktarı kaç tümendir?
    6170 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2012/03/14
    Fukahanın (fıkıh âlimleri) fetvası esasınca orucunu kasten (amdi olarak) ve her hangi bir mazereti olmaksızın yiyen bir kimse üç çeşit kefaretten birisini seçmek arasında muhayyerdir. Birincisi: Bir köle azat etmek. Günümüz dünyasında köle konusu mevcut olmadığından dolayı bu şık kendiliğinden devre dışı kalıyor.
  • İmam Ca'fer Sadık'a göre Kur'an karisinin özellikleri
    12688 Kur’anî İlimler 2011/07/19
    İmam Cafer Sadık (a.s) Kur'an karisi için bir takım özellikler ve vasıflar zikretmiştir. Bu cümleden şu vasıfları zikredilebilir: Ehl-i Beyt'in velayetini bilmesi, Kur'an'ı doğru okuması, Kur'an'ı okurken ondan etkilenmesi, abdestli olması, doğru bir kimse olması ve yağcılıktan uzak durması, Kur'an'a karşı tevazu ve huşu göstermesi, ilim öğrenmek yolunda çaba göstermesi, ...
  • Hangi surede hay ve kayyum sıfatları yer almaktadır?
    17459 Tefsir 2010/11/08
    Hay ve kayyum Yüce Allah’ın iki zatî sıfatıdır. “Hay” “diri” manasında ve “kayyum” da “zatıyla kaim olan ve başkalarının kendisiyle kaim olduğu varlık” anlamındadır. Bu iki sıfat beraber bir şekilde Kur’an surelerinin üç ayetinde yer almaktadır:1. Bakara suresi 255. ayet: “
  • Dinin afetleri nelerdir?
    12217 Din Felsefesi 2010/08/22
    Din, kendisinde hata, yanlış, hasar ve afetin yer alamayacağı kutsî ve ilahî bir olgudur. Hata ve yanlış yapma beşerî hususlarla ilgilidir. Din ve dindarlığın hasarlarını bilme bahsindeki hasar ve afet, dinin hakikatiyle ilgili değildir. Bilakis insanların dine bakış tarzları, insanın dini anlama ve telaki etme şekli, ...

En Çok Okunanlar