Gelişmiş Arama
Ziyaret
12597
Güncellenme Tarihi: 2012/05/09
Soru Özeti
Kur’an ve hadisler bakımından ihtiyari ölüm nedir?
Soru
Hakkında konuşulan ihtiyari ölüm nedir? Lütfen verilen cevapta kur’an’dan ve mevcut rivayetlerden istifade ediniz.
Kısa Cevap

İslami irfanda “mevt-i ihtiyari” teriminin asıl kaynağı ve mebdei İslam peygamberinin (s.a.a.) buyurmuş olduğu şu sözünün: “mutü kalbe en temutü”[i] ölmeden önce ölünüz” olduğunu söylemek mümkündür. Bu kelamda birinci olarak “ölünüz” denmekle “ölüm”, ihtiyari bir amel olarak ortaya atılmış ve ikinci olarak “ölünüz” denmekle zorunlu olan “ölüm” anlamındadır. Bu da herkes için kesin ve eceli geldiğinde tahakkuk bulacaktır.

Kur’anı kerimde de ihlas ve muhabbet iddiasında olanlar için açık bir unvan şeklinde defalarca ortaya atılmıştır. Ariflerin birçoğu bu ayetleri “ihtiyari ölüme” davet şeklinde yorumlamışlardır. Allah u Teâlâ kendisine âşık iddiasında bulunanları ona davet ettiğini söylerler ve bunu ilahi muhabbetin ölçüsü olduğunu bilmişlerdir. Pratik irfanda “iradi ölüm” için öncüller, mertebeler ve çeşitli dereceler zikredilmiştir. Zikredilen öncüller ve çeşitli dereceler salik olan kimseyi (Allaha doğru yolculuğa koyulmuş kimse) nihayetten kâmil ölüme vardırırlar. Ölüm için olan bu mertebeler şunlardır: “Mevtu’l- abyed”; Aclığı tahammül etmek ve kalpte nuraniyetin ve beyazlığın husul bulmasını ifade eder. “Mevtü’l – ahder”; Sade yaşamak ve fakirlik makamını ifade eder. “Mevtü’l – Ahmer”; Salikin kendi nefsiyle mücadele eder anlamını ifade eder. “Mevtü’l – Asved”; melamet ve malelleri, zorlukları ve dillerden kaynaklanan yaraları sırtında taşımak anlamını ifade eder. Arifler “ihtiyari ölüm” hakkında olan bu dört mertebelerin şerh ve açıklamalarında birçok konu açıklamışlardır. Bu açıklamalar kendilerine has olan yerlerde zikredilmiştir.

İrfansal makamlarından olup “ihtiyari ölüm” ıstılahının bir diğer yönüne işaret eden terimlerden bir başkası “hal’i beden” ıstılahıdır. Bu ıstılah şu anlamdadır ki salik (Allaha doğru yolculuğa koyulmuş kimse) ölümün ötesine gidecek ve cisim kendisi için bir elbisedir. İstediği her anda giyer ve istediği her anda çıkarır. Bu mertebede ruh, nefsin her çeşit arzu ve isteklerinden sıyrılmış özgür olmuş ve tecrit makamına ulaşmış ve nihayet olarak fena makamına varır.

 


[i] ALLAME MECLİSİ, “Biharu’l-Envar”, c. 69, s. 57.

 

Ayrıntılı Cevap

Mukaddime:

Ölüm ve özellikle “mevt-i itiyari” (iradeli ölüm) rivayetlerde, felsefede, irfanda ve muhtelif ilimlerde özel ıstılahlar ve manalar için istifade edilmiştir. Bunların tümü nihayette tek bir hakikate işaret ediyor ise de ama her birisi farklı yönlerden bu konuya değinmiş. Bunun yanı sıra “mevt-i ihtiyari” kendi başına mertebelere sahiptir. Hakeza öncül ve en son gayelere şamil gelir ve bütün bu mertebelere “mevt-i ihtiyari” unvanı ıtlak edilmiştir.

Temel itibariyle ölüm yaratılışta cari ve devam eden irfani bir hakikattir. Ölüm gerçeği (mevt-i ihtiyari) en yüksek irfansal ve fıtri sanat sayılmaktadır. Şu anlamdadır: Zahiri varlığından uzaklaşıp (fani olup) muhtelif mertebelerde daha iyi ve üstün bir hayatla baki kalmaktır. Bu durumun kendisi hayatın daha yüksek mertebelerine ve ilahi kamala doğru hareket eden varlık âlemindeki varlıkların yücelişi, fıtri hareketin ve seyrin temelidir. 

  1. Kuran ve Hadislerde Mevt-i İhtiyari:

 

İslami irfanda “mevt-i ihtiyari” teriminin asıl kaynağı ve mebdei İslam peygamberinin (s.a.a.) buyurmuş olduğu şu sözünün; “mutü kalbe en temutü[1] ölmeden önce ölünüz” olduğunu söylemek mümkündür. Bu kelamda birinci olarak “ölünüz” denmekle “ölüm”, ihtiyari bir amel olarak ortaya atılmış ve ikinci “ölünüz” denmekle zorunlu olan “ölüm” anlamındadır. Bu da herkes için kesin olan eceli geldiğinde tahakkuk bulacaktır.

Kur’anı kerimde de ihlâs ve muhabbet iddiasında olanlar için açık bir unvan şeklinde defalarca ortaya atılmıştır. “De ki: “Ey Yahudi akidesini benimseyenler! Bütün insanlar değil de, yalnız kendinizin Allah’ın dostları olduğunu iddia ediyorsanız, (bunda da) samimi iseniz haydi ölümü isteyin[2]

Ariflerin birçoğu bu ayetleri “ihtiyari ölüme” davet şeklinde yorumlamış ve Allah u Teâlâ, ben âşık olmuşum iddiasında bulunanları kendisine davet ettiğini söylerler ve bu çağrıya cevap vermeyi de ilahi muhabbetin ölçüsü olduğunu bilmişlerdir.

Başka bir ayeti kerimede bu konu münafık olan kimseler için ortaya atılmış ve şöyle denilmektedir: eğer Allah tarafından kendinizi öldürün şeklinde emir olunsa az bir kısım hariç hiç kimse bunu yapmaz. “Eğer biz onlara, “kendinizi öldürünüz veya yurtlarınızdan çıkın” diye yazmış olsaydık, içlerinden pek azı hariç, bunu yapmazlardı. Eğer kendilerine verilen öğütleri tutsalardı, elbette haklarında hem daha hayırlı, hem de (imanlarını) daha çok pekiştirici olurdu”.[3]

“Misbahu’ş- Şaria” adlı kitapta imam Cafer-i Sadık ölüm için hazır olmayı “sulukun” (Allaha doğru yapılan yolculuğun) birinci şartı olarak belirtmiştir. Hak yolunun salikine (yolcu) hitaben şöyle buyuruyor: “ey mümin bak! Eğer ölümün tahakkuk bulmasına razı bir hale sahip isen Allahın sana karşı olan tevfikine ve onun seni korumasına karşın şükür et. Ama eğer böyle bir hale sahip değilsen katı bir azametle bu durumdan (salik olmaktan) çık

Buna binaen hak yolunun salikinin iddiasını doğrulayan açık bir ölçü var olmaktadır. O da ölüm ile ünsiyet ve alışkanlık kazanmaktır. Ariflerin sultanı olan Hz. Ali (a.s.) bu alanda herkesin önündedir. Şöyle buyuruyor: “Allaha kasem ederim! Ali’nin ölüme olan ilgisi süt emen çocuğun annesinin memelerine olan ilgisinden daha fazladır”.[4]

Gerçeklikte bu kişiler önceden ölmüşlerdir. Artık yokturlar. Hepsi aşkın jiletiyle öldürülmüş. Batini şehitlik makamına varmışlardır; zira dost olan kimsenin eliyle öldürülmek düşmanın eliyle öldürülmekten daha üstündür. Kudsi bir hadisi şerifte şöyle nakledilmiştir: “Beni arayan bulur, beni bulan tanır, beni tanıyan sever ve aşık olur, bana aşık olana bende aşık olurum, aşık olduğum kimseyi öldürürüm, öldürdüğüm kimsenin diyesi benim üzerimdedir, diyeti üzerimde olan kimsenin diyeti ben kendinim”. 

  1. “Mevti iradi” için ariflerce çeşitli öncüller ve çeşitli mertebeler zikredilmiştir. Bu öncül ve mertebeler nihayi olarak saliki (Allaha doğru yolculuğa koyulmuş kimseyi) kâmil olan ölüm makamına yetiştirir. Ölüm için zikredilen bu mertebeler şunlardır.
  1. Mevtü’l- Abyed (beyaz ölüm)”; bu ölüm türü kalbin nuraniliğini ifade eder.
  2. Mevtül-Ahder1(yeşil ölüm”); bu ölüm türü sade yaşamayı, sade giyinmeyi ve ihtiyari fakrı ifade eder ki can ve ruhun yeşilliği ondan kaynaklanıyor.
  3. “Mevtü’l-Ahmer (kırmızı ölüm)”; bu ölüm türü salikin nefsiyle savaşmasını ifade eder ki büyük cihat olarak da nitelendirilmiştir. Cihatta ölmenin gereksinimi kanın dökülmesidir. Bu nedenden dolayı ona mevti ahmer (kırmızı ölüm) denilmiştir.
  4. Mevtü’l-Asved (siyah ölüm)”; bu ölüm türü melamet ve noksanlıkları, zahmetlerin ve dilden kaynaklanan yaraları tahammül etmeyi ifade ediyor.[5]    

Bu dört ölüm şekillerinin daha doğru beyanı şöyledir: Salik (Allaha doğru yolculuğa koyulmuş kimse) canından vazgeçmediği (mevt-i evvel) sürece canana varamaz. Ebedileşemez. Ekmekten geçmediği sürece (ikinci ölüm) doyma ve kanat makamına varamaz ve lezzeti tadamaz. İsminden, haysiyetinden ve sosyal konumundan geçemediği sürece (siyah ölüm) zati kimliğine ve vücudun anlamına varamaz. Aziz ve sevdiklerinden geçmediği sürece (beyaz ölüm) kalp ehli olamaz.[6]

Arifler gerçekte dünya ve dünyada var olanlardan kâmil bir şekilde arınmanın yolu olan ölüm hakkında zikredilen bu dört mertebeyi geniş bir şekilde açıklamışlar.

  1. Hal’i beden (bedeni çıkarmak):

İrfansal makamlarından olup “ihtiyari ölüm” ıstılahının bir diğer yönüne işaret eden terimlerden bir başkası “hal’i beden” (bedeni çıkarma) ıstılahıdır. Bu ıstılah şu anlamdadır ki salik (Allaha doğru yolculuğa koyulmuş kimse) ölümün ötesine gidecek ve cisim kendisi için bir elbise konumuna gelir. İstediği her an giyer ve istediği her an kenara atar. Arif bu makamda temel itibarıyla kendi cisminin ötesindedir.

Herkes den daha fazla bu terimi kullanan Şeyh-i İşrak şöyle diyor: “Bedeni kendisi için bir gömlek gibi bazen çıkaracak ve bazen de giyecek haline gelmeyen ve sonra kendi isteğiyle her an nura doğru yücelemeyen hiçbir insan “hekimi ilahi”lerden sayılamaz”. [7]

Başka yerde şöyle nakledilmiştir: “İrfansal meleklerin en büyüğü ölüm meleğidir. Öyle ki müdebbir nuru (ruh) kâmil bir şekilde bedene taalluk olduğu halde karanlıklardan (zulümatlardan) ayrılıyor. Böyle olduğu halde nur âlemine varır ve kahir olan nurlara asılır. Bütün nurani hicapları görür.[8]

Bu ibarelere benzer ibareler “şabaniye” duasında da gelmiştir: “İlahi! Sena yönelik olan teveccühümü kamil kılarak bana (kemalel inkita’ı) ikram et…öyle ki kalbi görmeler nurani hicapları yırtıp büyüklüğün azametine ulaşsın ve bizim ruhlarımız senin kudsi izzetine asılsın”.[9] Burada zikretmeye şayandır ki yeni irfanların çoğunda ve ruhi ilimlerde ruhun beden den ayrılması bir hedef olarak gözetlenmektedir. Bu ilimler ıstılahında “birun efkeni ruhi” veya “seferi ruhi” (ruhsal yolculuk) denilmektedir. Felsefe ve irfana göre ve İslami ilimlerde bu fenomen, asıl itibariyle “misali bedenin maddi cisimden” ayrılmasıdır.

Ruhun çıkmasında ruhu taşıyan misali beden kişinin kendi iradesiyle uykuya benzer bir halette veya onun iradesi olmaksızın ve başka bir kimsenin telkin etmesiyle maddi beden ayrılıyor. Ama bu fenomenin tersine “hal’i beden” meselesi İslami irfanda ruhun ihtiyari olarak bedene olan ihtiyacı ortandan kalkacağına işaret etmektedir.[10] Bu ihtiyaçsızlık bazen saniyeliktir, bazen tekrarlanır ve bazen de daimi bir şekilde gerçekleşir. Seyru sülük’ten olan bu mertebe nefsin tezkiyesinde açılan merhaleler eserinde (müteakiben) tahakkuk bulur. Kendi kendine veya başka kimselerin yapmacık ilkalarıyla kendinde bazı gaybi konuları icat etmek ise İslami irfanın söyleyişi haricindedir.[11]

Yapılan açıklamalara göre “mevti ihtiyari” ve nihayetinde “hal’i beden” gibi konular İslami irfanda ruhun kamil bir şekilde nefsani arzulardan kurtulması ve nefsin kamil bir şekilde tecrit bulmasıdır ki nihayi olarak “fena” makamına varacak olmasıdır.

 


[1] ALLAME MECLİSİ, “Biharu’l-Envar”, c. 69, s. 57.

[2] Cuma, 6.

[3] Nisa, 66.

[4] Vellahi li ibni Ebi Talip anesun bil mevt mine’t-tıfli bi suda ummihi”, (ALLAME TABATABAİ, “Biharu’l-Envar”, c. 71, s. 5.)

[5] HASAN ZADE AMULİ, “Şerh-i Uyun-i Mesaili’n-Nefs”, s. 154. (Alıntı yapılmış).

[6] HANCANİ,  Ali Ekber, حکمت نوری (اشراق) fasl-i mergi sefid (kıyamet-i dıl”, s. 41.

[7]Şerh-i hikmet-i işrak”, Tahkik: Abdullah NURANİ-Mehdi MUHAKKIK, Tahran: Encümen Asar ve Mefahir-i Ferhengi, 1383, s. 4. 

[8] A.g.e., s. 531.

[9]Biharu’l-Envar”, c. 91, s. 97.

[10] Buna binaen “birun efkeniyi ruhi” (ruhun bedenden ayrılması) ruhi bir fenomen olarak kendiliğinden ve “nefsi tezkiye” bağlamında yapılması gereken merhaleler yaşanmadan manevi tekamülde hiçbir etkisi olamaz. –her ne kadar bu iş birçok salikler için gerçekleşiyor ise de-. “Hal’i beden” ve “ihtiyari ölüm” kelimenin gerçek anlamıyla “birun efkeni ruhi” meselesinin ötesinde olan bir şeydir. Zira bu (“Hal’i beden” ve “ihtiyari ölüm”) arifte vücutsal kemal bağlamında hasıla gelen değişiklik ve tebdilliktir ki onu külli bir şekilde cismin ötesine götürüyor. Bu nedenle maddi olan beden nurani bir bedenin tecelli bulmasıyla rakik (ince) bir perde hükmündedir. Her an onu terk edebilir. İşte bu durum irfani olan büyük bir menzilettir ki şeyhi işrak onu “hal’i beden” olarak adlandırmış ve hekimlerden çok az bir kısım bu makama sahip olduğuna inanıyor. 

[11] Korku ve azapla beraberlik yapması mümkün olan ruh ile cisim arasında gerçekleşen ikilem dolayısıyla bu haletin meydana gelmesi ve pratik olarak hastalığa tebdil olan şey irfani makamların haricinde sayılan bir durumdur.

 

Diğer Dillerde Soru Tercümesi
Yorumlar
yorum Sayısı 0
Lütfen soruyu doğru giriniz
örnek : Yourname@YourDomain.com
Lütfen soruyu doğru giriniz
Lütfen soruyu doğru giriniz

Konusal Sınıflandırma

Rastgele Sorular

  • Sevgi ve muhabbetin önemi ve sınırları nedir?
    2672 Hadis 2020/01/19
  • İnsanlar yaratılırken (dünyaya gelip gelmemede) seçme hakları olmuş mudur? Nasıl?
    25835 Eski Kelam İlmi 2012/11/17
    İnsan kendi yaratılışında mecburdur ve dünyaya gelmede hiçbir rolü ve etkisi bulunmaz. Lakin yaratıldıktan sonra özgür ve irade sahibidir. Elbette insanın mutlak şekilde irade sahibi olduğuna inanan Mutezile mütekellimlerinin bakışı ve insanın fiil ve amellerinde bile mecbur olduğuna inanan Eşa’ire mütekellimlerinin bakışının tersine İmamiye Şiiliği insanın yaratıldıktan ...
  • Bir amelin mustehap oluşunda ölçü nedir?
    6929 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2011/07/19
    Teklifi hükümler beş tanedir: Farz, haram, mustehap, mekruh ve mubah. Bu kısımlar her işin gerçek manada maslahat veya zararıyla ilişkilidir. Yani bir işi yapmak veya terk etmekte olan maslahat veya zararın azlık veya çokluk derecesi o işin hükmünü belirler. Açıktır ki işlerdeki maslahat derecesini bilmek genelde insan için mümkün olmadığına ...
  • Acaba Allah’tan başka kimse gayb ilminden haberdar olabilir mi?
    13130 Eski Kelam İlmi 2009/05/13
    Gayb, bir şeyin duyu organlarına ve idraka gizli olması ve şahadet de aşikâr olması anlamına gelmektedir. Bir şeyin bir kimse için gayb ve bir başka kimse için de aşikâr olması mümkündür. Bu konu o kimsenin varlığının sınırına bağlıdır. Ama Allah’tan başka diğer bütün varlıkların kapsamlarının sınırlı olmasını ve sadece Allah’ın ...
  • İslam dini tüketüm için hangi olguyu sunmaktadır?
    3410 اسراف و تبذیر 2019/10/09
  • Bazı ruhların başka bir bireyin varlığına girmesi mümkün müdür? Aynı şekilde savunma ışınları nedir?
    6794 Teorik İrfan 2012/09/24
    İslam mektebinde hulul ve reenkarnasyon meselesi ahiret, cennet ve cehennemi inkar etmeyi getirmesi nedeniyle reddedilmiştir, ancak ruhların varlığını idrak etmek ve bir tür onlar ile irtibata geçmek her ne kadar tavsiye edilmemişse de imkan dâhilindedir. Aynı şekilde bireyin içinin ıslah edilmesi ve bu tür fenomenlerin ortaya çıkmasının ...
  • Ehli kitabı öldürmekle irtibatlı olan tevbe suresinin 29. ayetini nasıl tefsir ediliyor?
    6105 Tefsir 2015/04/19
    kuranı kerimedeki ayet şöyledir: “Kendilerine kitap verilenlerden Allah'a ve ahiret gününe iman etmeyen, Allah'ın ve Resulünün haram kıldığını haram saymayan ve hak din İslâm'ı din edinmeyen kimselerle, küçülerek (boyun eğerek) kendi elleriyle cizyeyi verinceye kadar savaşın”.[1] Ayeti kerimede savaş anlamını veren “katilu” kelimesi öldürmek ...
  • Zikir nedir ve türleri nelerdir?
    16609 Pratik İrfan 2012/09/24
    Zikir ve Allah’ı anmanın birçok ruhi ve ahlaki yapıcı etkisi vardır ve bunun karşısında Allah’ın kulunu hatırlaması, kalbin aydınlanması, kalp huzuru, Allah’a itaatsizlik etmeden korkmak, günahların bağışlanması ve ilim ve hikmet bunlardan sayılır. Genellikle zikir kalpsel ve dilsel olarak iki türe ayrılır. Dille yapılan zikre “vird” de ...
  • arapça dilinin en kamil dil olduğuna dair delil var mıdır?
    7675 Kur’anî İlimler 2011/03/01
    Arapça dilinin kuran dili olarak seçilmesi elbette ki bu dilin değerli ve şerefli olmasına neden olamuştur. Ancak arapça dilinin kamilliği kuranın kamil olduğ için değildir. Lügat ve kavramdaki genişliği, dilsel sisteminin mühkemliği, türlü tabirlere haiz olması, irabı (kelimenin cümledeki farklı konumlarını belirtilmesi içun son harfının üzerindeki ...
  • Vahdeti vücuttan kastedilen nedir?
    10897 İslam Felsefesi 2010/03/03
    Arif ve hakimler, vahdeti vücutla varlık aleminin bütününün Allah olduğunu kastetmezler; zira bütünün gerçek bir varlığı ve birliği yoktur, aynı şekilde vahdeti vücut, Allah ile varlıkların birlikteliği anlamında da değildir, nasıl ki tecafiden / gayri ve ayrılıktan maksat bir makamdan diğer bir makama bürünmek değildir; belki vahdeti ...

En Çok Okunanlar