Gelişmiş Arama
Ziyaret
15995
Güncellenme Tarihi: 2009/07/23
Soru Özeti
Salâvat getirirken Al-i Muhammed’i demezsek niçin savat eksik sayılır?
Soru
Salâvat getirirken al-i Muahmmed denilmediğinde günah işlenmiş olduğu söylenir. Şunu biliyoruz ki Suyuti kendi tefsirinde, Buhari, Muslim, Ebu Davud, Tirmizi, Nesai ve İbn-i Mace şöyle naklederler: Resulullah’a, Ey Allah’ın Resulu! Sana selam verme yolunu biliyoruz, nasıl sana salavat getirelim diye sorduklarında Peygamber: “Şöyle deyin dedi: Allahumme sallı ala Muhammed ve al-ı Muhammed kema sallayte ala İbraihe ve al-i İbrahim İnneke Hamidun Mecid. Allahumme Barik Ala Muhammedin ve al-i Muhammed kema barekte ala İbrahime ve al-i İbrahim İnneke Hamidun Mecid.” Suyuti bu hadisten başka aynı manayı ifade eden 18 hadis nakletmektedir ve bu hadislerin tümü salâvat getirirken al-i Muhammedin de eklenmesinin gerekli olduğuna işaret etmektedir. İbn-i Hacer es-Savaık kitabında Peygamber’in, eksik salâvat getirilmesini ve sadece “Allahumme sallı ala Muhammed” denilmesini yasakladığını ve salavat getirirken Allahumme sallı ala Muhammedin ve Al-i Muhammed denilmesini emrettiğini nakletmiştir. Bu konuda Şia kaynaklarında gelen hadisler ise daha fazladır.
Ancak benim sorum şu ki: Kur’an ayeti Peygambere yalnız başına salâvat getirmeyi emretmiyor mu? Buna rağmen nasıl al-i Muhammed’in de salâvata eklenmesinin farz olduğunu söyleyebiliriz? Bu dinde bir bidat sayılmaz mı? Alimler Eşhedu anne aliyyen veliyullah’ı ezanda mustahap olarak söylemenin sakıncası olmadığını ancak ezanın bir parçası olarak söylemenin dinde bidat sayıldığını ve haram olduğunu açıkça vurgulamışlardır. Buna göre al-i Muhammed’i söylemenin salavatın bir parçası olduğunu söylemek neye dayanır oysa Kur’an açıkça şöyle diyor: “Allah ve melekleri Peyamber’e salat eder ey iman edenler siz de ona salat edin.” Oysa Peygamber kelimesi Ehl-i Beyt’i içine almaz. Buna göre al-i Muhammed salavatın bir parçası nasıl sayılır.
Lütfen bu soruyu kelami ve felsefi açıdan cevaplandırın. Al-i Muhammed’i salavatta getirmenin hakkındaki şia ve Sünni kaynaklarında var olan hadisleri zikretmekle yetinmeyin.
Kısa Cevap

Al-i Muhammed’e salâvat getirmek bidat olmadığı gibi Kur’an ve hadis ve akıl ve irfanla da uyumludur, çünkü:

Bidatin manası dinde olmayan bir şeyi dine dahil etmektir. Biz Al-i Muhammede salâvat getirmenin bidat olmadığını söylüyoruz çünkü bu konu Peygamber ve Ehl-i Beyt’ten gelen hadislerde yer almıştır.

2- Allah Kur’an-i Kerim’de birçok hükmü genel olarak açıklamıştır ve onun bütün özelliklerini açıklamamıştır. Bu hükümlerin ayrıntılarını ve özelliklerini açıklamak için Kur’an’ın gerçek müfessirleri olan Peygember’e ve Ehl-i Beyt’e bırakmıştır.

Buna göre Peygember ayetin tefsirinde al-i Muahmmed’i salavatta getirilmesini emrediyorsa bunun Kur’an’ın gerçek tefsiri olduğu anlaşılır.

3- Kur’an, zahiri anlamından başka derin batini anlamı da içerir. Bu anlamları Peygamber ve Ehl-i Beyt’in bize bildirmeleri gerekir. En-Nebi kelimesi zahiri anlamı gereği Al-i Muhammed’i içermese de batini anlamı gereği bunu içerir.

4- Kur’an-i Kerim, Peygember’i ve Ehl-i Beyt’i bir gerçek olarak nazara alır. Bundan başka insanların örfü de aynı fikir ve akide olan kimselere aynı gözle bakarlar. Dini kaynaklar Peygamber ve Ehl-i Beyt’i bir nurdan olduklarını vurgular. Bu yüzden irfan ilminde Peygamber ve Ehl-i Beyt bir nur olarak bilinmekte ve hakıkat-i muhammediye olarak ifade edilmektedir.

Diğer nokta şu ki Peygambere salavat getirmek hadd-i zatında farz değildir sadece namazın teşehhüdün de farzdır elbette. Hz. Muhammed’e salavata getirmek farz olduğu yerlerde Al-i Muhammed’e salavat getirmek farz olur müstehap olan yerlerde al-i Muhammed’i söylemek de müstehaptır.

Ayrıntılı Cevap

Cevabın açıklık kazanması için aşağıdaki noktaları dikkatte almak gerekir:

1- Bidat,  dinde olmayan bir şeyi dine ekleyip dini bir parçası bilmeye denir. Bu ilke kendi yerinde ispatlanmıştır ki Peygamber ve Ehl-i Beyt’in söz ve tutumları dinin öğelerini belirler. Buna göre Al-i Muhammed Kur’an’da olmadığına göre bu bir bidattir demeniz yanlıştır. Çünkü bunun hadislerde yer alması onun dinin bir öğesi sayılması için yeterli delil oluşturur ve Kur’an’da geçmediği için bidat sayılması doğru değildir.

2- Taheret, namaz, oruç, hac, cihat, humus, zekât vb. hükümler Kur’an’da yer almalarına rağmen bunların ayrıntıları ve şartları Kur’an’da açıklanmış değildir. Örneğin namazın farz olduğu Kur’an’da açıklanmış ve bazı cüz ve şartlarına da özet bir şekilde işaret edilmiştir. Ancak bunların ayrıntılarına gelince örneğin namazda okunacak zikirler, kaç rekat olduğu ve nasıl kılınacağı gibi hüküm ve şartlar açıklanmamıştır. Müslümanların yöntemi bu hükümlerin ayrıntılarını Peygamber’den öğrenmekti. Onlar bir hükmün nasıl yerine getirilmesini öğrenmek için Peygamber’in huzuruna varıp o hükümle ilgili bilmedikleri hususları soruyor ve Peygamber’de açıklıyordu. Müslümanlar da bu emirler doğrultusunda o farizayı yerine getiriyorlardı.

Salâvat hakkında da aynı yöntem uygulanmıştır. Salâvat ayeti olan “İnnellahe ve melaiketehu yusallune alennebi ya ayyuhellezine amenu sallu aleyhi ve sellimu teslima[1] ayeti inince Müslümanlar Peygamber’in huzuruna varıp Peygambere nasıl salavat getirileceğini sordular. Ehl-i Sünnet ve şia’nın çeşitli kaynaklarında yer alan bir hadis uyarınca bunun üzerine Peygamber şöyle deyin dedi: “Allahumme salli ala Muhammed ve al-i Muhammed…”[2] Böylece Müslümanlar salavatla ilgili kendi görevlerini öğrenmiş oldular.[3]

Başka bir ifade ile Allah Teala Peygamber’i Kur’an’ın açıklayıcı ve müfessiri olarak tanıttığına göre[4] Peygamber de yukarıdaki ayeti yani “Ya eyyehullezine amenu sallu aleyhi ve sellimu teslime’yi[5] Allahume salli ala Muhammed ve al-i Muhammed olarak tefsir ettiğine göre al-i Muhammed’e salavat getirmenin de Kur’an’dan anlaşılacağını söyleyebiliriz.

3- Kur’an zahiri anlamının yanı sıra derin batini anlama da sahiptir. Bu batini anlamı Peygamber ve Ehl-i Beyt bize bildirmelidir.[6] Buna göre salâvat getirirken al-i Muhammed’i de söylemenin gerektiğini emreden hadisler işte Kur’an’ın bu batını anlamına işarettir sayılabilir. Yani En-Nebi kelimesi zahirde al-i Muhammed’i içermese de batini anlamı gereği al-i Muhammed’i de içerir.

4- Kur’an ayetlerinden anlaşıldığı üzere Allah Teala Peygamber ve Ehl-i Beyt’i bir nur saymaktadır. Örneğin Allah Teala tathir ayetinde şöyle buyurmaktadır. Allah siz Ehl-i Beyt’ten her türlü pisliği gidermek ve sizi tertemiz kılmak istemektedir.”[7] Bu ayette Allah Peygamber ve ailesini bir gerçek olarak değerlendirmektedir.

Yine meveddet ayetinde şöyle demektedir: “De ki sizden yakınlarımı sevmekten başka hiçbir karşılık istemem.”[8] Peygamber’in elçiliğinin karşılığı olarak yakınlarını sevmek olduğu bildiriliyorsa bunun anlamı Ehl-i Beyt ile peygamberin birbirinden ayrılmazlığıdır. Mubahele ayetinde şöyle buyurmaktadır: “Deyin ki gelin kendi çocuklarımızı ve çocuklarınızı kendi kadınlarımızı ve kadınlarınızı ve kendimizi ve kendimizi çağıralım…[9] bu ayette Hz. Ali, Peygamber’in nefsi olarak ifade edilmiştir. Bu ayette Peygamber, duasının kabulü için Ehl-i Beyt’ini de yanında bulundurmakla görevlendirilmiştir.

5- Birçok hadiste Peygamber ve Ehl-i Beyt’in bir nur olduğu belirtilmiştir. Örneğin şu hadise dikkat edin. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: Ben Allah’ın nurundan yaranmışım Ehl-i Beyt’im de benim nurumdan yaranmışlardır.[10]

6- Arifler de Peygamber ve Ehl-i Beyt’in nurlarından Hakıkat-i Muhammediye ve sadır-i evvel olarak söz etmektedirler. Onlara göre bunlar değişik tecelli ve belirtileri olan bir gerçeğin ifadeleridirler.

7- Halk ve örfün nazarında bir görüş ve fikri paylaşan kimseler bir gerçek olarak görülür ve bir gözle onlara bakılır.

Sonuç şu ki: Ehl-i Beyt’e salâvat getirmeyi de Peygamber’e salâvat getirmekle birlikte zikretmek bid’at olmadığı gibi hem Kur’an, hem hadisler, hemde akıl ve örfle uyumludur. Gerçekte Ehl-i Beyt’e salâvat Peygamber’e salavatla aynı gerçeği ifade etmektedir.

Son noktada şu ki: Peygamber’e salâvat her yerde ve mutlak şekilde farz değildir. Elbette önemle vurgulanan müstehap amellerdendir. Sadece namazın teşehhüdü gibi özel durumlarda farz olur.[11] Elbette Peygameber’e salavat farz olduğu durumlarda al-i Muhammed’e de salavat getirmek de farz olur. Müstehap olduğu yerlerde de müstehap olur.



[1] Ahzab: 56

[2] Numune Tefsiri: c. 17 s. 419

[3] Bkz. s. 428

[4] Haşr: 7

[5] Ahzab: 56

[6] Biharu’l-Anvar, c. 89 s. 90-95

[7] Ahzab: 33

[8] Şura: 23

[9] Al-i İmran: 61

[10] Biharu’l-Anvar: c. 15 s. 20

[11] Tehrirul’Vesile c. 1 s. 143 Mesele 1

Diğer Dillerde Soru Tercümesi
Yorumlar
yorum Sayısı 0
Lütfen soruyu doğru giriniz
örnek : Yourname@YourDomain.com
Lütfen soruyu doğru giriniz
Lütfen soruyu doğru giriniz

Konusal Sınıflandırma

Rastgele Sorular

  • Vaktin başında namaz kılmak mı iyidir yoksa iki doğuş arasında yatmamak mı?
    5640 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2011/04/11
    Her şeyden önce bir noktaya dikkat etmeniz lazımdır:Kerahete neden olan uyku ister sabah namazından sonra olsun, ister ondan önce olsun iki doğuş arasındaki uykudur. Bu yüzden sorunuza göre siz iki doğuş arasında uyuduğunuzdan dolayı her iki durumda da kerahete mürtekip olmuş bulunmaktasınız. ...
  • Ahmet ismi İncil’in neresinde gelmiştir?
    26742 Eski Kelam İlmi 2011/11/12
    Bu konuda dikkat edilmesi gereken önemli nokta şudur: Kur’an, İncil’de İslam Peygamber’inin (s.a.a) müjdeleyici olduğunu söylüyorsa, tahrif edilmiş İncil’i değil, Hz. İsa’nın (a.s) getirdiği incili kastetmektedir. Elbette tahrif edilmiş hali hazırdaki İncil’de de, bu meseleye işaret edilmesi dikkate değer bir konudur.Hz. Mesih (a.s), “Farkilit”ın geleceği müjdesini vermişti. Bu kelime ...
  • Bazen kıbleye doğru oturuyor ve temiz imamlar (a.s) ile sohbet ediyorum ve bu esnada bedenimde özel bir hal hissediyorum ve deyim yerindeyse tüm tüylerim ürperiyor. Bu hal neyin işaretidir?
    10283 Pratik Ahlak 2012/01/18
    Bildiğiniz gibi masum hazretler (a.s) bizim amellerimizi gözetlemektedir ve rivayetlerde de bu konuya işaret edilmiştir. Kesinlikle bu ilgi onların haremindeyken veya dikkatle kendilerine sevgi ifadesinde bulunduğumuzda daha çok ve belirgindir. Öte taraftan bedenin heyecanlıyken ve manevi hallerde reaksiyon göstermesi, hepimiz için vuku bulmuştur ve ayet ve rivayetlerde de bunun ...
  • Bankanın halktan geciken taksitten dolayı aldığı “gecikme parası” faiz sayılıyor mu?
    5983 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2012/09/09
    Banka aracılığıyla gecikmiş taksitten dolayı alınan gecikme parasın hükümü hakkında bazı mercilerin görüşleri aşağıda açıklandığı şekildedir: Ayetullah Uzma Hamenei’nin (Allah onun ömrünü uzun etsin) Defteri: Çalışmalarını “İslami Şura Meclisi’nin” tasvip ettiği kanunlar esasına göre yapan ve “Gözetleme Şurası’nın” teyit ettiği bankanın uygulamasında bir ...
  • İlahi yaşam nasıl bir yaşamdır? Şu andaki yaşamla bir tezaddı var mı?
    7834 Pratik Ahlak 2012/01/05
    Kur’an’a baksak ve ‘’Neden yaratıldık? sorusunu ona sorsak şu cevabı verecektir: ‘Ben, cinleri ve insanları, sadece bana kulluk etsinler diye yarattım.’ İbadet nedir? İbadet yani Allah’a kulluk etmektir. Yani yaptığımız bütün işler, hatta yemek içmek gibi günlük ve çok normal işlerimiz bile ilahi ve ibadi ...
  • Acaba Şia mezhebinden Sünni mezhebine geçmek caiz mi?
    4784 Diğer Konular 2018/12/08
    Esasen din ve inanç insanın akıl ve mantık yoluyla hakikati araştırması ve araması sonucu kendi seçimiyledir. İnsan temel inançlarında araştırma yapmalı ve hakikate ulaştıktan sonra onu seçmelidir. Din ve mezhep insana büyüklerinden miras kalmaz. Buna binaen dinin temel inançlarında taklit caiz değildir.[1] Zira din, ...
  • Rivayetlere göre iyi bir ortağın taşıması gereken özellikler nelerdir?
    3561 Şirket 2020/01/20
  • Anne (kadınlar) yoluyla da seyitli intikal eder mi?
    16105 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2011/06/20
    Hz. Zehra’nın (a.s) tüm evlatlarının Peygamberin (s.a.a) evlatları olduğu hususunda hiçbir şüphe yoktur. Ama Allah Resulü’nün (s.a.a) evladı olmak sıfatı ile seyit ve Haşimi olmak sıfatı arasında fark bulunduğuna dikkat etmek gerekir. Soyu Fatıma Zehra’ya (a.s) ulaşan herkes İslam Peygamberinin (s.a.a) neslindendir, ama seyitlerden değildir; zira seyit ve Haşimî ...
  • Bilal-i Habeşî Ve Hilafet Meselesi
    9683 تاريخ بزرگان 2011/08/03
    Tarihten anlaşıldığı kadarıyla Bilal-i Habeşî halifeler biat etmemiş, bazı yerlerde onlara itiraz etmiş ve hilafet sistemi için ezan okumaktan uzak durmuştur. Bu yüzden Şam’a sürgüne gönderilmiş ve orada vefat etmiştir. ...
  • “Farz” ve “vacip” hangi manaya gelmektedir? Bu iki kelime arasındaki fark nedir?
    10232 مبانی فقهی و اصولی 2014/01/21
    Farz ve vacip eğer değişik durumlarda ve özellikle ayrı (birlikte değil) bir şekilde kullanılırsa, kesinlik ve belirleme anlamına gelir[1] ve ıstılahtaki manası ise mütealliklerinin zorunlu olmasıdır. Ama bu iki kelime arasında bir farkın olduğu bazı lügat kitaplarında zikredilmiştir. Farz ve vacip arasındaki fark, farzın ...

En Çok Okunanlar