Gelişmiş Arama
Ziyaret
14723
Güncellenme Tarihi: 2012/05/15
Soru Özeti
İlm-i usul’ün fayda ve önemi ne kadardır? Va’zetme, istishabın bazı türleri vb. gibi konulardan bahsetmek gerekli midir?
Soru
İlm-i usul faydalı mıdır? Onun fayda ve önemi ne kadar ve ne ölçüdedir? Va’zetme, istishabın bazı türleri vb. gibi konulardan bahsetmek ve bunlar hakkındaki çeşitli görüşleri ele alıp incelemek ihtiyaç mıdır, herhangi bir sonucu var mı?
Kısa Cevap

Fıkıhın ihtiyaç duyduğu bazı ilimler vardır; onlardan biri ‘Usul’ ilmidir. Bu açıdan bakıldığında ‘Usul’ ilminin öneminin fıkhtan kaynaklandığı görülecektir. Fıkıhın İslami öğretilerde, insanın bireysel ve toplumsal yaşamında üstün bir yeri olduğu gibi onun mukaddimesi olan Usul’unda aynı ölçüde yücelik ve değeri vardır. Fıkıh, yaşamın sorunlarını hallettiği sürece canlı ve dinamiktir. Usul ise fakihlik yolunun zorluklarını giderdikçe canlıdır. ‘Yaşam’, ‘fıkıh’ ve ‘usul ilmi’ arasındaki denklem ile fıkıh, yaşamın boyutlarının genişliği ve karmaşıklığı ölçüsünde yaygın olacağından usul ilmi de o ölçüde değişime uğramalıdır.

Alimlerinin dediğine göre Usul ilmi, İstishap, Beraet, İhtiyat vb. gibi fıkıh için faydalı ve uygulamalı konuları içermesine rağmen bazı konularının pek fazla faydalı olduğu söylenemez. Zira ya hiç bir faydası yoktur veya faydası çok azdır. Her ne kadar böylesi faydası az olan konuların geçmişte yahut başka ilimler için faydası olsa da fakihin onların yerine koyacağı başka yollar vardır. Usul ilminde Va’zetme, Sahih, Umum vb. gibi başlıkların yerine Örf, Zaman ve Mekan gibi şer’i hükümlerin çıkarılmasında anahtar rolündeki konuların dağınık değilde geniş ve bağımsız olarak yerleştirilmesi gerekir.

Ayrıntılı Cevap

Cevabın anlaşılabilmesi için konuyu birkaç bölüm halinde inceleyeceğiz:

a) Fıkhın ihtiyaç duyduğu bazı ilimler vardır; onlardan biri ‘Usul’ ilmidir. Usul ilminde ele alınan kaideler, şer’i hükümlerin çıkarılmasında rol oynamaktalar.[1] Başka bir ifadeyle usul ilmi hüküm çıkarmanın veya fıkıhın mantığıdır.[2] Yani şer’i hükümlerin çıkarılmasının mantığı, fakahet ve içtihadında kaideleridir.

b) Usul İlminin Önemi

Usul ilmi’nin fayda ve önemi fıkıhın öneminden kaynaklanmaktadır. Fıkıhın, İslami öğretilerde, insanın bireysel ve toplumsal yaşamında önemli bir yeri olduğu gibi onun mukaddimesi olan Usul’unda aynı ölçüde önemli bir yeri vardır. Fıkıh, yaşamın sorunlarını hallettiği sürece canlı ve dinamiktir. Usul ise fakihlik yolunun zorluklarını giderdikçe canlıdır.

Belirtmek gerekir ki Usul İlmi, bir fakihin önem vermesi gereken ilimlerden olduğundan, faydalı olduğu ölçüde önem kazanmaktadır. Yoksa bütün fıkıh ve fakahetin ona bağlı olması diye bir şey söz konusu değildir. Bir fakih, fıkıhı fıkıh için değil, yaşam ve onun durağanlığını gidermek ve irtica şebekesinin ağına düşmesine engel olmak için fıkıhın yanı sıra hadis, mantık, felesefe, irfan gibi diğer ilimleride bilmek zorundadır.

İmam Humeyni (r.a) buyuruyor: ‘Fıkıh, beşikten mezara kadar insanı gerçek ve tam olarak idare edecek teoridir.’[3]

Fıkıh eğer misyonundan uzaklaşırsa veya misyonunun sadece bir kısmını yerine getirirse değeri düşer. Usul ilmi de kendi başına bir ilim olarak düşünülür, konularını çoğaltır, fıkıhla aynı seviyede düşünülmez, fıkıhın ihtiyacı duyduğu konulara eğilmez ve fıkıhın zorluklarını gidermezse önemini yitirmiş olur. ‘Yaşam’, ‘Fıkıh’ ve ‘Usul İlmi’ arasındaki denklem ile fıkıh, yaşamın boyutlarının genişliği ve karmaşıklığı ölçüsünde yaygın olacağından Usul İlmi de o ölçüde değişime uğramalıdır.

Buna göre, fıkıh geliştikçe Usul İlmi için yeni ihtiyaçlar doğabilir veya bazı konularına ihtiyaç kalmayabilir. Usuli konuların tümünün her dönemde geçerli olacağı söylenemez. Vahid Behbehani’nin bazı öğrencilerinin sorularına verdiği cevap neticesinde Usul’da ortaya çıkan ‘İnsidad’[4] gibi konular,[5] yine İbn-i Kubba’nın ‘Sebebiyyet’ ve onun çürütülmesinin cevabı,[6] Hakikat-ı Şer’iyye, İştirak, Zıt, Vacibin Mukaddimesi konuları hicri 11. yy.’dan itibaren Usul İlmine girmeye başladı.[7] Bu tür konular galiba ihtiyaçtan dolayı ele alınmaya başlandı ki daha önceleri ya hiç yoktu veya çok az söz konusu idiler.

Bütün bunların sırrı büyük usul alimlerinden olan Merhum Ahund Horasani’nin sözlerinde gelmiştir. O, fıkıh ve içtihadın Usul’a olan ihtiyacının değişken, zaman ve çeşitli konulara göre farklılık arzettiği konusunda şöyle diyor: ‘Fer’i hükümlerin deliller yoluyla çıkarılmasında Usul İlmine ve konularına baş vurmaktan başka çare yoktur. Bu zorunluluk ahbari ve usuli için eşit seviyededir. Evet, usul ilmine olan ihtiyaç fıkıh konularına, zamanın şartlarına ve fakihin özellik ve yeteneklerine göre değişebilir. Bu yüzden 1. ve 2. yüzyıllardaki içtihadın Usula olan ihtiyacı daha azdı; sonraki dönemlerde ortaya çıkan bazı konulara o dönemde ihtiyaç yoktu.’[8]

Ayetullah Burucerdi’nin (r.a) Usul İlmini ders verme yöntemi hakkında şöyle anlatılmaktadır: ‘Şianın önderliği ve ilim havzalarının yetkisi büyük taklit merciliği Ayetullah Burucerdi’ye geçtiğinde Usul İlmi dersini verdiği zaman gereksiz konuları geçer, konunun dışına çıkmaz, sadece önemli olanların dersini verirdi... Kısacası Usul İlmi dersini verirken doğru bir yöntem uygulardı.’[9]

İmam Humeyni’nin (r.a) bu konudaki görüşü şöyledir: ‘Gerçek şu ki ahbariler Usul İlmine karşı gelme konusunda ifrat ettiler. Nitekim Usul’a fazla önem vermek ve onu kendi başına tam bir ilim olarak görmek ve ömrü onun neticesiz konularında sarfetmekte tefrittir. Bu ilime dikkatleri fazla vermenin akılı güçlendirdiği ve insanın kılı kırk yarmasına neden olduğu görüşü geçerli bir özür değildir. Buna göre ömrünün kadrini bilen faydasız işlerle uğraşmaz, geçimi ve meadı için çaba gösterir, istinbat için yeterli ölçünün peşinde olur, fazlalıkları kenara bırakır.’[10]

Dolayısıyla birisi, yaşamın yeni olaylarının ve fıkıh meselelerinin çoğalıp geliştiği asırda usul ilminin ‘Tenkih’, ‘Tashih’ ve ‘Tehzip’e ihtiyacından bahsederse büyük günah işlemediği gibi geçmiş alimlerin de yolundan gitmiş olur.

c) Usul İlminin Fazlalıkları

Bu bölümde Usul İlminde tashih ve tehzibin nasıl olacağını anlatma peşinde değiliz. Bu mesele ayrıca ele alınmalıdır. Ama genel olarak diyoruz ki: Fazlalık olan, faydasız ve neticesi az olan Usul konularının yerine fıkıhta önemli ve yol gösterici konular işlenmelidir.

Usul İlmi alimlerinin dediğine göre bu ilimde fazlalık olan, hiç bir neticesi olmayan faydasız veya faydası çok az olan konular vardır. Her ne kadar böylesi faydası az olan konular, geçmişte yahut başka ilimler için yararlı olsa da fakihin onların yerine uygulayacağı başka delillerde vardır. Aşağıda buna birkaç örnek getiriyoruz:

1- Tehir şartı, yine ‘İlmin mevzusu’, ‘Cami-i Sahih-i ve A’ammi’, ‘Talep ve İrade’, ‘Müştak, bileşiksiz midir yoksa bileşik mi?’ ve bunlar gibi daha onlarca meselelerin tümü Usul ilminden kaldırılmalıdır. Zira içtihadi fıkıhta ve ortaya çıkan meselelerin hükümlerini istinbat etmekte hiç etkileri yoktur. Bu gibi konuların Usul İlmine girmesinin nedeni şu felsefi kaidelerden kaynaklanmaktadır: ‘İllet (neden), bütün kısımlarıyla malul (sonuç) için mukaddime olmak zorundadır.’ Halbu ki bu kaide illet ve malul alanında doğal ve hakiki konular için geçerlidir. Bu kaidelerin kanun koyma gibi itibari olan alanına getirmek hakikatten sapma ve konuları birbirine karıştırmaktır.[11]

2- Kaldırılması gereken konulardan bazılarıda şunlardır: Va’zetmenin tarifi ve kısımları; kelimenin, ‘bi’l-vaz mıdır yoksa bit’tab mı’ şeklinde, vaz’edildiği şeye uygun yerde kullanılması; lafızların manalarının karşısında va’zedilmesi acaba ‘kendisi olduğu’ için mi yoksa ‘lafızların kastedildiği şey’den dolayı mıdır; bileşikler, başlı başına mı va’zedildiler; lafzın koşulsuzluğu ve iradenin türü veya onun sınıf yahut şahsı ve harfi manaları, lafzın beş hali, bir lafzın birden fazla manada kullanılması vb. konuların şer’i hükümleri istinbat etmede hiç etkileri yoktur.[12]

3- Hakikat-ı Şer’iyye: Merhum Naini bu konuda şöyle diyor: ‘Bu konunun faydası yoktur. Zira araştırmaya göre gerçekte kanun koyucunun hitap ve sözlerinde şüphe yok ki onun kullanılmasında şüpheye düşelim ve bu kaideyle onu giderelim.’[13]

İmam Humeyni’ye göre de bu konu faydasızdır. Çünkü fıkhi belgelerde gelen kullanımlarda da bu manalar kastedilmiştir.[14]

d) Usul İlminin Önemli Konuları

Fıkıh ve Usul’da istinbat sorunlarını halledecek önemli ve anahtar nitelikte konular vardır. İstishap, Beraat, İhtiyat vb. bunlardandır. Ama bu anahtarların tedvin ve tahkik ilmi olan Usul İlminde ya yerleri yoktur ya da dağınık olarak ele alınmıştır. Usul ile fıkıhı aynı yöne yönlendirmek için bu başlıkların Usul araştırmalarında özel bir yere sahip olmaları gerekir. Aşağıda onlardan bazılarını getiriyoruz:

1- Akillerin Sireti: Usul alimleri bu konuyu ya ayrı bir başlıkta ele almamışlar ya sadece işaret edip geçmişler yahut çok az kimse onu işlemiştir. Bu yüzden bu konuda birçok belirsiz yön vardır.

2- Örf: Örfün fıkıh ve hukuk kanunlarını çıkarmadaki konumu, başlı başına kitapları gerektirirken Şia’nın Usul ve fıkıhında da geçerliliği vardır. Bununla birlikte Usul-i Fıkıh’ta her ne kadar az bahsedilmişse de onda ayrıca ele alınmamıştır.

4- İstibnatta Zaman ve Mekan: Gerçekcilik ve zamanın gereklerinin etkisini eski fakihlerin içtihat ve istinbatlarında görebiliriz. Bu meselenin fakih açısından şer’i hükümlerin istinbatındaki etkisini kabul etmeyi iki merhalede ele almak gerekir:

a) Masumun (a.s) Sözlerini Anlamakta: Zira Masumların (a.s) bazı emirleri, kalıcı bir kaide olarak değil, zaman ve mekanın durumuna göre söylenmiştir. Bu yüzden fakihin böyle rivayetleri anlaması yol gösterici olacak ve birçok fıkhi çelişki ve nizayı halledecektir.

b) Günümüz Şartlarına Uygulanması: İmam Humeyni bu konuda şöyle buyuruyor: ‘Bana göre havzalardaki derslerin tahkik ve tahsili geleneksel ve ‘Cevahir’ içtihadı üzerine olmalıdır ve onun dışına çıkmak caiz değildir. Bu metotla olan içtihat doğrudur. Ama bu, İslam fıkhının dinamik olmadığı manasına gelmez. Zaman ve mekan içtihatta belirleyici rol oynamaktalar... Müçtehidin zamanının meselelerine vakıf olması... Camî’ müçtehidin özelliklerindendir. Bir müçtehit yüce İslam toplumunu, hatta gayri islami toplumu yönlendirme zeka, akıl ve ferasetine sahip olmalıdır. Bir müçtehide yakışır şekilde ihlas, takva ve zühdün yanı sıra müdür ve müdebbirde olmalıdır. Yönetim gerçek bir müçtehidin gözünde bütün fıkıhın, insan yaşamının bütün yönlerinde ameli felsefesidir. Yönetim, fıkhın ameli yönünün, toplumsal, siyasi, askeri ve kültürel sıkıntıların tümünü gösterir.’[15]

İçtihat ve fakahette tek taraflı olmanın zararlarından biri toplumun zaman ve mekan gerçeklerine dikkat etmemeleridir. Başka bir ifadeyle ayetleri ve rivayetleri toplumun gerçeklerine göre uygulamamaktır. Halbu ki bu uygulamanın kendisi usul ilminde fakihlerin bazı fıkıh hükümlerini istinbat etmede uzun yıllar geçerli olabilecek ve faydalanılacak kaideler çıkarabilir.

Sonuç şu ki şaibesiz ve gerçekleri perdelenmemiş bir din, gerçek manada içtihat temelleri üzerine kurulursa beşerin yaşamında uygulanabilir. Böyle bir şeyde ilm-i usul gibi doğru, kapsamlı ve fıkhla uyumlu ön hazırlık ilimleri ile ancak gerçekleşebilir. Müçtehit ise, dini doğru anlamak için bütün düşünce yetenek ve gücünü özgürce kullanan, büyük bir sabırla bütün Usul kaidelerine, dini dayanaklara ve şer’i delillere ihatası olan, ilahi hükümleri akıl ve mantık ölçülerinde ve kişisel hiç bir şeyi karıştırmadan çıkaran ve büyük bir cesaret ve özgür iradeyle onu söyleyen kimsedir.

 


[1] -Muzaffer, Muhammed Rıza, Usul-u Fıkh, c.1, s.5, İntişarat-ı İsmailiyan, Kum, Bi Ta.

[2] -Hoi, Seyyid Ebu’l-Kasım, Dirasatun Fi-İlmi’l-Usul, c.1, s.6, Müessese-i Dairetu’l-Maarif-i Fıkh-i İslami, Kum, HK. 1419.

[3] -İmam Humeyni, Sahife-i İmam, c.21, s.289, Müessese-i Neşr ve Tanzim-i Asar-ı İmam Humeyni (r.a), Tahran, Bi Ta.

[4] -Yani aklın, mutlak zannın hücciyetine ilim ve ilmi babın kapanması babındaki hükmü; bkz: Şeyh Ensari, Feraidu’l-Usul, c.1, s.184, Defter-i İntişarat-ı İslami, Kum, Bi Ta; Haydari, Seyyid Ali Taki, Usulu’l-İstinbat, s.203, Neşr-i Şuray-ı Müdiriyet-i Havza-i İlmiyye-i Kum, HK.1412.

[5] -Cennati Şahrudi, Muhammed İbrahim, Edvar-ı Fıkh ve Beyan-ı Keyfiyet-i An, s.467, Bi Ca ve Bi Ta.

[6] -Mirza Reşti, Bedaiu’l-Efkar, s.421, Müessesetü’l-Ali’l-Beyt (a.s), Kum, HK.1313; Naini, Muhammed Hüseyin, Ecvedu’l-Takrirat, c.1, s.203, İntişarat-ı Mustavafi, Kum, HŞ.1368; Şehid Sadr, Seyyid Muhammed Bakır, Buhusun Fi’l-İlmi’l-Usul, c.2, s.163, Müessese-i Dairetu’l-Maarif-i Fıkh-i İslami, Kum, HK. 1417.

[7] -Zira bu konular geniş bir şekilde Hasan b. Zeynuddin’in (H. 959-1011) ‘Maalimu’d-Din’ adlı eserinde bahsedilmiştir.

[8] -Muhakkik Horasani, Kifayetu’l-Usul, s.468, Müessesetu’l-Ali’l-Beyt (a.s), Kum, H.1409.

[9] -Burucerdi, Seyyid Hüseyin, Nihayetu’l-Usul, Takrir: Muntezeri, Hüseyin Ali, s.7-8, Neşr-i Tefekkür, H.1415.

[10] -İmam Humeyni, er-Resail, c.2, s.97-98, az bir özetle, İntişarat-ı İsmailiyan, Kum, H.1385.

[11] -Edvar-ı Fıkh ve Keyfiyet-i Beyan-ı An, s.492.

[12] -a.g.e. s.467.

[13] -Ecvedu’t-Takrirat, c.1, s.33; Hoi, Seyyid Ebu’l-Kasım, Muhaziratun Fi’l-Usul, c.1, s.134, İntişarat-ı Ensariyan, H. 1417.

[14] -İmam Humeyni, Tehzibu’l-Usul, c.1, s.46, İntişarat-ı İsmailiyan, Kum, H.1382.

[15] -Sahife-i İmam, c.21, s.289.

 

Diğer Dillerde Soru Tercümesi
Yorumlar
yorum Sayısı 0
Lütfen soruyu doğru giriniz
örnek : Yourname@YourDomain.com
Lütfen soruyu doğru giriniz
Lütfen soruyu doğru giriniz

Konusal Sınıflandırma

Rastgele Sorular

  • Bedensel esenlik sırrını nasıl araştırabiliriz?
    7666 Yeni Kelam İlmi 2011/08/21
    Allah tarafından konulan tabiat kanunları bu dünyada hiçbir insanın baki kalmamasını ve değişik nedenlerle ve bu cümleden olmak üzere bedensel esenliği kaybederek dünyayı terk edip ebedi âleme geçmesini muayyen kılmıştır. Öte taraftan her ne kadar peygamberler ve imamlar (a.s) bir takım özel durumlarda Allah’ın izniyle hastalara (sadece Allah’ın evliyalarının ...
  • Bahailik konusu ve onların tarihi hakkında bilgi verebilir misiniz?
    11742 Eski Kelam İlmi 2008/02/16
    Bahailik fırkasının kurucusu, Mirza Hüseyin Ali Nuri’dir. O, Muhammed Bab’ın, Molla Hüseyin Beşruyeyi’nin tebliği vesilesiyle ortaya çıkmasından sonra Muhammed Bab’ın anlayışına yönelerek onun görüşlerini kabul etmiştir. Muhammed Bab’ın ölümünden ve onun yerine geçen kardeşi Yahya Subh-u Ezel’i kabul etmemesinden sonra Muhammed Bab’ın, zuhurunu vaat ettiği kimsenin (Men ...
  • Acaba iki yıldır süt veren bir kadına emzirme kefaretinin yanı sıra geciktirme kefareti de farz mıdır?
    12992 Orucun Kazası Ve Kefaretleri 2013/01/14
    Ayetullahe'l-uzma SİSTANİ’NİN (Allah yüce gölgesini devam ettirsin) defteri: Bebek emziren kadının sütü az olduğunda, eğer oruç tutması emzirdiği bebeğe zarar verecek olursa, oruç tutmak ona farz değildir. ister bu kadın bebeğin öz annesi olsun, isterse dadısı olsun veya ücretle süt veren bir kadın olsun, fark etmez. Ancak ...
  • Eğer Ehlibeyt (a.s) «خُزّان العلم» ilmin madeni iseler neden kumeyl duasını Hz. Hızır İmam Ali (a.s)’a öğretmiştir?
    6875 Diraytü’l-Hadis (Hadis Etidü) 2019/04/07
    Kumeyl duası Şeyh Tusi’nin “Misbah’ul-Muteheccid”[1] ve Seyit ibn. Tavus’un “İkbal’ul-Emal” adlı eserlerinde nakledilmiştir. Seyit ibn. Tavus bu duayı eserinde naklederken şöyle açıklama yapmaktadır: Şeyh Tusi’nin naklettiği rivayetten başka bir rivayette gördüm ki Kumeyl ibn. Ziyad Neğei diyor ki: Basra mescidinde İmam Ali (a.s)’ın yanında ...
  • Zatı âlinizin Kur’an’ın tahrif edildiği hadisler konusundaki görüşünüz nedir?
    6158 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2012/03/10
    Hz. Ayetullah Mehdi Hadevi Tahrani’nin bu bağlamdaki görüşü şöyledir: Kur’an’ın tahrif edildiğini söyleyen hadisler ya senet bakımından zayıftırlar ya da sadır olma cihetinden hüccet değildirler veya delaletleri kabul edilebilinir durumda değildir. Kur’an-ı Kerim hiçbir zaman tahrif olmamış ve olmayacaktır. Kur’anın tahrif ...
  • Cenabet olan kimse gusül almadan banyodan çıkarsa bütün bedeni necis sayılır mı?
    29968 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2010/06/12
    Sorunun cevabını vermeden önce şu noktayı hatırlamamız gerekir: Cenabetten maksat necasetle bütün bedenin necis olması değildir. Cenabet gerçekte manevi necasettir. Meni bedenin tümünü değil yanlızca bedenin değdiği yeri necis eder, yıkamakla ve necasetin gidermesiyle değdiği yer pak olur. Örneğin cenabet olan ...
  • Peygamber (s.a.a) ve Ehlibeyt (a.s) diri midirler? Eğer diriyseler bunun manası nedir?
    9429 دانش، مقام و توانایی های معصومان 2012/07/24
    Hz. Peygamber (s.a.a) ve Ehlibeyt’inin (a.s) diri olması, hakiki hayat konusunda Kur’an’daki anlamı içerir ve özellikle şehitler hakkında buna vurguda bulunulmuştur: "وَ لا تَحْسَبَنَّ الَّذينَ قُتِلُوا في‏ سَبيلِ اللَّهِ أَمْواتاً بَلْ أَحْياءٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَ". Aynı şekilde birçok rivayette de imamların diri oluşu hakkında bu anlama ...
  • Nahiye-i mukaddese ziyareti Şia'da muteber kabul edilir mi? Bunu teyit eden delil ve akide nedir?
    11085 Pratik Ahlak 2011/09/27
    Nahiye-i Mukaddese ziyareti mutlak ziyaretnameler türündendir. Yani onu her zaman (Aşura günü ve diğer günlerde) ve her yerde okuyarak Hz. Hüseyin (a.s)'ı ziyaret etmek mümkündür. Bu ziyaret peygamberlere, din önderlerine ve pak İmamlara selam ile başlar, sonra Hz. Hüseyin ve onun vefalı yaranlarına selamlamakla devam eder, daha sonra Hz. ...
  • İlime hakiki anlamda iştiyak kazanmanın yolu nedir?
    7859 Pratik Ahlak 2011/07/23
    Ayetullah Hadevi Tehrani'nin bu konuyla ilgili görüşü şöyledir:İlime duyulan iştiyak ilahi bir lütuftur. Ancak bu hissi bazı yollardan güçlendirmek mümkündür:1- Sırayı gözeterek ve düzenli bir şekilde ders okuma. Bu tür ders alma insanda öğrenme ve ilime ilgi hissini güçlendirir ...
  • İnsan kıyamette bu dünyada sevdiği ve ilgi duyduğu insanlarla mı haşır olacak?
    3293 Hadis 2020/01/20

En Çok Okunanlar