Gelişmiş Arama
Ziyaret
25542
Güncellenme Tarihi: 2008/07/26
Soru Özeti
İnsanlar yaratılırken (dünyaya gelip gelmemede) seçme hakları olmuş mudur? Nasıl?
Soru
İnsanlar yaratılırken (dünyaya gelip gelmemede) seçme hakları olmuş mudur? Nasıl?
Kısa Cevap

İnsan kendi yaratılışında mecburdur ve dünyaya gelmede hiçbir rolü ve etkisi bulunmaz. Lakin yaratıldıktan sonra özgür ve irade sahibidir. Elbette insanın mutlak şekilde irade sahibi olduğuna inanan Mutezile mütekellimlerinin bakışı ve insanın fiil ve amellerinde bile mecbur olduğuna inanan Eşa’ire mütekellimlerinin bakışının tersine İmamiye Şiiliği insanın yaratıldıktan sonra fiil ve amellerinde ne mutlak anlamda özgür ve ne de mutlak anlamda mecbur olduğunu savunur. Başka bir ifadeyle bu hususta bu iki yol arasındaki bir yola inanır. Üstat Şehit Mutahhari insanın irade sahibi ve özgür oluşu hakkında şöyle der: İnsan irade sahibi ve özgür olarak yaratılmıştır; yani kendisine akıl, düşünce ve irade verilmiştir. İnsan kendi iradî işlerinde, mecbur olan diğer varlıklar gibi değildir. İnsan her zaman kendini dört yolların başında bulur ve bu yollardan sadece birini seçmek için herhangi bir mecburiyet taşımaz. İnsanın diğer yolları seçmesinin önünde herhangi bir engel yoktur.

Ayrıntılı Cevap

İnsan; erkek, dişi, çoğul ve tekil için bir şekilde kullanılan bir tür isim olup Arapça bir kavramdır. Sözlük kitaplarında insan sözcüğünün genellikle “üns” maddesinden türediği yazılmıştır. Üns “cin” karşısında olup evcil, alışabilen ve menus anlamındadır. Genellikle insan sözcüğünün kökeninin “üns” olduğu ve manasının da alışmak ve ülfet kurmak olduğu söylenmiştir.[1] İnsanların kendi yaratılışlarında hiçbir şekilde seçme hakkı olmamıştır; yani gerçekte insan yaratılmada ve seçim hakkı taşımada mecburdur ve bu hususta hiçbir rol ve etkisi bulunmamaktadır. Aynı şekilde yaratılıp bu dünyaya geldikten sonra burada kalma da kendinin elinde değildir; çünkü kesin ve mecburi bir şekilde bir gün bu dünyayı terk etmesi ve başka bir âleme gitmesi gerekmektedir. Sadece insan değil, diğer varlıklar da kendi yaratılışlarında seçme hakkına sahip değildirler. İnsan ve diğer varlıklara hayat ve yaşam bahşeden sadece yüce Allah’tır.[2] İnsan yaratılmadan önce var değildi ve var olmadığından seçme hakkı da yoktu. Seçme hakkının var olduktan sonra geldiği apaçıktır. İnsan ilk önce var olmalıdır; ancak var olduktan sonra onun seçme hakkı ve özgürlüğü hakkında tartışılabilir. Bu nedenle insan mecburi olarak ilahi irade ve meşiyyet kanalıyla yaratılır ve varlık sahnesine ayak basar: “İnsan (henüz) anılır bir şey değilken (yaratılmamışken) üzerinden uzunca bir zaman geçti.”[3]

Varlık bahşedenin var etmediği zat

Nasıl bahşeden varlık olur.

Lakin insan dünyaya geldikten sonra dünya hayatında özgürleşir, seçim ve irade sahibi olur. Elbette bu mutlak anlamda değildir. İnsanı kadim dönemlerden beri düşündüren eski konulardan biri cebir ve irade meselesidir. Bu tartışmaların İslam tarihinde uzun bir geçmişi vardır ve cebir ve irade konusu hakkında mütekellim ve filozoflar arasında üç görüş ve bakış mevcuttur. Bir grup, insanın fiillerinin kendi irade ve seçimiyle gerçekleştiğine ve Allah’ın kulların fiillerinde herhangi bir rolü olmadığına inanmaktadır. Bu kesim, tefviz görüşünü ve mutlak anlamda insanın özgür olduğunu savunur. İslam düşüncesinde bu grup Mutezile olarak adlandırılmıştır.[4] İkinci grup, insan fiillerinin cebir vasıtasıyla gerçekleştiğini ve irade adında bir fenomenin mutlak anlamda var olmadığını savunur. Bu kesim, insan faaliyet ve çabaları bağlamında insan iradesi dışında bulunan bir dizi etkenin insanı harekete geçirdiğini savunur. Eşa’ire mütekellimleri bu görüşün (cebir) taraftarları olup Allah’ın insanda fiilleri yarattığını, O’nun gerçek fail olduğunu ve insanın mecazi anlamda fail olduğunu söylerler.[5]İmam Ali (a.s), Sıffin hadisesi esnasında kendisinden bizim Şam’a doğru bu hareketimiz ilahi kaza ve kader ile mi gerçekleşmektedir diye soran bir şahsa verdiği cevapta bu görüşü reddetmekte ve şöyle buyurmaktadır: “Kaza ve kaderin dogmatik olduğuna ve insanların böyle bir cebre mahkûm olduklarına inandığından sana yazıklar olsun. Eğer böyle ise sevap ve ceza düzeni ortadan kalkar ve müjdeleme ve uyarmak tümden geçersiz olur. Şüphesiz yüce Allah kullarına seçme hakkına sahipken emirde bulunmuştur…”[6] Cebir okulunun kurucusu şeytandır; çünkü şeytan sapmasını kendine değil Allah’a isnat etmektedir.[7] “Şeytan dedi ki: “(Öyle ise) beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki, ben de onları saptırmak için senin dosdoğru yolunun üzerinde elbette oturacağım.”[8] Üçüncü bakış ise insanın kendi iş ve amellerinde ne mutlak anlamda irade sahibi ve ne de mutlak anlamda mecbur olduğunu savunur. Başka bir ifadeyle insan irade ve seçme özgürlüğüne sahiptir, ama bu özgürlük tefvize inanacak şekilde değildir. İnsanın varlığı Allah’tandır ve bu varlık gücünü kullanmak ise insanın elindedir. Şia’nın insanın fiilleri hakkındaki görüşü şudur: İnsanın yaptığı her iş hem kendisinin ve hem de Allah’ın fiilidir; yani Allah’ın failliği nedensel faillik ve insanın failliği ise katılımcı failliktir. Bu teori ıstılahta “iki yol arasındaki yol” olarak adlandırılmıştır. Bu bakış, birçok Kur’an ayeti ve masum imamların öğretilerinden iktibas edilmiştir. İmamiye Şia’sı bu teorinin taraftarıdır. Büyük Kur’an müfessiri Allame Tabatabai bu hususta şöyle der: “Şüphesiz insan bilgi ve irade vesilesi ile yaptığı işlerde tekvini olarak seçim sahibidir. Elbette bu seçim mutlak değildir; zira insanın seçimi nedenler silsilesinin bir cüzüdür. İnsanın seçerek gerçekleştirmiş olduğu fiillerde dış sebep ve nedenler de etkindir. Örneğin insan seçmeye dayalı işlerinden biri olan bir lokma yiyeceği yediği vakit, hem kendisinin iradesi, hem de dış dünyada yiyeceğin varlığı ve yiyeceğin lezzetli oluşu bu fiilde müdahildir. İnsanın yemesinden ibaret olan bu iradi fiilde diğer neden ve sebepler de müdahildir ve onların hazır olması gerekir. O halde insanın seçerek işlediği bir fiilin gerçekleşmesi, kendisinin iradesinin dışında olan ve bununla birlikte iradi fiiline müdahil olan bir takım sebeplere bağlıdır. Yüce Allah bu sebeplerin en başında gelir. İnsan iradesi de dâhil olmak üzere bütün sebepler O’nun temiz zatına döner. Çünkü insanı seçen bir varlık olarak yaratan odur. Hem insanı ve hem iradesini yaratan Allah’tır.”[9]  Allame Tabatabai bu konunun devamında şöyle der: Öte taraftan insan doğal olarak kendini seçim sahibi bilir; teşrii iradeyle bir işi yapıp veya yapmayacağını bilir. Başka bir ifadeyle tekvini seçiciliğin karşısında yasal olarak da kendini özgür bilir. Bunun için eğer iyi bir iş yaparsa övülür ve kendi iradesiyle bu işi yaptı denilir. Eğer iyi bir işi terk ederse insanlar kendisini kınar ve mecburdu diye onu mazur görmezler. İnsanı kendi türünden hiç kimse bir işi yapmaya veya yapmamaya mecbur kılamaz. Çünkü diğer insanlar da onun gibidirler ve insan olma noktasında ondan daha fazla bir şey taşımamaktadırlar. Dolayısıyla onun iradesinin malik ve sahibi olamazlar. Bu, insanın doğal olarak hür ve özgür olması anlamındadır. Bu nedenle insan zatı itibari ile hür ve doğası geresi özgürdür. Eğer insan kendi iradesiyle kendinden bir şeyi başkasına verirse ve bu iş neticesinde özgürlüğünü kaybederse durum değişir. O halde insan diğer insanlar karşısında kendi amellerinde özgürdür. Lakin yüce Allah karşısında durum farklıdır. Allah insanın zat ve fiillerinin malikidir, bu malikiyet mutlaktır. Allah hem tekvini ve hem de teşrii mülkiyete sahiptir. Bu nedenle insan yüce Allah’ın teşrii emir ve yasaklarına karşısında ve de tekvini iradeyle insandan istediği şeyler hakkında hiçbir özgürlük ve iradeye sahip değildir. “Allah ve Resûlü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mümin erkek ve hiçbir mümin kadın için kendi işleri konusunda tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allah’a ve Resulüne karşı gelirse, şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır.”[10] Bu ayette belirtilen konu budur.[11] Üstat Şehit Mutahhari insanın seçim ve özgürlüğü hakkında şöyle der: İnsan seçim sahibi ve özgür olarak yaratılmıştır; yani kendisine akıl, düşünce ve irade verilmiştir. İnsan kendi iradi işlerinde, mecbur olan diğer varlıklar gibi değildir. İnsan her zaman kendini dört yolların başında bulur ve bu yollardan sadece birini seçmek için herhangi bir mecburiyet taşımaz. İnsanın diğer yolları seçmesinin önünde herhangi bir engel yoktur. İnsanın diğer varlıklardan ayrıcalıklı yönü, amel ve fiillerinin kesin ve değişmez bir akıbeti olmayan bir dizi hadiseler silsilesinin bir parçası olmasıdır; çünkü insan fiilleri binlerce neden ve sebebe bağlıdır. Bu sebeplerden biri de kendisinin kullandığı seçim, tercih ve iradedir.[12]

 


[1] Seccadi, Seyit Ziyau’d-din, İnsan der Kur’an-ı Kerim, s. 11. 

[2] “O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır.”, Mülk Suresi, 2.ayet.

[3] İnsan Suresi, 1.ayet.

[4] Rabbani Gülpeygani, Ali, Muhazıratıfi’l-İlahiyat, s 199 - 203.

[5] a.g.e, s. 192- 197.

[6] و يحک لعلک ظننت قضاءً لازماً و قدراً حاتماً، و لو کان ذالک لبطل الثواب و العقاب و سقط الوعد و الوعيد. ان الله سبحانه امر عباده تخييراً...”, Meadihah, Abdül-Mecid, Hurşidibi Gurup, (Tercümeyi Nehcü’l-Belağa), s. 407.

[7] Nasr, Abdullah, Mebaniyi İnsan Şinas. Der Kur’an, s. 386.

[8] A’raf Suresi, 16.ayet.

[9] Tabatabai, Muhammed Hüseyin, el-Mizan (Tercüme), c. 16, s. 97.

[10] Kur’an-ı Kerim, Ahzab Suresi, 36.ayet.

[11] Tabatabai, Muhammed Hüseyin, el-Mizan (Tercüme), c. 16, s. 97 – 98.

[12] Mutahhari, Murtaza, Mecmuayı Asar, c. 1, s. 386 – 387.

 

Diğer Dillerde Soru Tercümesi
Yorumlar
yorum Sayısı 0
Lütfen soruyu doğru giriniz
örnek : Yourname@YourDomain.com
Lütfen soruyu doğru giriniz
Lütfen soruyu doğru giriniz

Konusal Sınıflandırma

Rastgele Sorular

  • Aşura duasında yer alan“esselamu aleyke ya Eba Abdillah ve âla’l-ervahi’l-leti hallet bifinaik” cümlesindeki ruhlar kimlerdir?
    19373 Diraytü’l-Hadis (Hadis Etidü) 2011/04/12
    “Ervahi’l-leti hallet bifinaik”ten kastedilen Kerbela coğrafyasında Şehidlerin Efendisi (a.s) ile birlikte şahadete eren şehidlerdir. Bu tespitin delili şu noktalardır:1. Genellikle ziyaretçi ve yaşayan kimselerden ruhlar diye söz edilmemektedir. 2. Bu dua, ziyaretçi tarafından yapılan bir hitaptır ve genellikle ...
  • Hadislerin masumlardan (a.s) geldiğine nasıl güvenebiliriz?
    9766 Ricalu’l-Hadis (Ravilerin İncelenmesi) 2011/04/12
    Tarihe güvenmek bir ölçüye kadar çağdan çağa, zamandan zamana ve nesilden nesle intikal eden şöhret, karine ve deliller aracılığıyla hâsıl olur. Tarihte yer alan bazı hadise ve vakıaların deyim yerindeyse tevatür derecesinde ve birçok delil ve karineleri mevcuttur ve bundan ötürü bunların doğruluğundan çok az insan şüphe ...
  • İnsan yeryüzünün mü en üstün varlığıdır, yoksa tüm varlık aleminin mi? Acaba insandan daha üstün bir varlığın yaratılması mümkün mü?
    46339 Eski Kelam İlmi 2009/11/10
    Bize göre insan, varlık âleminde -ister yerde olsun ister gökte- bütün varlıkların en üstünüdür. Biz bunu insanın yaratılışı hakkında ki ayet ve hadislerden anlıyoruz. İnsanın üstün olmasının nedeni onun sahip olduğu şu özelliklerdir: 1-İahi bir ruha sahip olması, 2-Meleklerin secde ettiği varlık olması, 3-Yaratılışın ve varlığın ...
  • Kaza namazı olan sünnet namazı kılabilir mi?
    3412 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2018/11/12
    Kaza namazı olan sünnet namazı kılabilir.[i] [i] Tevzuh’ul-Mesail (El’Mehşil-İmam’ul-Humeyni) 1.c, 750.s 1373.m. ...
  • ayet ve rivayetlere göre imamların konu mu üstündür yoksa kuranın konumu mu?
    9342 Eski Kelam İlmi 2011/02/03
    farklı rivayetlerde, ehlibeytin (a.s.) konumu kuranın konumuyla aynı derecede ve aynı seviyede olduğu belirtilmektedir. Sakaleyn (iki değerli ve ağır emaneti açıklayan) rivayeti onlardan bir tanesidir. Evet! Bazı hadis kitaplarında sakaleyn rivayeti bazı nakillere göre kuranı kerim ağırlık bağlamında daha büyük (sıklı ekber), ehlibeyt (a.s.) ise ...
  • Acaba bir insan cinle evlilik yapabilir mi?
    4184 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2019/05/28
    Öncelikle sagılarımızı sunarak şu noktayı hatırlatmayı gerek görmekteyiz.bu be benzeri konuları öğrenmenin hayatımıza hiçbir faydası yoktur. Bunun hükmünü öğrenmek bize hiçbir maddi ve manevi fayda sağlamayacaktır. “~~55.56~ فٖيهِنَّ قَاصِرَاتُ الطَّرْفِ لَمْ يَطْمِثْهُنَّ اِنْسٌ قَبْلَهُمْ وَلَا جَانٌّ”
  • İmam Ali (a.s) ölüleri diriltebilir mi?
    12670 Tefsir 2012/07/24
    Bir kimsenin bağımsız olarak ve Allah’a ihtiyaç duymadan böyle bir işi yapması fiilsel tevhit (yaratılışta tevhit) ile çelişir; çünkü ölüm ve hayat sadece Allah’ın elindedir. Ama bir kimse ilahi izin ile böyle bir iş yapmak isterse, böyle bir fiil gerçekleşebilir ve bu hususta hiçbir akli bir engel ...
  • Niçin bir erkeğin şahitliği iki kadının şahitliği ile eşittir?
    21268 Hukuk ve Şer’I Hükümler Felsefesi 2009/07/04
    Yüce Allah tarafında insanlar için belirlenen kanunlar yaratılış âlemi, evrenin gerçekleri ve insanın yaratılışı ile uyum içindedir. Kadının yaratılışı erkeğin yaratılış ve yapısı ile farklı olduğu için Bu iki varlığın görev ve hükümleri de farklıdır. Bu görevlerden biri mahkemede şahitlik yapmaktır Bu görev hislerin etkisinde kalınmadan ve ...
  • Regaip gecesi veya Recep ayının diğer gecelerinde cemaat namazlarına katılmak mı daha faziletlidir yoksa namazları ferdi olarak yerine getirmek ve müstehap namazları kılmak mı?
    5670 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2011/04/11
    Bu konuda şu cevap taklit mercilerinin fetva bürolarından alındı:Ayetullah Uzma Hamenei:Her iki fazileti kazanmaya çalışabilirsiniz hem cemaat namazlarına katılın hem de müstehap namazları cemaatten sonra yerine getirin.Ayetullah Uzma Sistani: Cuma ve ...
  • Şia, Ömer b. Hattab’ın eşcinsel olduğuna mı inanmaktadır?
    14732 تاريخ بزرگان 2013/12/19
    Şia’nın raşit halifeler ve özellikle Ömer b. Hattab’a yönelik bakışı, imamların (a.s) bakışıdır. Şia’nın muteber hadis kitaplarının hiçbirinde Ömer b. Hattab’ın eşcinsel oluşu hakkında bir rivayet nakledilmemiştir. Şia’ya atfedilen bu tür sözlerin çoğu temelsizdir, esassızdır ve Şia âlimlerinin inancı değildir. ...

En Çok Okunanlar